6 Şubat'ta gerçekleşen depremlerin ardından büyük bir felaket ile karşı karşıya kaldık. Daha depremin ilk saatlerinde durumun vahameti gözler önüne serildi. İktidarları boyunca rant ve çıkar uğruna başta Soma, Ermenek, Bozkurt sel felaketi, orman yangınları ve saymakla bitiremeyeceğimiz birçok katliama zemin hazırladı AKP-MHP iktidarı. Son yaşanan depremlerle ise yıllar boyunca büyük bir felaketin yolunun ranta dayalı beton ekonomisi, imar afları, denetimsizlik ve vurdumduymazlıkla hazırlandığını herkes görmüş oldu. Depremin ardından halkın kaderine terk edilmesi ise rejimdeki kokuşmanın halkın can güvenliği için nasıl büyük bir tehlike haline geldiğini gözler önüne serdi.
Depremin hemen ardından ise yıkılan binaları inşa eden müteahhitler tutuklanmaya başlandı. Tabii tutuklanan bu müteahhitler buz dağının yalnızca görünen çok küçük bir kısmıydı. Resmi açıklamalara göre en az 8 bin bina yıkıldı. Bu ise tutuklanan ya da gözaltına alınanlardan çok daha fazlasının paçayı kurtardığını gösteriyor. Müteahhitlerin çoğunluğunun Saray rejiminin yandaşı olduğu dikkate alındığında, neden az sayıda müteahhidi tutuklamakla yetindikleri anlaşılır. Yaklaşık 330 bin müteahhidin olduğu Türkiye'de şu ana kadar yalnızca 203 müteahhit tutuklandı. 152 müteahhit hakkında yakalama, 67 müteahhit hakkında ise gözaltı kararı verildi. Ancak bu hamlelerin suçluları cezalandırmak için değil, dikkatleri esas suçlulardan farklı yönlere çekmek için planlandığını biliyoruz.
Emekçilerin evlerini mezarlığa çeviren müteahhitlerin önemli bir kısmının Belediye Meclislerinde AKP'den üye oldukları ya da AKP’nin yerel parti yöneticisi olduğu basına da yansıyan isim listeleriyle ortaya konuyor. Ağır yıkımın yaşandığı bölgelerden biri olan Antep Nurdağı ilçesinin AKP'li Belediye Başkanı Ökkeş Kavak'ta tutuklananlar arasında. Ancak bunu mecburiyetten yaptılar, çünkü suçu o kadar ağır ve belirgin ki, üstünü örtemediler. Adamın çöken binaların müteahhidi olan Yunus Kaya ile ortak olduğu ve inşaat aşamasında belediyenin yapması gereken denetimleri gerçekleştirmediği ortaya çıktı. Depremde yıkılmayan Elbistan Belediye Binası hasarlı olduğu gerekçesiyle içindeki binlerce resmi evrak çıkarılmadan yıkıldı. Antakya’da kayıtların bulunduğu binanın yıkılmasını önlemek için avukatlar üç haftadan beri çaba sarf ediyor. Tam bir yıl önce ise Tayyip Erdoğan'ın Resmi Gazete’de yayımlanan kararına göre Hatay'ın İskenderun ilçesine bağlı Meydan, Cumhuriyet, Modernevler, Numune, Pınarbaşı ve Esentepe mahallelerindeki bazı bölgelerin “riskli alan” olduklarına dair ilan kaldırılmıştı. Görüldüğü üzere suçu kişilerin üstüne yıkarak çürümüş düzen gerçekliğinin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Müteahhitleri göstermelik bir şekilde tutuklayarak paçayı kurtarabileceklerini sanıyorlar. Ancak yanılıyorlar! Elbette müteahhitler dahil suçu olan herkesten hesap sorulması gerekiyor. Oysa Sırça Köşk'te oturan “baş suçlu” kendini ve çevresini korumak için “suçlu müteahhitler” algısı yaratmaya çalışıyor.
Yaşananlar sistemin aynasıdır!
Kızılay'ın Kan-çadır-konserve-ikinci el eşyaları satmasından AFAD'ın arama-kurtarma çalışmaları için yeterli ekipman ve personeli olmamasına, bazı deprem bölgelerine 2., bazılarına 3. günde gidilmesi, çoğu köylere ise hiç gidilmemiş olması esas suçlunun kim olduğunu gösteriyor. Öte yandan yollanan yardım tırlarına el konulması, gönüllülerin kurduğu yardımlaşma alanlarının kapatılmak istenmesi, depremzedelerin devlet erkanı tarafından azarlanması, “defter tutuyoruz” naraları atarak tehditler savrulması ise bu çürümüş düzene ayna tutan vahametin vardığı boyutu ortaya koydu. Tüm bunlar işçi ve emekçilere devletin ne olduğunu, sınıfsal kimliğini ve kimlere hizmet etmek için var olduğunu da çok net bir şekilde göstermiştir.
Felaketleri fırsata çevirmekte adeta ustaca manevralar yapan AKP-MHP iktidarının bu süreçte sergilediği tutum ve bunun ürünü tablo kelimenin tam anlamıyla çuvalladıklarını gösteriyor. Tüm sistemi kar, rant ve çıkar esasına göre şekillendiren sermaye devleti, insan canını hiçe sayan tüm karar ve politikaları tam bir vurdumduymazlıkla onaylamıştır. Bundan dolayıdır ki en alttan en üste kadar bu ihmaller zincirinin neresini tutarsak elimizde kalıyor. Bu kadar ağır bir suçun vebalini sırtında taşımasına rağmen yüzsüzlüğün her türlüsünü sergilemeye devam eden sermaye devletinin tepesindeki Tayyip Erdoğan utanmadan “helallik” isteyebiliyor. Onlar bu yüzsüzlüğü, yazık ki işçi sınıfı ile emekçilerin hesap sormak için henüz ayağa kalkmamış olmaları sayesinde sergileyebiliyorlar.
Emekçilerin yaşamları boyunca dişinden tırnağından kısarak aldıkları dört duvarın nasıl kendileri ve sevdikleri için birer mezara dönüştüğünü gördük. Görmek, duymak, bilmek yetmiyor artık. Bıçak kemikte! Milyonların yaşamını hiçe sayan, geleceğimizi çalan bu ölüm ve sömürü düzeninden hesap sormak için harekete geçmek zorundayız!