Darbe iddiaları ve darbeci söylemleri, son yıllarda gündemi meşgul eden konulardan biri oldu. Neyin darbe olduğu, kimlerin darbeci olduğu bir muammaya dönüştü. İktidar kendisi dışındaki herkesi darbeci olmakla suçlarken, yandaş medya da iktidarın hedef gösterdiği kişileri büyük puntolarla manşete taşıdı. Foyası ortaya çıkarılan, aslı astarı olmayan darbe girişimleri haberleri ve “güçlü Türkiye’yi zayıflatmaya çalışan dış mihraklar” masalları ile AKP toplumun kurtarıcısı ve hamisi olarak sunuldu. Yoksulluk, açlık, geçim sıkıntısı gibi işçi ve emekçilerin karşı karşıya olduğu sorunlar ve hatta doğal afetler dahi darbeyle, darbecilerle bağlantılandırıldı. Birikmekte olan toplumsal öfkenin üstü bu yalanlarla örtülmeye çalışıldı. Sonuç olarak darbe iddialarından ve darbeci söylemlerinden, yoksulluğun ve açlığın baş mimarlarından olan AKP kazançlı çıktı. Bu sebeple her dönem bu söylemi sıcak tutmaya çalıştı. Bugün bir kez daha açlık sınırının altında kalan asgari ücrete imza atılmışken, pandemiye karşı önlem almak yerine patronlara teşvikler verilirken, gündemde yine muhalefetin her kanadına karşı durmak bilmeyen darbeci ithamları var.
Minareye uydurulan kılıf: “Tanımı değişen darbe”
Muhalif kesimlere karşı yürütülen darbeci propagandası, “darbe” kelimesinin anlamı göz önüne alındığında pek de anlaşılır gelmemekte. Fakat, AKP iktidarı bunu da düşünmüş olmalı ki, Türk Dil Kurumu’nun (TDK) “darbe” tanımlamasını 2013 yılında Haziran Direnişi’nin ardından değiştirdi. Dünyaca ünlü sözlüklerden olan Cambridge Dictionary darbe kelimesini “ani illegal, çoğunlukla şiddet yoluyla, özellikle ordunun yardımıyla hükümeti devirme işi” olarak tanımlıyor. Oxford Dictionary’in yaptığı tanım da bu yönde, şiddet yoluyla hükümetin devrilmesi işini darbe olarak tanımlıyor. Fakat 1997 ve 2008 yılında basılmış olan TDK sözlüklerinde “darbe” kelimesinin tanımı “Bir ülkede zor kullanarak yönetimi devirme işi” olarak açıklanırken 2013 yılında yapılan değişiklikle birlikte darbe, “Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirmek veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirmek işi” olarak tanımlandı. Bu tanıma göre demokratik yollar ile hükümetin değişmesini istemek darbeci olmak için yeterli olabildi.
Morfolojik açıdan anlamının otorite eliyle bu denli çarpıtıldığı bir kelimenin resmi bir sözlükte yer almış olması, AKP’nin bilim dünyasına sürdüğü kara lekelerden biri. Bu bilimsel çarpıtmanın ötesinde, sözlükte yazan bir tanımın hukuksal değeri elbette sorgulanır. Ancak minareye kılıf uydurma konusunda “ustalık” döneminde olan AKP iktidarının Haziran Direnişi’nin sonrasında attığı bu adım ile darbe kelimesinden ne anladığı açıkça görülmüş oldu. En temel insan haklarından olan düşünceyi ifade etme özgürlüğünü, eğer ki düşünce kendisine karşıt ise darbeci olarak niteleyeceğini, demokratik haklardan biri olan protesto hakkını darbe girişimi ile eş değer tutacağını ilan etmiş oldu AKP iktidarı. Nitekim, son yıllarda bunu pratik olarak hunharca yaptı, yapmaya da devam ediyor.
Haziran Direnişi’nin ardından gelen bu tanım değişikliğinin yanında 15 Temmuz darbe girişimi ile Erdoğan ve tayfası gökte aradığı fırsatı yerde buldu. AKP rejimine muhalif olan herkesin “terörist” ilan edilmelerinin yanı sıra “darbeci” de oldukları propaganda edilmeye başlandı.
Sağlar, Kaftancıoğlu, Başbuğ ve niceleri
Bu ülkede artık hemen herkes günü geldiğinde AKP iktidarı tarafından “terörist” ya da “darbeci” ilan edilebilir. Son günlerde özerk demokratik üniversite talebi ile eylemde olan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri örneğinde olduğu gibi. “Darbeci”, “terörist” yaftaları şafak operasyonları ile gözaltına alınan, ardından serbest bırakılan öğrenciler üzerinde tutmamış olacak ki, bu kez eylemlere katılan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hedef alındı. AKP’nin İstanbul’da kaybettiği rant kapısının rövanşı olarak İstanbul’daki CHP yönetimine dönük saldırılarının son perdesi sergilendi. Erdoğan’ın “militan” dediği Kaftancıoğlu’na İçişleri Bakanı “terör örgütlerinin soytarısı” diyerek hakaret etti. Hakkında açılan bir davada verilen takipsizlik kararının da kaldırıldığı Kaftancıoğlu gündemi değiştirmek isteyen AKP’nin hedefinde.
Kaftancıoğlu’nun yanı sıra CHP’li Fikri Sağlar da başörtülü hâkimin sağlayacağı adalete dair olan kuşkularını dile getirmesi nedeniyle bir başka açıdan hedefe çakılmış oldu. CHP liderinin de arkasında durmadığı Sağlar’ın sözleri çokça tartışıldı, hakkında soruşturma başlatıldı. Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda “Eğer Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi” şeklinde konuşması ise AKP tarafından darbe iması olarak yorumlandı. AKP’ye göre son günlerin bir diğer “darbecisi” ise gazeteci Can Ataklı oldu. Ataklı’nın sosyal medya hesabından paylaştığı videoda Erdoğan’ın görevi bırakması için büyük afetlerin yaşanması gerektiğini savunması ya da çok büyük bir askerî yenilginin şart olduğunu ifade etmesi ve en çok da “Tayyip Erdoğan’ın gitmesi için çok büyük bir halk öfkesinin olması lazım” sözleri AKP’yi kızdırdı.
Asıl darbeci kim?
Son günlerin darbeci tartışmaları ile birlikte AKP’nin bir yandan mağdur edebiyatına soyunması diğer yandan milliyetçi histeriyi kışkırtma çabaları işçi ve emekçilerin gerçek sorunlarının üzerini örtme amacını taşıyor. AKP, düşmanlaştırma ve ötekileştirme silahını 18 yıldır bu toplum üzerinde kullanıyor. Kendisinden başka herkesi darbeci olmakla suçlayan bu iktidar, 18 yıl boyunca ülkenin yönetim şeklinden yargı mekanizmasına kadar her alanda yaptığı “yasal” değişiklikler ve “yasadışı” baskı ve tehditlerle iktidar gücünü ele geçirdi. Tek adamın ağzından çıkan sözcüklerle yönetilen bu ülkede AKP fiilen darbe yapmamış olsa dahi darbeci yönetimleri aratmayacak bir rejim inşa etti. Rektör atamalarında olduğu gibi, bugünkü uygulamalar 1980 askeri faşist darbesi uygulamalarından çok daha pervasız bir hal almış durumda. Servet sefalet uçurumunun derinleştiği bu dönemde tepkisini dile getiren işçi ve emekçiler “Erdoğan’a hakaret” gerekçesi ile gözaltına alınabildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları bir kenara itilirken “benden gerisi tufan” bakışı ile yönetilen ülkede insan hakları ihlalleri, yoksulluk, yolsuzluklar, yaşam hakkının ihlali olağanlaştı. Ortalıkta “darbeci” arayan AKP iktidarı kendi üzerine sinmiş olan darbeci kimliğini ve karakterini ise gizlemeye çalışıyor.
AKP için yolun sonu görünüyor
AKP’nin düzen içi muhalefete dahi tahammülünün kalmaması, “darbeci” yaftasının yapıştırılacağı kişi ve kurumları barındıran yelpazenin genişlemesine yol açıyor. Koltuğu iyiden iyiye sallanan AKP, çareyi düşmanlaştırmayı ve kutuplaştırmayı artırmakta, algı operasyonlarına hız vermekte bulmuştur. Bugün yaşanan sözde darbeci avı bunun yeni bir kanıtıdır sadece. Ancak AKP’nin tüm çabaları boşunadır. Yolun sonu görünmektedir. İşçi ve emekçilerin bu sonu yaklaştırmak için yapması gereken de bellidir: Darbe haberleri ve darbeci söylemleri ile yaratılmak istenen aldatmacaya kanmamak, işçi emekçilerin kendi sınıfsal gündemlerinden kopmadan sınıfa karşı sınıf bakışı ile mücadeleyi yükseltmek!