Kapitalizmde “sürü bağışıklığı” ile “onurlu” ölümün kârı!

“Sürü bağışıklığı”nın mali getirisini hesaplayan sermaye devletleri yoksullara “onurlu” ölüm vadediyor.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Mart 2021
  • 09:47

Sermaye devletleri, emekçilerin ve yoksulların kitlesel ölümüne yol açan “sürü bağışıklığı” politikalarının mali getirisini hesaplıyor. İngiltere istatistik kurumlarının yayımladığı verilere göre, pandeminin başlangıcından bu yana Covid-19 bağlantılı ölümlerin sayısı 144 bini aşarken, ölenlerin çoğunluğunu da 65 yaş üstü kişiler oluşturuyor.

Sürü bağışıklığı politikalarının sonucu olarak daha erken yaşamını yitiren insanların aldıkları emeklilik maaşlarının maliyenin kasasında kalacağını hesaplayan Bütçe Sorumluluğu Dairesi (OBS) tarafından yapılan hesaplara göre, 2022’ye kadar emeklilik ödemelerinin 1,5 milyar sterlin (yaklaşık 2,1 milyar dolar) azalacağı, devletin miras vergisi gelirlerinin de 900 milyon sterlin (1,2 milyar dolar) artacağı tahmin ediliyor.

OBS’ye göre, pandemi dönemindeki ilave ölümler nedeniyle emekli maaşı alanların sayısının azalmasına bağlı olarak pandemi öncesi döneme kıyasla 2020-2021 döneminde emeklilik ödemeleri 600 milyon sterlin, 2021-2022’de de 900 milyon sterlin azalacak. Kurum tarafından yapılan açıklamada, “Son aylarda virüs bağlantılı ölümlerin hızla artmaya başlaması nedeniyle 2020-2021 için Kasım tahminimizde yer alan emeklilik yaşındaki ilave ölümlerin sayısını 90 binden 100 bine çıkarttık” deniliyor. İngiltere Maliye Bakanlığı da Covid-19 bağlantılı ölümlerden dolayı miras vergisi gelirlerinin de 2021-2022’de 5,1 milyar sterlinden 6 milyar sterline çıkmasının beklendiğini açıkladı.

Bu hesaplamalarda, Covid-19 bağlantılı ölümlerden dolayı yaşamını yitiren 65 yaş altı insanların çalıştıkları süre zarfında emeklilik ve sağlık kasalarına ödedikleri primlerin de hazineye kalmasından dolayı ne kadar ek gelir sağladığı belirtilmedi. Salgından dolayı yaşamını erken yitiren insanların sağlık kasalarında biriken sigorta primleriyle birlikte yapılan hesaplamalarda onlarca milyar doların finans-kapitalin hizmetindeki devletin fonlarında toplandığı belirtiliyor.

Pandemiyi bir olanağa çeviren kapitalist tekeller sermeye devletlerinden trilyon dolarlık kurtarma yardımları alırken; buna karşılık işçileri ve emekçileri sürü bağışıklığına terk ederek milyonlarca insanın erken ve acılı ölümlerine sebep olanlar, arsızca bundan ne kadar kâr ettiklerini hesaplıyorlar.

DSÖ ve devletlerin fonladığı ilaç tekellerinin geliştirdiği aşıların patent hakkını, en azından salgının zirve yaptığı dönemde askıya alıp aşı üretimini yaygınlaştırıp hızlandırarak her insanın aşılara ücretsiz ulaşmasını sağlamak yerine, Alman tekellerinin devleti, BioNTech şirketinin kurucuları Dr. Özlem Türeci ve Prof. Uğur Şahin’e Almanya’nın en yüksek derecedeki devlet liyakat nişanının verileceğini açıklıyor. Son bir yılda piyasa değerleri katlanan ilaç tekelerinin kârlarını korumak uğruna milyonlarca insanın yaşamı bir çırpıda feda ediliyor.

DSÖ’nün geçen yıl koronavirüsü pandemi ilan ettiği günlerde dünyada 188 bin vaka ve 4 bin 300 ölüm varken, “sürü bağışıklığı” sonunda salgının birinci yılında dünyada toplam vaka sayısı 120 milyonun, salgında ölenlerin sayısı da 2,6 milyonun üzerine yükseldi. “Covid-19 aşılarının yüzde 75’ini sadece 10 ülke kullanırken 130’dan fazla ülkeye tek bir doz aşı bile gitmedi” diyen BM Genel Sekreteri Guterres, sermayenin çıkarları uğruna insanların yaşam haklarının hiçe sayılmasını, salgının beraberinde getirdiği “ahlaki bir rezalet” olarak tanımlamıştı. Bu ahlaki çöküntünün sonucu olarak virüsün dünyanın bazı bölgelerinde engelsiz yayılarak mutasyona uğramasının bütün ülkeler için tehdit oluşturacağını söylüyor DSÖ Genel Sekreteri Tedros Adhanom Ghebreyesus.

Bu ahlaki çöküntünün bir örneğini Almanya’da, CDU’lu Federal Meclis Başkanı Wolfgang Schäuble, “Hayatların korunması karşısında her şey ikinci sırada yer almalı” görüşüne azgınca saldırarak gözler önüne serdi. “Anayasamızda mutlak bir değer varsa, o da insanlık onurudur. Ona hiç kimse dokunamaz. Ancak ölmemiz gerektiği de göz ardı edilmez.” İfadelerini kullanan Schäuble, insan hayatının sermayenin çıkarları karşısında hiçbir değerinin olmadığını tam bir canavarlıkla ortaya koydu. Benzer şekilde Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında Macron, “Varyantlarla ilgili sorularıma tek bir senaryoyla, yeni bir kapanma senaryosuyla yanıt veren bilim insanlarından gına geldi.” diyerek bilim insanlarından Schäuble’ın “ölmemiz gerektiği” kaderciliğine göre davranmalarını istedi.

Borsa ve bankaların kurtarılması için Avrupa Merkez Bankası’nın 1,25 trilyon avro ve Birleşik Krallık Merkez Bankası’nın 645 milyar pound; şirketlerin kurtarılması için ise AB’nin 750 milyar avro ve Birleşik Krallık’ın 330 milyar pound ayrılmıştı. Bu kurtarma paketlerini kapitalist tekellerin hizmetine sunanlar erken ölüme gönderdiklerine ise, hiçbir maddi külfeti olmadığı gibi aynı zamanda da “kârlı” olan, anayasalarının öngördüğü “insanlık onuru”nu bahşediyor. Aynı zamanda da, korona politikalarının faturasını canıyla ödeyen emekçilerin arkada bıraktıkları emeklilik aylıklarından ne kadar kâr yaptıklarını hesaplıyorlar.

Ahlaki çöküntünün girdabında sürünen kapitalist özel mülkiyet sistemi, emekçilere ve yoksullara sunabileceği hiçbir şey olmadığını açık bir şekilde gözler önüne seriyor.