Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) iflasıyla ABD hegemonyasının zayıflama süreci hızlandı. Bu durum, sırtını bu emperyalist güce dayayan işbirlikçi rejimlerin hem açmazlarını derinleştiriyor hem aralarındaki birliğin parçalanmasına ivme katıyor. AKP rejimi-Katar şeyhi bir tarafta, Suudi Arabistan başka bir tarafta dururken, son dönemde Birleşik Arap Emirlikleri farklı telden çalmaya başladı. ABD’ye bağımlılıkları devam etse de bu gerici rejimler değişen dengeleri hesaba katan bir yönelime girdiler. Son dönemde kimi Rusya’ya yaklaşırken, kimi “baş düşman” İran’la iş birliğini geliştirme arayışında.
ABD’nin Ortadoğu’da güç-itibar kaybetmesi herkesten çok siyonist İsrail’i tedirgin ediyor. Zira emperyalistlerin özel himayesine mazhar olmanın pervasızlığıyla hareket eden İsrail rejiminin caydırıcılığı, Trump yönetiminin özel desteğine rağmen zayıflıyor. Çünkü bölgedeki jeopolitik dengelerin değişimi, siyonist işgale karşı direnişi esas alan örgütlerin güçlenmesine zemin hazırlıyor. Lübnan Hizbullah ile Filistin direniş hareketlerinin silahlanma, organizasyon, teknik donanım gibi alanlarda sağladıkları gelişmeler, siyonist şefleri diken üstünde bırakacak düzeye ulaşmış görünüyor.
***
Gerek emperyalist-siyonist güçler gerek bölgedeki işbirlikçileri, onca yıkıma-kıyıma rağmen Filistin halkının kırılamayan direnişini “baş belası” sayıyorlar. Bu “bela”dan kurtulmak için gerçekleştirdikleri tüm girişimler fiyaskoyla sonuçlandı. Trump yönetimi tarafından gündeme getirilen “Asrın Anlaşması” da Filistin davasını tasfiye edip İsrail’le Körfez şeyhlerini rahatlatmayı amaçlıyor.
ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması, Golan Tepeleri’nin İsrail’in egemenlik alanı ilan edilmesi, ardından “Asrın Anlaşması”nın gündeme getirilmesi aynı uğursuz planın birer aşamasıdır. Bu plan çok iddialı olsa ve finaline “Asrın Anlaşması” gibi şatafatlı bir isim takılsa da hedefine ulaşması mümkün değil. Zira hem Filistin halkı hem tüm örgütler ilk andan itibaren bu anlaşmayı reddettiler. Mahmud Abbas gibi uzlaşmacı bir lider bile anlaşmaya karşı net bir tutum alabildi. Bu bağlamda Filistin yönetimi İsrail’le tüm anlaşmaları askıya aldı. Trump’ın küstah planına karşı durabilmek için FKÖ ile Hamas arasındaki parçalanmaya son verilmesi için taraflar üzerindeki basınç arttı. Birleşme için somut adımlar atılmasını talep eden çağrılar yükseltiliyor.
***
Son gelişmeler Filistin davasını tasfiye etme girişimlerinin başarısızlığına işaret etmekle kalmıyor, direniş hareketlerinin güçlendiğini de gösteriyor. ‘Lübnan Hizbullah’ı-İran-Suriye’ ekseninden destek alan Filistin direniş hareketleri, Rusya tarafından da muhatap alınmaya başlandı. Bölgedeki emperyalist çıkarları bağlamında “Asrın Anlaşması”na karşı olduğunu ilan eden Rusya, Filistin direniş hareketlerini doğrudan muhatap almaya yöneldi.
İlişkilerin düzeyi Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) liderlerinden oluşan bir heyetin Moskova’yı ziyaret etmesiyle belirginleşti. Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ortadoğu özel temsilcisi ve Dışişleri Bakanı Yardımcısı Mihail Bogdanov’la görüşen FHKC heyeti hem Rusya’nın verdiği destekten duyduğu memnuniyeti dile getirdi hem direnişin Filistin halkının hakları kazanılıncaya kadar devam edeceğini ilan etti. İsrail’le ilişkilerde dikkatli olan Putin yönetimi, ABD patentli anlaşmaya karşı olduğunu ilan ederek siyonist şefleri rahatsız eden bir adım attı.
***
FHKC dahil Filistin direniş hareketlerine esas desteği ise İran veriyor. İran yönetimi bölgesel çıkarları-hedefleri bağlamında direniş hareketlerine hem silahlanma hem mali-teknik-lojistik alanlarda destek sağlıyor. Lübnan Hizbullah’ının sahadaki fiili katkılarıyla birleşen bu destek, Tel Aviv’deki siyonist şefler için giderek bir kabusa dönüşüyor. Zira İsrail ordusu yıkıcı-katliamcı olsa da Gazze Şeridi’nden fırlatılan füzelerin hedeflerine ulaşmasını engellemeye güç yetiremeyebiliyor. Filistin direniş hareketinin füzeleri, stratejik derinliği olmayan İsrail’in her tarafına ulaşabilecek yetkinliğe ulaştı. Abluka altında bulunan Gazze’de direniş hareketlerinin sağladığı bu başarı, siyonist rejimi diken üstünde bırakmaya başladı.
Bazı siyonist yetkililer, direniş hareketinin Batı Şeria’da da örgütlendiğini, kuşatma altındaki bu bölgenin de İsrail’in güvenliği için tehdit oluşturmaya başladığını söylüyorlar. Direniş hareketleri liderlerinden yapılan açıklamalar da bu durumu teyit ediyor. Dolayısıyla olası bir çatışmada hem Gazze’den hem Batı Şeria’dan siyonist hedeflerin füzelerle vurulması şaşırtıcı olmayacaktır.
Direniş hareketlerine yakın kaynaklar, İsrail işgaline karşı Golan Tepeleri bölgesinde de direniş başlatmak için hazırlıkların devam ettiğini belirtiyorlar. Görünen o ki olası bir geniş kapsamlı çatışmada Güney Lübnan, Gazze Şeridi, Batı Şeria ile Golan Tepeleri İsrail’e karşı birer direniş kalesi haline getirilecektir.
***
Siyonist rejim güçlü-yıkıcı-kıyıcı bir orduya yaslanıyor; şefleri ise, hiçbir kural-kaide ya da yasaya uymayacak kadar pervasızdır. Buna rağmen olası bir çatışmada ağır bedeller ödemek zorunda kalacaklarını biliyorlar. Bu basınç İsrail’in doğrudan savaş başlatma hırsını gemliyor. Bundan dolayı ABD’nin İran’a saldırması için her yola başvuruyorlar. Ancak tüm çırpınmalarına rağmen, Trump yönetimi şimdilik İran’a saldırmaya hevesli görünmüyor. Zira böyle bir savaşın nerede-nasıl bitirilebileceğini kimse kestiremiyor. Verili koşullarda bölgedeki güç dengeleri halen kararsız olsa da gelişmelerin siyonist rejimin lehine dönmesi için bir neden görünmüyor.
Son dönemde güç kazanan direniş hareketlerinin gelecek açısından temel açmazı, destek aldıkları güçlerin niteliğinde yatıyor. Zira bu güçlerin direnişe destek vermeleri ilkesel bir duruşa değil, dönemsel çıkarlara dayanıyor. Buna rağmen direniş hareketlerinin güç kazanmasını bölge halklarının geleceği açısından olumlu bir gelişme saymak gerek…