4 Ocak’ta Boğaziçi Üniversitesi’ne AKP’li Melih Bulu’nun kayyım rektör olarak atanmasından bu yana süren Boğaziçi Direnişi 7. ayına girmiş durumda. Sermaye devletinin on yıllardır üniversiteleri ve üniversitelileri teslim almaya yönelik süren gerici saldırılarına bir yanıt olan direniş, bu topraklarda gençliğin her zaman diri kalan mücadele dinamizmini bir kez daha gözler önüne serdi.
Öğrencilerin başlatmış olduğu direniş için “6 ayda biter” diyen Melih Bulu, 6 buçuk ay sonra görevden alındı. Bir gece yarısı kararnamesi ile gelip, bir gece yarısı kararnamesi ile giden Bulu için “Geldiği gibi gitti” yorumları yapılsa da durumun fiiliyatta böyle olmadığını biliyoruz. Tek adamın “Ben yaptım oldu” inadını kıran yegane etken, devletin tüm mekanizmaları ile sergilediği baskı ve şiddete rağmen gençliğin süreç boyunca sergilediği kararlı duruştur. Bir çıkışsızlığın içerisinde debelenen sermaye devleti, kuklasını üniversiteden almak zorunda kaldı. Melih Bulu’nun görevden alınmasının, hareket sönümlenip üniversite içine daralmasına rağmen anlamlı bir kararlılığın devam etmesi sayesinde gerçekleştiği açıktır.
Direniş sürecine kısa bir bakış
Özellikle sürecin en başında hareketi ezmeye yönelik her türlü saldırıyı hayata geçiren AKP-MHP iktidarı, adeta terör estirdiği hareketliliğin ilk döneminde, direnişi bitiremediği gibi ateşi daha da harladı. Ev baskınları, süreç boyunca her eyleme getirilen yasaklama ve toplamda yüzlerce kişinin gözaltına alınması, tutuklamalar, süren onlarca dava... Yaşananların birçoğu var olan hareketliliği toplum gözünde karalamaya da hizmet ediyordu. Sürecin en başından beri dinci-gerici iktidarı hedef tahtasına oturtan Boğaziçi Direnişi, toplum gözünde karalanamadı, bilakis geniş kesimlerce sahiplenildi. Uzun dönemdir gençlik örgütlerine daralan tablonun da kırılmasına ve gençlik hareketinin hızla ivmelenmesine vesile olan direniş, toplumsal muhalefetin odak noktası haline geldi.
Kayyım rektörün atanması, Boğaziçi’ni de adeta hapishaneye çevrilen üniversiteler arasına eklendi. Demir kapıların boyları yükseltildi, turnikelere yüz tanıma sistemi dahil edildi, var olan kamera sayısı arttırıldı, kampüs içerisine giriş-çıkışlar kısıtlandı vb. Keza BOUN birçok defa ÖGB şiddetine sahne oldu. Bu arada yeni ÖGB alımları yapıldı. Üniversitesi’nin çevresi adeta polis karakoluna çevrildi. Tüm bunlarla da sınırlı kalmayan saldırılar üniversite içerisinde adeta “Truva Atı” görevi görecek iki yeni fakültenin (hukuk ve iletişim) açılması ile devam etti. En ufak bir durumda öğrencilere sayısız soruşturma açıldı, direniş sürecinin en başından beri parçası olan ve “kayyımlık” binasına sırtlarını dönen akademisyenlerden Feyzi Erçin’in ders vermesi fiili olarak yasaklanırken, Bulu’nun ardından gelen kayyım rektörün ilk icraatı ise Can Candan’ı görevden almak oldu.
İçeride bu saldırılar hız kazanırken dışarıda da devlet Boğaziçi Direnişi’ne katılan çoğu örgütlü, onlarca öğrencinin KYK kredi ve burslarını kesti. KYK yönetmeliğinde değişiklikler yaparak eylemlere katılan öğrencilerin barınma haklarını elinden aldı. Birçok öğrenci de bu süreçte kayıtlı oldukları devlet yurtlarından atıldı.
Tüm bu saldırılara rağmen direniş devam ediyor. Hareket kampüs içerisine daralmış olsa da daha hareketli süreçleri tetikleme potansiyelini halen içinde taşıyor.
“İstifa yok tek başına, ya tüm kayyımlar ya tüm kayyımlar!”
Direniş doğalında kendi taleplerini yarattı: Söz-yetki-karar hakkının üniversitenin tüm bileşenlerinde olması, özerk-demokratik üniversite, tüm kayyım rektörlerin istifası, ÖGB ve polisin kampüs içerisinden çıkarılması bu süreçte öne çıkan taleplerdi. Hareket hiçbir zaman tek bir kayyımın istifası gibi dar bir talebe sığdırılmadı. Doğal olarak Melih Bulu’nun görevden alınması ile de hareketin bitmesi beklenmiyor. Ki zaten Melih Bulu’nun hemen ardından bir başka kukla olan rektör yardımcısı Mehmet Naci İnci “vekaleten” kayyım rektör koltuğuna oturdu.
AKP iktidarının üniversitelere dönük tek saldırısı tepeden rektör ataması değildir. Dolayısıyla Melih Bulu’nun gitmesi bir “zafer” değildir. Bugün üniversitelerde özerk-demokratik bir işleyiş olmadığı sürece sorunların hiçbiri çözülemez, talepler gerçek bir zemine oturamaz. İşte bu yüzden özerk-demokratik üniversite mücadelesi daha birleşik ve kitlesel hale getirilerek yükseltilmek zorundadır. Melih Bulu’nun istifasının ardından Boğaziçi öğrencilerinin çağrısı ile Kadıköy’de tüm üniversitelilere çağrı yapılarak ve açık kürsü oluşturularak gerçekleştirilen eylem, sürece anlamlı bir adımın daha eklenmesine vesile olmuştur. Talepler yalnızca Boğaziçi’nin sorunu ya da oraya özgü talepler değildir. Artık süreç Boğaziçi özelinden çıkıp, dinamiğini tüm öğrencilerin bir araya geldiği bir zeminde bulmalıdır.
Gençliği teslim almadan geleceği teslim alamayacağını bilen sermaye devleti pandemi dönemini fırsat bildi, kollarını sıvadı ve üniversitelere dönük saldırılarına hız verdi. Eğitimde gerçekleştirdikleri dönüşüm hız kazandı. Saldırılar iki boyutlu ilerledi. Eğitimin ticarileşmesi ve eğitim hakkının gasp edilmesi ilkini oluştururken, devletin en büyük hamlesi dinci-gerici ideoloji ekseninde üniversiteleri sürükledikleri dönüşüm oldu. Ancak istedikleri dikensiz gül bahçelerini kolay kolay elde edemeyeceklerini, gençliğin dışa vuran öfkesine ve direnişine çarptıklarında anladılar.
Yeni eğitim dönemine neredeyse bir buçuk ay gibi kısa bir süre kaldı. Pandemi sürecinde katmerleşen eğitim sorunları ve artan gerici saldırılar karşısında milyonlarca öğrenci büyük bir öfke ile o sıralarda yerini alacak. Bu öfkeyi doğru hedefe kanalize etmek ise gençliğin örgütlü-politik öznelerine düşen en büyük sorumluluktur. Sürecin en başından bugüne kadar Boğaziçi Direnişi’nden dersler çıkartılabilmeli ve yaşanabilecek her türlü eylemselliği birleşik, kitlesel ve örgütlü bir gençlik mücadelesini yükseltmenin olanağına dönüştürebilmeliyiz.
Ortak talepler ekseninde ortak mücadeleyi yükseltelim!
Özerk-demokratik üniversite mücadelesi devam ediyor!
M. Nevra