Ülkede birkaç gündür estirilen rüzgârın, hararetli tartışma ve açıklamaların, gazete manşetlerine taşınan hedef göstermelerin ardından, talimatla iş gören burjuva düzen yargısının kararıyla TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı tutuklandı.
Ne oldu da işler buraya geldi? TSK'ın Güney Kürdistan’da gerçekleştirdiği bir operasyonda, uluslararası yasalara göre suç olarak kabul edilen kimyasal silah kullandığı iddiası var. İddia TTB Başkanı’na soruluyor. İzlediği videodaki görüntülerden hareketle, bilimsel ve teknik kimi açıklamalarla beraber, uluslararası sözleşmeler çerçevesinde bunun araştırılması gerektiğini ifade ediyor. İddianın doğruluğu ve yanlışlığından, tarafların kim olduğundan bağımsız bir bilim insanının uzmanlık alanı üzerinden belirttiği bir fikir aynı zamanda izlenmesi gereken prosedürün nasıl olması gerektiği hatırlatması. Sonrası gelen “böyle düşünen birisinin TTB'nin başında ne işi var?” sorusu. Konu gündemin ilk sıralarını işgal etmeye başlayınca, Fincancı bir kez daha açıklama yapıyor ve ne demek istediğini bu kez daha tane tane anlatma gayretine giriyor. Ama nafile! Zaten tartışmacılar, linç güruhu ve görüldüğü kadarıyla burjuva düzen yargı bununla ilgilenmiyor.
“Böyle düşünen birisinin TTB'nin başında ne işi var?” Evet, sorulan soru bu. AKP-MHP iktidarının elindeki tüm araçları kullanarak propaganda ettiği soru. Güya ülkeye “demokrasi” ve “özgürlük” getirmek için kolları sıvayan Millet İttifakı'nın kimi bileşenlerince de desteklenen, sadece sormakla yetinilerek bir linç kampanyasının nasıl örgütlenebileceğine ilişkin başarılı bir örnek. Ama soruyu soranların hiç birisi, TTB'nin başındaki kişinin ne düşündüğüyle ilgilenmiyor. Onlar “böyle düşünen birisi” propagandasıyla yaratılan algının ekmeğini yemeyi daha uygun buluyorlar. Sokakta sıradan insanlar bile, yandaş medya eliyle servis edilmiş çarpıtmalar, karalama haberler ve tek hedefi “böyle düşünen birisi” algısı yaratmak olan tartışmaya katılıyor, hedeflenen politik adımların dolgu malzemesi haline geliyor.
Peki bizde bir soruyla karşılık verelim. TTB'nin başında bulunan birisi sizce nasıl düşünmeli? Sanırız, “nasıl düşünmeli” sorusuna verilecek cevap, “böyle düşünen birisi”nin de açıklamasını veriyor. Tabii ki onlar gibi düşünmeli, değil mi? Bilimi, insan haklarını, adalet ve hukuk kavramlarını bir kenara bırakmalı, objektif davranmamalı, nasıl düşünmesi gerektiği söyleniyorsa, AKP-MHP iktidarının işine nasıl geliyorsa öyle düşünmeli. Adet olduğu üzere, isminden uzun unvanlara sahip insanların, her gün televizyon kanallarında iktidar güzellemesi yapma yarışına girdiği bir dönemde bu neyin nesi? Ya iktidar yandaşı olursun ya da “böyle düşünen birisi”. Bu çatlak ses, bu “iddialar araştırılmalı” yaklaşımı kabul edilemez, hemen TTB ve TMMOB'un yapısının değiştirilmesi için hazırlıklara girişilmeli...
20 yıllık iktidarı boyunca ele geçiremediği kurumlardan olan bu iki kurum, “böyle düşünen birisi” diye yaratılan algının da verdiği güçle iktidara bağlanmalı. Yine becerilemiyorsa, barolarda yapıldığı gibi iktidara hizmet edecek, bir dediğini iki etmeyecek muadilleri yaratılabilmeli. Konu kısa ve öz. Bu ülkede defalarca yaşanan bir iktidar manipülasyonu.
Ancak tablo oldukça tehlikeli. Çünkü kopartılan kıyamet, toplumda yaratılan yapay taraflaşma ve gerginlik sadece iktidarın TTB ve TMMOB gibi kurumları ele geçirmesinden öte sonuçlar yaratıyor. Etnik ve dinsel önyargılarla sersemletilen kitleler, bir bilim insanının düşüncesini söylemesine öfkeyle yanıt veriyorlar. İktidarın yaratmak istediği tek sesli, biat etmiş, sessiz bir toplum yaratma hedefinin eklentileri oluyorlar. Görüldüğü kadarıyla bu gerici rüzgara kapılanların sayısı hiç de az değil.
AKP-MHP iktidarı toplumun bütününde yarattığı çok yönlü yıkımı, baskı ve yasaklamalarla dengelemeye çalışıyor. En temel demokratik hak ve özgürlükleri askıya alarak, kendisi gibi düşünmeyen herkesi hedef haline getirerek, toplumun kimi “hassasiyetleri” üzerinden kirli manipülasyonlarla seçimlere hazırlanıyor. Hak aramak terör, iktidar gibi düşünmemek tutuklanma nedeni sayılıyor. Ekonomik, sosyal yıkımın her türlüsünü derinden yaşayan emekçi kitlelerin hatırı sayılır bir kesimini de bu vesileyle kendine yedeklemeye çalışıyor. Kendi çürümüşlüğünü, toplumun en azından bir kesimini de çürüterek örtbas etmeye uğraşıyor ve ne yapıp edip iktidarda kalmak istiyor.
Söz söylenemeyen, düşünce belirtilemeyen bir toplumda açlık, yoksulluk, kölece çalışma koşulları kaçınılmaz bir sonuçtur. En sıradan insan hakkının dahi öfkeyle ayaklar altına alınması toplumdaki eşitsizliklerin derinleşmesi dışında bir sonuç yaratmaz. Üstüne eşitsizliğin tüm sonuçlarını canında-kanında hisseden emekçi kitlelerin bir kısmının da bu düşünceye eklemlenmesi, toplumsal çürümenin geldiği boyutu gösterir.
Evet, “iddialar araştırılsın!” Aynı zamanda araştırılmaya muhtaç diğer konularda buna eklensin. Örneğin Sedat Peker'in ifşaatları, ortalığa saçılan kirli işler araştırılsın. İşçi ve emekçilerden toplanan vergilerin nerelere-kimlere gittiği, ihalelerle hangi şirketlerin ihya edildiği, yoksulluk ve sefalet derinleşirken büyüyen bir avuç parababasının kimler olduğu, Ahmet Davutoğlu'nun “konuşursam kıyamet kopar” dediği ve seçim kazanmak için 7 Haziran ve 1 Kasım arasında AKP'nin neler yaptığı... Açıklanması gereken o kadar çok şey var ki, çok konuşan ama hiçbir şey söylemeyenlerin bir izahı mutlaka olabilmeli. Şimdi herkesin, özellikle de işçi ve emekçilerin bu izahlara dair kafa yorması gereken zamandayız.