Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi, sonunda AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın davetine icabet ederek Ankara’ya geldi. Görünen o ki Sisi, bir yanda Erdoğan’ın sonu gelmez yalvarışları diğer yanda ekonomik ve siyasi çıkarları bunu gerektirdiği için Ankara’ya gelmeye karar verdi. Erdoğan’a kalsa Sisi’yi çok önce sarayında ağırlamak isterdi. Ancak keskin U dönüşü yapan siyasetçi figürlere doğal olarak kimse güvenmez. Onlarla yeniden ilişki geliştirme ağırdan alınır. Zira bugün U dönüşü yapanın yarın başka bir dönüş yapmayacağının garantisi yok.
Hasmı ile kucaklaşmak Sisi için özellikle zordu. Zira yıllarca küfür ve hakaretlerine maruz kaldığı, düşmanlarına kol/kanat germiş bir muhatapla kucaklaşmak, sermayenin siyasal temsilcileri için bile kolay olmasa gerek. Ancak sermaye adına siyaset yapan her figür için ilkeler değil çıkarlar esastır. Dolayısıyla koşullar oluştuğunda küfürler de hakaretler de ithamlar da bir kenara bırakılabilir. Sisi’de bunu yaptı.
***
Erdoğan, birkaç yıl öncesine kadar attığı her nutukta darbeci, diktatör, zalim, katil gibi sıfatlarla anıyordu Mısır Cumhurbaşkanı’nı. Her fırsatta Rabia işareti yapan Erdoğan, kaba-saba söylemlerini yıllarca iç politika malzemesi olarak kulandı. Sisi’ye küfür etmenin, hakaret yağdırmanın şehvetine kapılan Erdoğan, sınır ya da ölçü tanımadan bunları tekrarlayıp durdu. 10 yıla yayılan düşmanca söylemlere rağmen Sisi’nin Erdoğan’ı ciddiye alıp yanıt verdiği görülmedi. Türkiye Mısır’ın iç işlerine karıştığı için Kahire’deki büyükelçiyi kovmakla yetindi.
Erdoğan’ın Sisi’ye düşmanlık yapması için esaslı nedenleri vardı. Zira 30 milyon kişinin sokaklara çıkıp protesto ettiği Müslüman Kardeşler (İhvancılar) rejimini yıkan son darbeyi Sisi vurmuştu. Dönemin İhvancı Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin devrilmesi, “Ortadoğu’yu İhvancılaştırma” rüyaları gören Erdoğan için uzatmalı bir kabus olmuştu. Zira tasarlanan “İhvancı Ortadoğu rüyası” gerçekleşseydi şefi Erdoğan olacaktı.
Rüyaları kabusa dönen Erdoğan’ın Sisi’den önce Mısır halkına kızması gerekirdi. Zira o isyan olmasaydı Sisi İhvancıların kılına bile dokunamaz, onlarla işbirliği yapmaya devam ederdi. Halk isyanı, Sisi kliğine İhvancıları alt edip iktidarı kolayından ele geçirme imkanı sağladı. Halk hareketinin açmazı ise, o dev gücü hedefe götürebilecek bir siyasal önderlikten yoksun olmasıydı. İhvancılarla hesaplaşmayı göze alamayan kitleler, orduyu yardıma çağırdı. Fırsatı değerlendiren Sisi ordu darbesi ile İhvancıları saf dışı edip iktidara yerleşti.
***
Mısır halkının İhvancılara karşı isyanını yok sayan Erdoğan, Sisi’yi “can düşmanı” ilan etti. Düşmanlığı uluslararası alana da taşıyan AKP şefi, Sisi davet edilmiş diye Birleşmiş Milletler’in verdiği resmi yemeklere katılmayı bile reddetmişti. Yani Sisi ile aynı mekanda bulunmaya tahammül edemiyordu. Erdoğan’ın Sisi’ye kin duymaktan vaz geçtiğine dair halen de hiçbir belirti yok. Ne çare ki, muhtaç olduğu için Ankara’ya davet ettiği Sisi hakkında olumlu laflar etmek zorunda kaldı.
Dinci ideolojinin temsilcileri ne kadar ilkesizlerse o kadar da kincilerdir. Dolayısıyla düşman belledikleri kişiler, her koşulda onlar nazarında öyle kalırlar. Ancak ilke, kural, değer gibi hasletlerden azade oldukları için, çıkarları gerektirdiğinde “azılı düşman” kabul ettikleri kişilere “kardeşim”, “dostum” gibi sıfatlarla hitap etmekte en küçük bir beis görmezler. Buna karşın kinleri de baki kalır.
***
Ekonomisi dibe vurmuş, ülke nüfusunun yarısından fazlasını sefalete mahkum etmiş bir rejimin şefi olan Erdoğan, artık sahte vaazlarla, hamasetlerle kitleleri aldatamıyor. Nitekim anketlere göre sadece AKP’nin değil, Erdoğan destekçilerinin de sayısı sürekli düşmektedir. Bu durumda kokuşmuş, mafyatik Saray rejiminin bekası için sadece düşmanlarıyla değil, ruhunu şeytana satan Dr. Faust gibi çıkarına uygun olduğu sürece her anlaşmayı imzalamaya hazır hale gelmiş görünüyor.
Hal böyle olunca, “İslam dünyasının lideri” safsatası etrafında örülen söylem terk ediliyor. “Omurgasız kıvraklık, politik manevra kabiliyeti, işleri kotarma yeteneği” gibi söylemler öne çıkartılıyor. Dün söylenenler, ortaya atılan iddialar, savunulan görüşler yok sayılıyor. Çıkarlar için “din kardeşleri/dava arkadaşları” gözden çıkarılabiliyor. Din istismarına dayalı politikalar sınıfsal/dünyevi çıkarlar için gereklidir. Olur da çıkarlara ters düşerse, bir kenara itilebilir. Erdoğan, ırkçı-Siyonist İsrail rejimiyle arayı düzeltmek için Hamas liderlerinin pasaportlarına el koymak, bir kısmını sınırdışı etmek yoluna gidecek kadar çıkarlarına düşkün olduğunu ispatlamıştı.
Sisi ile anlaşmak için İhvancılara ayar veren AKP şefi, dünün “mazlum İslamcı dava arkadaşlarını” satmakta biran bile tereddüt etmedi. Mursi yönetimi devrildikten sonra Türkiye’yi Mısırlı İhvancıların (Suriyeli İhvancılar 1980’li yıllardan beri Türkiye’yi bir üs olarak kullanıyor) üssü haline getiren Erdoğan rejimi, Sisi ile barışmak için onları kovdu. Televizyon kanallarını ya kapattı ya da Sisi’yi eleştirmelerini yasakladı. Bir kısmı her zamanki üsleri olan Londra’ya taşındı. İsrail’le arayı düzeltmek için Hamas’ı harcayan Erdoğan, Sisi ile barışmak için Mısırlı İhvancıları harcamakta da biran bile tereddüt etmedi.
Bunları yapan AKP şefi, elbette siyasal İslamcı-gerici çizgisini terk etmiş değil. Ancak o, temsil ettiği sermaye sınıfının çıkarlarını her şeyin üstünde tutacak kadar sınıf bilinçlidir. Damadı ile kardeşinin Türkiye’nin vergi rekortmenleri olmaları, Erdoğanlar klanının sermaye sınıfının organik bir parçası haline geldiğini kanıtlamakla kalmıyor, klan üyelerinin Türk burjuvazinin Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi köklü klanlarını yaya bıraktığını da gösteriyor. Bu sınıfsal arka plana dayanan mafyatik bir rejim için “din kardeşliği/dava arkadaşlığı” sermayenin çıkarlarına hizmet ettiği kadar kıymetlidir.
***
İki Amerikancı rejimin çıkarlarının çakıştığı alanlar olduğu gibi, çatıştığı alanlar da var. Saray rejiminin yayılmacılık bağlamında Suriye, Libya, Irak ve bazı Afrika ülkelerinde izlediği politika çoğu zaman Mısır’la sorunlara neden oluyor. Buna rağmen birçok anlaşmaya imza attıklarına göre, çatışma alanlarındaki sorunları en azından kontrol altında tutmaya çalışacakları var sayılabilir. Elbette anlaşma imzalamak tek başında bir anlam ifade etmez. Esas olan icraatlardır. Dolayısıyla bu anlaşmaların bir karşılığının olup olmayacağı ilerleyen süreçte belli olacak.
Erdoğan’ın Şubat’ta yaptığı Mısır ziyaretine Sisi’nin gecikmeli de olsa karşılık vermesi, taraflar arasındaki ilişkilerde bir değişim olduğuna işaret ediyor. Ancak ne Sisi’nin Erdoğan’a duyduğu güvensizlik ortadan kalktı ne Erdoğan’ın Sisi’ye duyduğu kin mazide kaldı. Bundan dolayı taraflar arasındaki sorunların kısa sürede çözülmesi olası görünmüyor.
Bu arada görüşmelerde Gazze’de devam eden İsrail soykırımının öncelikli konu olduğu söylendi. Taraflar sanki Filistin halkının maruz kaldığı barbarlığa karşı bir şey yapıyormuş havası estirmeye çalıştı. Vurgulamak gerekiyor ki, ne Mısır’ın ne Türkiye’nin İsrail’e karşı aldığı tek bir somut tutum oldu. Geçen hafta soykırıma destek için İsrail’e giden ABD savaş gemisiyle birlikte ortak tatbikat yapan Erdoğan, ettiği “keskin” laflara rağmen halen soykırımcılara hizmet etmeye devam ettiğini gösterdi. ABD ile ateşkes görüşmelerini yürüten Sisi de halen İsrail’e karşı etkili tek bir adım atmış değil. Yani bu konuda her ikisi de riyakarca laflar ettiler. Ne de olsa Gazze’de devam eden soykırım bir Amerikan savaşı ve her iki rejim de Amerikancıdır…