Irak’ta bulunan iki Amerikan üssünü vuran İran, “Kasım Süleymani’nin öldürülmesine nasıl yanıt verilecek” tartışmalarına son verdi. Oysa Trump iki gün önce İran’ı küstahça tehdit etmiş, aralarında İran kültürü için çok önemli yerlerin de bulunduğunu 52 hedef belirlediklerini ilan etmişti. Görünen o ki, Trump’ın “İran karşılık verirse çok sert ve hızlı vururuz” tehdidi Tahran’da pek etkili olmamış. Bu arada Trump’ın tehditlerine karşı İran, ABD’ye ait 104 hedefin belirlendiğini, yeni saldırıya maruz kalması durumunda bu hedeflerin vurulacağı tehdidiyle karşılık verdi.
Biri Anbar vilayetinde biri Erbil’de bulunan iki Amerikan üssünün İran Devrim Muhafızları Ordusu tarafından karadan karaya füzelerle vurulması, yeni bir tartışma başlattı. Artık çatışmanın alabileceği olası seyir, bölgesel savaş tehlikesinin artması, farklı savaş senaryoları üzerinde duruluyor.
Saldırının ardından Trump’la adamları tarafından yapılan açıklamalarda, “abartılacak bir şey yok” havası yaratılmak istendi. Oysa üsleri vurulan dünyanın en büyük emperyalist gücü olunca, olayın hafif değil, çok ciddi olduğu aşikar.
İran bu karşılığı vermek zorundaydı
ABD’nin Kasım Süleymani’yi öldürerek tüm sınırları aşması İran’ı ikilemle karşı karşıya bıraktı. Ya bizzat karşılık verecek, ya da geri adım atacaktı. Geri adım atmak, İran’la müttefikleri için siyasi intihar olurdu. Zira ABD’nin Ortadoğu’daki varlığına son vermekten söz edenlerin bu kapsamdaki bir saldırıya yanıt vermemeleri, iddialarının temelden yoksun olduğu izlenimi yaratacaktı. Dahası ABD ile bölgedeki suç ortaklarını daha cüretkar saldırılar yapamaya teşvik edecekti.
Bekleneceği üzere İran, ikinci seçeneği kullandı. Bu tercih, bölgedeki ABD çıkarlarının doğrudan hedef alınmasını zorunlu kılıyordu. Kimilerinin iddia ettiği gibi “vekiller”i harekete geçirerek yanıt verilemezdi. Nitekim Kasım Süleymani’nin komutanı olduğu Devrim Muhafızları Ordusu eliyle ABD üsleri vuruldu. Elbette çatışma şiddetlenirse, İran’ın tüm müttefikleri de harekete geçecek. Ancak ilk yanıtın hem İran tarafından verilmesi hem ABD kurumlarını hedef alması kaçınılmazdı.
“Direniş Ekseni” ve yeni bir yönelimin işaretleri
‘ABD-İsrail-Körfez şeyhleri’ cephesiyle çatışan İran’la müttefikleri, kendilerini “direniş ekseni” diye tanımlıyor. Filistin’in kurtuluşunu “direniş ekseninin pusulası” kabul ettiklerini söylüyorlar. Bu iddiaya uygun bir tutum içinde olacaklarsa eğer, hem ABD hem İsrail’le bölgede nihai bir hesaplaşmaya girmeleri gerecek. Zira siyonist rejimi yıkma iddiası, İsrail’e özel himaye sağlayan ABD’yle karşı karşıya gelmeyi kaçınılmaz kılıyor.
“Direniş ekseni”ne dahil olan güçlerin ortak bir operasyon merkezlerinin olduğu, tüm kritik sorunları birlikte kararlaştırdıkları söyleniyor. Bu eksenin ne derece homojen olduğu ise belli değil. Ama bu güçlerin toplamı, iddia edilenin aksine “İran’la vekilleri”nden ibaret de değil. Bu eksenin lokomotifi İran olsa da içinde Suriye yönetimi, Lübnan Hizbullah, Yemen’deki Husiler, Filistin direniş hareketleri, Irak’taki Haşd el Şabi’nin bazı bileşenleriyle henüz ilan edilmemiş farklı güçler olduğu söyleniyor. Bu güçlerin İran’la yakın işbirliği içinde olduğu, ondan destek aldıkları bir gerçek. Ancak her birinin kendine göre bir hedefi, bir programı bir iradesi olduğu da gerçeğin bir başka boyutudur.
Arap medyasına yansıyan bazı tartışmalar, ABD-İsrail saldırganlığına verilecek yanıt konusunda farklı yaklaşımlar olduğu izlenimi yaratıyor. İran yönetimiyle bazı müttefiklerinin bu konuda farklı yaklaşımları benimsediğine dair ipuçları var. Bu eksenin stratejik araştırma merkezlerinde belirgin rol oynayan kimi isimler, her saldırıya etkili bir şekilde yanıt verilmesi gerektiğini savunurken, karar süreçlerinde daha etkili olan İran rejiminin ise nispeten ihtiyatlı bir taktik benimsediğini söylemek mümkün.
ABD’nin son saldırısının ardından yansıyanlar, mecbur kalırsa İran’ın “ihtiyatlı” tutumu terk edebileceğine işaret ediyor. Tüm tehditlere rağmen zaman kaybetmeden ABD üslerinin vurulması, saldırının ardından Ali Hamaney başta olmak üzere İranlı yetkililerin yaptığı açıklamalar, yönelim değişikliğinin gündemde olduğu kanısını güçlendiriyor. Vurgulamak gerekiyor ki İran yönetimi, ABD-İsrail merkezli saldırılar karşında ya böyle bir yönelime girmeye hazır olduğu mesajı verecek, ya da çıtası yüksek iddialarını terk edecekti.
Hem İran yönetiminden hem müttefiklerinden yapılan açıklamalar, ABD-İsrail saldırganlığına zaman geçirmeden etkili yanıtlar verme eğiliminin ağır basmaya başladığı kanısını güçlendiriyor. Kuşkusuz ki daha önce bazı yanıtlar veriliyordu. Geçen yıl ABD’nin insansız hava aracına el konulması, Basra körfezine ABD askerlerinin alıkonulması, bir İngiliz gemisine el konulması, körfez şeyhlerine ait bazı petrol tankerlerinin vurulması gibi örnekler, İran’la müttefiklerinin eli bağlı beklemediğini gösteriyor. Ancak ABD’nin son saldırısı, bu sınırlarda kalan yanıtların pek caydırıcı olmadığını gösterdi. Bu da İran’la müttefiklerini daha hızlı daha sarsıcı karşılıklar vermeye zorluyor.
Yeni yönelimde ısrar edilecek mi?
ABD üslerinin vurulmasından sonra hem Tahran hem müttefikleri tarafından yapılan açıklamalarda çıta yüksek tutuluyor. Bütün sorunların çözümü, ABD’nin bölge dışına çıkarılması olayına bağlanıyor. Kuşkusuz söylenenlerin bir kısmı propaganda amaçlıdır. Buna rağmen savaş riskini göze almak pahasına da olsa ABD-İsrail saldırganlığına karşı daha etkili yanıtların verilmesi konusunda bir kararlılık da yansıyor. ABD’nin saldırganlığı devam ederse bu kararlılığın sınırı da belli olacak. Bu aşamada Trump yönetiminin tutumu çatışmanın seyrini belirleyecek. İran’a tekrar saldırırsa, sert bir karşılık alması kaçınılmaz. Bu ise çatışmayı bölgesel savaş muhtevasına büründürebilir.
“Direniş ekseni” çizgisine yakın isimler, Ortadoğu’da yeni bir dönemin başladığını, bunun ABD’yi bölgeden kovana kadar devam edeceğini iddia ediyorlar. Tahran’dan yapılan açıklamalarda da benzer vurgular dile getiriliyor. Buna rağmen İran yönetimi uzlaşma fırsatını kullanmak isteyecektir. Rusya-Çin ikilisi çatışmanın savaş boyutuna varmasını engellemek için çaba sarf ediyor. Muhtemeldir ki, AB şefleri de benzer yönde çaba harcayacaklar. Bu çabaların Trump’ı durdurup durdurmayacağı önümüzdeki gün ya da günlerde belli olacak. Verili koşullarda iki taraf da savaştan kaçınabilir. Yine de bu, bölgenin ciddi bir savaş tehdidiyle karşı karşıya olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Görünen o ki, İran’la müttefikleri, bu olaydan sonra ABD-İsrail saldırganlığına karşı daha kararlı bir tutum sergilemeye devam edecek. Zira bu noktada esnerlerse, daha sert vuruşlara maruz kalmaları kaçınılmazdır. Bu duruş ya çatışmanın şiddetlenmesine neden olacak ya da ABD-İsrail tarafını daha ihtiyatlı hareket etmek durumunda bırakacaktır.
Herkes biliyor ki, ABD-İsrail ikilisinin yıkıcı askeri güçleri var. Ama Afganistan, Irak işgallerinin de gösterdiği gibi, Ortadoğu’da zafer kazanma şansları çok düşük. Olası bir bölgesel çatışma ise, İsrail için bir varoluş sorununa dönüşebilir. ABD iç kamuoyunun yeni bir savaşa ikna edilmesi de kolay görünmüyor. Bu durumu da dikkate alan İran’la müttefiklerinin bu noktadan geri adım atmaları artık kolay değil.