AKP-MHP koalisyonu, faşist saldırganlığın ilk mucidi değil. Ama sermayenin demir yumruğu olarak emsallerinden daha pervasız daha gözü dönmüş bir rejimdir. Bu saldırganlığın öncelikli hedefi işçiyi, emekçiyi daha fazla sömürerek “esas tanrıları” olan parayı daha çok kazanmak, ülkeyi yağmalamaya devam etmek ve buna dayanarak saraylarda saltanatı/sefahati sürdürmektir.
İlk yıllarda T. Erdoğan başta olmak üzere AKP şefleri “demokrat” kostümü giymişlerdi. Avanak liberaller, hatta akıl tutulmasına uğrayan bazı solcular o kostümün ‘pırıltısına’ kapılmıştı. “Askeri vesayete son verme” söylemi, bazılarına cazip görünmüştü. Oysa egemen klikler arasındaki çatışmadan “demokrasi” bekleyenler hüsrana uğradı. Dinci gericiliğin derdi askeri vesayeti kaldırmak değil, kendi vesayetini kurmaktı. Nitekim “demokrat kostümü”nü atmak için sabırsızlandılar ve ilk fırsatta paçavra olarak kullanmaya başladılar.
Fethullah Gülen cemaatiyle iktidar kavgası, Haziran Direnişi ve nihayet 7 Haziran 2015 seçimlerde yaşadığı hezimet, dinci gericiliğin faşist yüzünü göstermesinin aşamaları oldu. Kürt hareketiyle kurulan masayı tekmeleyen AKP şefi, faşist MHP’ye sığında. Her gün aşağıladığı MHP şefi D. Bahçeli T. Erdoğan’a can simidi oldu. Elbette T. Erdoğan’da, kendisine her gün hakaret eden D. Bahçeli’yle ırkçı-faşistlik konusunda yarışır hale geldi.
Moral değerlere karşı örgütlü bir saldırı
Filistin’de ölen ya da yaralanan çocuk için “timsah gözyaşı” döken Erdoğan, 2013 Haziran direnişinde Berkin Elvan ve diğer gençlerin katledilmesini “emri ben verdim” diyerek üstlendi. AKP şefi o kadar zıvanadan çıktı ki, şakşakçı amigolarına, Berkin’in annesini yuhalattı.
Dinci-gerici rejim 20 Temmuz’da Suruç katliamıyla Kürt halkına kirli savaş ilan etti. Artık ‘demokrat’ kostümü değil ‘SS’ kostümü dönemiydi. Nitekim 2015’te Şırnak’ta katledilen 6 aylık Miray bebeğe bile o günlerde Erdoğan’ın başbakan olarak atadığı Ahmet Davutoğlu “terörist” diyebildi. Bir başka “terörist” 70 yaşındaki Taybet ananın cansız bedeni 1 hafta boyunca sokakta bekletildi.
Bu dinci-faşist zihniyet, son olarak Garzan mezarlığından kaçırılan cenazeleri kaldırıma üst üste gömerek kendini gösterdi. O kadar düşkünleştiler ki, kutulara konulan kemiklere bile hakaret ettiler.
Lümpen-faşist zihniyet, ölüm oruçlarında yaşamını yitiren devrimcilerin cenazelerine/mezarlarına saldırarak da iğrençliğini sergiledi. Tüm bunlar moral değerlere karşı örgütlü bir saldırı olduğunu gösteriyor. İbrahim Gökçek’in Kayseri’de gömülmesinden sonra “cenazeyi çıkarır yakarız” diyen güruhları besleyen bir rejimdir AKP-MHP koalisyonun kurduğu.
Bu arada pedofoli örnekleri olarak kız çocuklarına cinsel istismarı savunan “Porf.” unvanlı meczuplar, artık yandaş medyanın müdavimleri arasındadır. Bunlara, Erbakan’ın oğlu gibi dinci parti başkanları ile sarayın beslediği yandaş medyadaki birçok tetikçi de eşlik ediyor.
İnsanlığın binlerce yıllık değerler birikiminden zerre kadar nasiplenemeyen bu zihniyet, toplumu da içinde yüzdüğü bataklığa çekmek istiyor. Zira toplumu bataklığa çekemezse, sonun geleceğini bu rejimin efendileri de biliyor.
Toplumun özellikle işçilerini, emekçilerini moral yönden yozlaştırmak, rejim için önceliklidir. Zira yozlaşmış bir sınıfın sömürüye, köleliğe, zorbalığa karşı mücadelesi de zayıf olacaktır.
Bugün yarattıkları korku imparatorluğuyla bu hedefe ulaşmaya çalışıyorlar. Haziran direnişinde yıkılan korku imparatorluğunu yeniden tesis etmek için histerik bir şekilde saldırıyorlar. Beyoğlu’nda, Çorlu’da ve başka yerlerde sokağa çıkma yasağına uymadığı gerekçesiyle polisin kameralar önünde insanlara hakaretler yağdırıp şiddet uygulaması, insan onuruna ve moral değerlerine yapılmış pervasız bir saldırıdır.
AKP-MHP koalisyonuna verilen desteğin erimesi, toplumun önemli bir kesiminin yozlaşma bataklığına dalmak istemediğini gösteriyor. Kuşkusuz baskı ve zorbalığa karşı sesler de çıkıyor. Ama bu sesler çoğalmalı, örgütlenmeli ve eyleme geçerek sokakları çınlatmalıdır.