Yemen, 2014/2015 yıllarından beri -2022 yılı Nisan- Ekim ayları arasındaki ateşkes dışında- uluslararası kamuoyunun büyük ölçüde yok saydığı bir savaşa maruz kalıyor. Birleşmiş Milletlere göre zamanımızın en büyük insani felaketi haline gelen bir savaştan Yemen halkı uzun süreden beri acı çekiyor. BM, savaşın şiddeti ve neden olduğu açlık ve hastalık gibi sonuçları nedeniyle ölenlerin sayısının 400.000’i aştığını tahmin ediyor.
Birleşmiş Milletler verilerine göre şu anda yaklaşık 5 milyon kişi ülke içinde yerinden edilmiş, 30 milyon nüfuslu ülkede 22 milyondan fazla kişinin ise insani desteğe ihtiyacı var. Yaklaşık 17 milyon kişinin gıdaya güvenli erişimi yok. İnsanlık için en acısı ise, 2.2 milyon çocuğun ciddi akut yetersiz beslenmeden muzdarip olmasıdır. Hal böyleyken dünya, sonsuz gibi görünen bir savaşa sırtını dönmüş bulunuyor. Zira Yemen’i hedef alan saldırıların ve uygulanan ambargonun arkasında ABD emperyalizmi ile suç ortakları var.
İsrail’in Filistin halkına dönük katliamlarına tepki gösteren Ansarullah Hareketi’nin (Husiler) Gazze ile aktif dayanışmaya girmesi, unutturulmak istenen Yemen’i dünyanın gündemine taşıdı. Gazze’deki soykırım saldırısı durdurulana ve abluka kaldırılana kadar İsrail’e ait ya da oraya mal taşıyan gemilerin Kızıldeniz’den geçmesine izin vermeyen Ansarullah’ın aldığı bu onurlu tutum, dünya halklarının takdirini kazanmış bulunuyor. Anglo-Amerikan emperyalistleri ise, Yemen hükümetinin bu cüretli tutumuna savaş açarak, Gazze’de soykırımın devam etmesi için savaş suçlusu İsrail’e kalkan oluyor.
Yemen’deki savaş Batı’da genellikle kısır tartışmaların konusu ediliyordu. Yaşanan savaşın karmaşık görünen arka planını anlamak ya da anlatmak isteyen kimse yok gibiydi. Oysa ki tarihi, kültürü ve stratejik coğrafi konumu açısından Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden biridir Yemen.
***
Yemen’in coğrafi sınırları İslam'ın ilk dönemlerine kadar uzanır. Orta Doğu devletlerinin çoğunun sınırları sömürgeci güçler tarafından suni bir şekilde çizilirken, Yemen'de durum ise farklıdır. Arap Yarımadası'ndaki bu bölge coğrafi olarak çevresinden ayrılan başlı başına bir bütünlüğü temsil ediyor.
Yemen'in tarihi ve kültürel mirası kadar, iç çatışmalarının da derin kökleri ve verimli vadileri nedeniyle ülkenin “Mutlu Arabistan” olarak anıldığı dönemler var. Özellikle ülkedeki baharat zenginliği başta Mısırlılar olmak üzere Yunanlılar ve Romalılar gibi önemli imparatorluklarla ticari ilişkileri güçlendirme olanağı sağlamıştır.
Verimli toprakları ve zekice tasarlanmış sulama sistemleri sayesinde Hıristiyanlık öncesi Yemen'de tarım da oldukça gelişkin. Roma İmparatorluğu'na dahil olmasıyla birlikte deniz ticareti daha bir önem kazanmış, ancak ülkenin doğusunda var olan ileri kültürler de bir o kadar gerilemeye başlamıştır. Daha önce Ülkede egemen olan Sebeliler, giderek güçlerini kaybetmiş ve 6. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Yahudilik ve Hıristiyanlık tarafından tamamen yerlerinden edilmişlerdi.
Yemen'in Arap halifeleri tarafından İslamlaştırılması, MS 622'de Sana’daki el-Jamad'da ilk büyük caminin inşasıyla başlamış ve bunu yüzyıllarca sürecek olan işgal ve yabancı yönetimler izlemiştir. Osmanlılar, 15. yüzyıla kadar Mısır egemenliğinden sonra bölgeyi 100 yıl boyunca yönettiler. Zeydiler 17. yüzyılın ilk yarısında yönetimi ele geçirdi ve egemenlikleri 19. yüzyıla kadar sürdü. Yemen, 19. yüzyılın ortalarında ikiye bölündü: Büyük Britanya ülkenin güneyini kontrol altına alarak, Hindistan yolunda önemli bir ticaret odağı haline gelen bir deniz üssü kurdu. Aynı zamanda Osmanlılar da ülkenin bazı kısımlarını yeniden fethettiler. Yemen, güneyde İngilizler batıda ise Osmanlı ve kuzeyde Zeydiler olmak üzere üç parçaya bölündü.
Birinci paylaşım savaşından sonra Osmanlı’nın egemenliğini kaybetmesi ve Kuzey Yemen'in Zeydilerin himayesinde egemen bir monarşi haline gelmesi, ülkeyi dış politika açısından izole etti. Çok sayıda iç savaş ve ayaklanma, 1962'deki askeri darbeyle Zeydi yönetimi yıkılana kadar kuzeyi kasıp kavurdu. 1960'ların sonunda İngiltere, gelişen direniş karşısında birliklerini Yemen'in güneyinden çekmek zorunda kaldı. O süreçte kanlı iç çatışmalarla iktidar mücadeleleri yaşandı.
Güney Yemen Halk Cumhuriyeti, Kasım 1967'de bağımsızlığını ilan etti ve 1969 senesinde Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti (VDRJ) adını aldı. Sosyalist Birlik Partisi tarafından yönetilen Güney Yemen, Orta Doğu'daki en ileri birikim öğelerini barındıran devletti ve Sovyetler Birliği’yle çok yakın ilişkileri vardı. Güney Yemen toprak reformu, kadınlara eşit haklar, çocuk evliliklerinin yasaklanması, kabileciliğin kısıtlanması ve şeriat hukukunun eyalet hukuku ile değiştirilmesi gibi çağdaş hedeflere ulaşmıştı. Güney Yemen'in aile hukuku, özellikle de bulunduğu coğrafi konum itibariyle dönemin en ilerici hukuku kabul ediliyordu. Anayasa çalışma hakkını, barınmayı, ücretsiz eğitimi ve sağlık hizmetini güvence altına alıyordu. 1980'lerin ortalarında okuma yazma bilmeyenlerin oranı neredeyse sıfıra yaklaşmıştı. Muhafazakar, dindar, son derece kabileci ve Suudi Arabistan’ın etkisi altında olan Kuzey Yemen'de ise Yemen Arap Cumhuriyeti (JAR) ilan edildi. İki hükümet arasında devam eden sınır çatışmaları Yemen'in ikiye bölünmesiyle sonuçlandı.
22 Ocak 1990'da sınırlar açıldı ve Kuzey ile Güney Yemen yeniden birleştirildi. Ancak bu birlik başından beri oldukça kırılgan ve gerginlikleri barındıran bir karaktere sahipti. Suudi Arabistan ve emperyalist gericiliğin bütün desteğini arkalayan Kuzey Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih o andan itibaren tüm ülkenin kontrolünü ele geçirdi. Kuzey Yemen’deki Salih’in iktidarı ya da düzeni bir çeşit aşiretler Federasyonu ve ona has işbirlikçilikten oluşuyordu. Bölge gericiliği ve emperyalistlerin desteği ile Salih yönetimi birleşme sürecinde üstünlüğü ele geçirdi.
Birleşmenin ardından Sana devletin siyasi başkenti, Aden ise ekonomik başkent ilan edildi. Yeniden birleşme resmi olarak tamamlandığında bile yapısal bir bölünme hala devam ediyordu. Orduların yanı sıra ülkenin iki bölgesinin idari yapıları da ayrı kaldı. Böylece yeni oluşturulan devlet gerginlikler ve ayaklanmalara fazlasıyla gebeydi.
1994’te, yani birleşmeden 4 yıl sonra Güney ile Kuzey Yemen orduları arasında iç savaş başladı. “Güney’in Kuzey Yemen’e karşı isyanı” olarak adlandırılan ve binlerce kişinin ölümüne sebep olan savaşın galibi Kuzey Yemen ordusu oldu. Güney isyanının bastırılmasından sonra Suudi Arabistan destekli Salih iktidarı kamu ve orduda görevli binlerce Güney Yemenli’nin işlerine son verdi ve Güney Yemen’de bulunan petrol sahaları ve topraklar Salih’e yakın olan şirketlere ve kişilere peşkeş çekildi.
Ülkedeki bu hoşnutsuzlukları, 2000’lerin başında Kuzey merkezli Husi ve Güney merkezli el-Hirak isyanları takip etti. Ülkenin kuzey ve güneyindeki rejim karşıtı yapılanmaların yanı sıra mevcut geniş kabile ağı ile El-Kaide terör örgütünün varlığı gibi diğer olgular, ülkedeki kıt olan kaynaklar üzerinde uzun süreden beri devam eden bir mücadele alanı oluşturmaktaydı. Ülkedeki kıt kaynaklar üzerindeki bu mücadele, 2011 “Arap Baharı” ile daha da derinleşti.
O süreçte Tunus ve Mısır’da başlayan protestolardan esinlenerek 2011 Ocak ayında Yemen’de de ilk protestolar görülmeye başladı. Bilhassa 11 Şubat 2011’de Mısır’da Hüsnü Mübarek’in istifa etmesi Yemen’de coşkuyla karşılandı ve bir nevi gösterileri körükleyen bir rol oynadı. Birleşmenin üzerinden geçen yirmi yıl, devlet aygıtında kurumsallaşmayı yaratamadığı gibi toplumdaki bütünleşmeyi de sağlayamamıştır. Ortak bir siyasi ve ekonomik kimliğin yokluğuna karşı duyulan öfke ve hayal kırıklığı sosyokültürel ayrılıkları derinleştirdi ve ülkeyi bir kaosa sürükledi.
“Arap Baharı” diye adlandırılan süreç bilhassa öğrenci gençliğin yaratıcılığı, Sana’da ve ülkenin diğer birçok kentinde gerçekleştirilen protestolar toplumun geniş kesimlerine ciddi bir dinamizm kazandırdı. Bu protestolara kısa süre içinde “Güney Hareketi” ve “Ansarullah Hareketi/Husiler” de katıldı. Bu protestolar "Ansarullah", yani “Allah'ın takipçileri” ismini tercih eden Husiler için büyük bir fırsattı ve Yemen hükümetine karşı savaş çağrısı yapmanın bütün imkanlarını bir bakıma hazırlamıştı. Nihayetinde 2011 yılında Ali Abdullah Salih’in devrilmesinde Husilerin oynadığı rol belirleyicidir.
Salih’in devrilmesinden sonra, eski Başkan Yardımcısı olan Abd Rabbo Mansur Hadi’nin öncülüğünde, Suudi Arabistan’ın da devasa mali yardımla desteklenen bir ulusal birlik hükümeti kuruldu. Lakin Husiler yeni kurulan birlik hükümetine alınmadılar. Husi isyancıları Şubat 2015’de Hadi’yi görevden alıp ev hapsinde tuttular. 21 Şubat’ta liman kenti Aden’e kaçmayı başaran Hadi, yeni bir hükümet kurduğunu açıkladı. Sonrasında Husilerin Aden’i ele geçirmesi üzerine Hadi Suudi Arabistan’a, efendilerinin yanına kaçtı.
Kukla Mansur Hadi’nin hezimete uğraması üzerine 25 Mart 2015 tarihinde Suudi Arabistan, Körfez İşbirliği Konseyi, ABD ve Mısır’ın desteğiyle Yemen’e resmen savaş ilan etti. Bu savaş Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2015 yılında aldığı 2216 sayılı kararla “meşrulaştırıldı.” Dolayısıyla 2015’ten bu yana sistematik olarak Yemen’de yürütülen soykırıma “yasal kılıf” uydurulmuş ve BM’nin kendisi uluslararası hukuku ayaklar altına almıştır.
***
Yıllardır savaş sarmalının içinde harabeye dönmüş Yemen’in yoğun nüfuslu kentlerine 12.01.2024 Cuma günü ABD ve İngiltere hava saldırıları gerçekleştirdi. Saldırılarla ilgili ABD Başkanı Joe Biden yaptığı açıklamada, “ABD ve İngiltere, Avustralya, Kanada, Bahreyn ve Hollanda’nın desteğiyle ve benim talimatımla Husi isyancılarının özgürlük aradığı Yemen’deki bazı hedeflere başarıyla saldırdılar” dedi. Bununla yetinmeyen Biden sözlerine şunları ekledi: “...Halkımızı ve uluslararası ticaretin serbest akışını korumak için gerekirse daha fazla saldırı emri vermekten çekinmeyeceğim.”
Şüphesiz ki ABD-İngiltere emperyalistleri tarafından gerçekleştirilen bu saldırı, Yemen halkına duyulan kini gösterdiği gibi, bölge halklarını savaşı yaymakla tehdit etmek anlamına geliyor.
Saldırıyı gerçekleştiren ABD ile kıta Avrupa ve kıta Asya’daki uşakları; “Avusturya, Bahreyn, Danimarka, Almanya, Kanada, Hollanda, Yeni Zelanda, Kore Cumhuriyeti ile İngiltere ortak bir basın açıklaması yaptılar.
Ortak açıklamada şu vurgular öne çıktı: “...Husilerin ticari gemicilik, Kızıldeniz’den geçiş de dahil olmak üzere gemilere yönelik devam eden yasadışı, tehlikeli ve istikrarsızlaştırıcı saldırılarına yanıt olarak Hollanda, Kanada, Bahreyn ve Avustralya’nın desteğiyle ABD ve Birleşik Krallık silahlı kuvvetleri, Doğal hukuka uygun hareket ettiler, bireysel ve kolektif meşru müdafaa hakkı, BM Şartı’na uygun olarak, Yemen’de Husi kontrolündeki bölgelerde bir dizi hedefe ortak saldırılar gerçekleştirdi...”
Emperyalist haydutlar açıklamanın sonunda tehdit savurmayı da ihmal etmediler: “Hedefimiz, Kızıldeniz’de gerilimi azaltmak ve istikrarı yeniden tesis etmek olmaya devam ediyor, ancak mesajımız gür ve net: Devam eden tehditler karşısında, dünyanın en önemli denizlerinden birinde hayatların ve malların serbest dolaşımını savunmaktan çekinmeyeceğiz...”
ABD ile suç ortakları, ırkçı-siyonist rejimi koruyarak Gazze’de soykırım yapamaya devam edebilsin diye Yemen’e saldırdılar. Bu zıt iki tutum iki farklı ahlakı da yansıtıyor: Bu bağlamda Sana hükümeti halklar nezdinde yücelirken, ABD ile suç ortaklarının barbarlığı bir kez daha tescil edilmiş oldu.
***
Dönemin Merkel liderliğindeki Alman hükümeti 2018 yılında Yemen’de ağır savaş suçları işleyen Suudi rejimine silah ambargosu uygulayacağını ilan etmişti. Şimdiki militarist hükümet bu angajmanı artık tanımadığını ve “iyi bir silah tedarikçisi” olacağı sözünü vermiş bulunuyor. Nitekim son gelişmelerle ilgili bir demeç veren SPD’nin dış politika sözcüsü Nils Schmid, “Hamas’ın 7 Ekim’deki korkunç terör saldırısından sonra dünya artık çok farklı bir yerde” diyerek Suudi Arabistan’la ilişkilerin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savundu.
Ukrayna savaşının ardından süreci “Dönüm Noktası” olarak tanımlayan ve buna göre pozisyon alan Alman emperyalizmi, bir bariyeri atlamanın mutluluğunu yaşıyordu. Şimdi ise İsrail’in birinci dereceden suç otağı ve bölge gericiliğinin müttefiki olarak gardını alıyor.
Yeşiller Partisi’nin Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ile ekonomi Bakanı Robert Habeck’in neredeyse gün aşırı ziyaretleri ettikleri “bölge ülkelerinde” iki şeyin altını çizmek gerekiyor: Birincisi, Alman emperyalizmi İsrail’in Gazze’deki soykırımında kilit bir rol oynamakla kalmıyor, İran ve müttefiklerine karşı kapsamlı bir savaşın da en ön saflarında yer alarak bölgeyi yeniden dizayn etme planı kapsamında rol oynuyor. Bir zamanlar “savaş karşıtı, pasifist” diye tanımlanan Yeşiller artık alman emperyalizminin “şahin” kanadını temsil ediyor.
Alman emperyalizmini bütün tarihsel suçlarından arındırmanın ve toplumu saldırgan politikanın yedeğine almanın en iyi rol modelleri ancak Sosyal Demokratlar ve Yeşillerden devşirilebilirdi ve bu gerçekleşmiş bulunuyor. Toplumsal destekleri yerlerde sürünen koalisyon ortaklarının hala işbaşında tutulması Alman emperyalizminin kirli çıkarlarının “en iyi temsileri” olmalarından kaynaklıdır.
***
Tekelci Alman basını, Yemen ordusunun İsrail’e giden gemilerin Kızıldeniz’den geçişlerine izin vermemesi konusunu çarpıtarak veriyor. Saldırılarından kaynaklı gecikmelerin uluslararası ekonomiyi, bilhassa Alman sermayesine ve Alman tüketicisine etkileri hakkında haftalardır propaganda yapıyor. Yıllardır Yemen’de yürütülen katliamlara dair tek kelime etmeyen bu sefiller sürüsü, söz konusu kendi kirli çıkarları olunca demokrasi havarileri, insan hakları savunucusu ve doğa dostu kesilirler. Ancak bu riyakar savaş şakşakçıları İsrail Gazze’de soykırım yaparken demokrasiyi de insan haklarını akıllarının ucundan bile geçirmezler.
Bu arada Ansarullah liderleri, İsrail’e giden gemiler hariç Kızıldeniz’in güvenli olduğunu defalarca açıkladılar. Ancak batı tekellerinin bir kısmı, İsrail’e destek bağlamında deniz taşımacılığı rotalarını değiştirdiler. Kızıldeniz’deki seyrüseferi tehdit eden ise ABD ile suç ortaklarının yaptığı askeri yığınaktır. Oysa yaşanan sorunun çözümü çok basittir: Siyonist rejim Gazze’de yaptığı soykırıma son verecek ve Gazze etrafında kurduğu ablukayı kaldıracak.
Sana hükümetinin saldırı ve tehditlere boyun eğmemesi, ABD ile suç ortaklarını sıkıştırıyor. Zira savaşın yayılması durumunda sorunlar daha karmaşık hale gelecek, AB ülkelerinin ekonomisi ise ciddi bir riskle karşı karşıya kalacak, ABD’de bataklığa saplanacak. Bundan dolayı ABD ile suç ortakları, Filistin halkına verdiği desteği geri çekmesi için Ansarullah liderlerine birtakım teklifler sunmaktadır. Ancak tüm teklifleri net bir şekilde reddettiklerini açıkladılar. Joe Biden yönetimi savaşı genişletse bir türlü genişletmese bir türlü. Zira Osmanlıya Yemen türküsü yazdıranlar bu sefil emperyalistler sürüsüne neler yazdırmaz ki?