Lübnan’da derinleşen ekonomik kriz akaryakıt krizini de tetikledi ve son günlerde temel altyapı hizmetlerinin bile uzun süre aksaması noktasına vardı. Benzin ve mazot kuyrukları kilometreleri buluyor. Hastanelerde enerji ve diğer ihtiyaç maddelerinin eksikliğinden dolayı sağlık hizmetleri ağır aksak yapılabiliyor. Fırınlar bile tam kapasite ile çalışamıyor. Benzin-mazot karaborsası yayılıyor. Kısacası tam bir kriz ve kaos hali yaşanıyor.
Ülkeyi boğma pervasızlığı
Lübnan’ın bu şekilde kuşatılıp adeta boğulacak noktaya sürüklenmesi, sadece çarpık ve yolsuzluğa saplanmış siyasi sistemden kaynaklanmıyor. Fransız sömürgeciliğinden kalma ulusal, dinsel, mezhepsel temele dayalı siyasi sistemin çarpıklığı aşikar. Ancak kaosun oluşmasında emperyalistlerin pervasızca müdahalelerinin özel bir payı var. Özellikle ABD, Fransa ve onların izinden giden Körfez şeyhleri, Lübnan’ı ekonomik kıskaca alarak adeta çökerttiler. Krizin bu kadar derinleşmesinde emperyalistlerle bağlantılı Lübnanlı bir kısım türedi zenginin de payı var. Örneğin dövizin bulunmadığı bu küçük ülkeden birkaç milyar doları geçen aylarda yurtdışına kaçırdılar. Bu ise merkez bankası dahil bankaları da iflasın eşiğine getirdi.
Döviz olmadığı için elektrik, doğalgaz, benzin, mazot ve diğer bazı temel ihtiyaç maddelerinin ithalatı neredeyse durma noktasına geldi. İşsizliğin had safhada olduğu ülkede emekçilerin, yoksulların temel ihtiyaçlarını bile karşılama imkanları kalmadı. Yerel yönetimler altyapı hizmetlerini doğru dürüst veremez duruma düşürüldü. Bu durumu seyreden emperyalistlerle işbirlikçileri, özel firma ya da kişilerin bezin, mazot, doğalgaz vb. ithal etmesine izin vermiyor. Dünya Bankası ise, ABD’nin direktifiyle, kredi vermeyi belli reformların yapılması şartına bağladı. Yani tam bir pervasızlıkla Lübnan’ın boğazını sıkıyorlar.
Bedeli emekçiler ve yoksullar ödüyor
Bu kuşatmanın genelde tüm Lübnan’a olumsuz etkisi oldu, oluyor. Ancak zengin tabaka ve emperyalistlerle işbirliği yapan siyasi kast keyfine bakmaya devam ediyor. Felaketi emekçiler, işsizler, düzensiz işlerde çalışanlar, yoksullaşmış kesimler ağır bir şekilde yaşıyor. Esas büyük bedeli toplumun bu kesimleri ödüyor.
Bedeli emekçiler ödese de sınıf eksenli bir hareket henüz gelişmedi. Zira siyasi yapıdaki parçalı durum toplumun tümüne yayılıyor. Yazık ki emekçilerin çoğunluğu da sınıfsal kimlikten önce etnik, dinsel, mezhepsel kimliklerin etkisi altında bulunuyor. Bu ise, sınıf eksenli örgütlü mücadelenin gelişimini köstekliyor. Arada bir kitlesel eylemler yapılsa da pek sonuç alıcı olamıyor. Bu parçalı yapı, Lübnan Komünist Partisi ve sendikaların gelişimini de zorlaştırıyor. Böylece, derinleşen krizin faturasını ödeyen emekçiler ne emperyalistlerden ne işbirlikçilerinden hesap sorabiliyorlar.
Amaç halkları Hizbullah’a düşmanlaştırmak
Başını Beyrut’taki ABD konsolosluğunun çektiği cephenin amacı, ilk adımda halkların emekçi kesimlerini yokluğa, yoksulluğa, sefalete sürüklemektir. Nitekim bu rezil hedeflerine çoktan ulaştılar. Yakacak olmadığı için emek fırınları bile tam kapasite ile çalışmıyor. Hastaneler yarım yamalak hizmet verebiliyor. Akaryakıt istasyonlarının önünde insanlar ömür törpülüyor.
İkinci adımda, Lübnan’da yaşanan kriz ve kaostan Hizbullah’ın, hatta İran’ın sorumlu olduğunu propaganda etmektir. Medya ordusu gece gündüz bunun propagandayı yapıyor. Bu plan tutarsa, bedeli ödeyenler emperyalistleri ve işbirlikçilerini değil, Hizbullah’ı ‘şeytan’ belleyip taşlamaya başlayacaklar. Tutsaydı kuşkusuz bundan en çok Siyonist İsrail rejimi memnun olacaktı. Ancak plan tutmadı, beklenen olmadı. Körfez şeyhlerinin finanse ettiği medya ordusunun Lübnanlılara boca ettiği kara propagandanın hedeflenen etkiyi sağlayamadığı görülüyor.
Hizbullah’tan karşı hamle
Krizin sürdürülemez noktaya vardığı bir evrede sahneye çıkan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, benzin, mazot ve diğer temel ihtiyaçların İran’dan satın alınacağını duyurdu. Hizbullah daha önce İran’la uygun koşullarda ticaret yapılmasını önermiş ancak bu öneri ABD, Fransa ve işbirlikçilerinin engeline takılmıştı. Kaosa rağmen, Lübnan resmi olarak İran’ın önerdiği ticari ilişkiye giremedi. Resmi kurumların yapmaktan kaçındığı işi Hizbullah’a yakın tüccarlar üstlenerek somut adım atmaya başladılar.
Göründüğü kadarıyla Hizbullah liderliği bu adımı atmak için son ana kadar bekledi. Zira bu adım bir çatışmaya da vesile olabilir. Ancak gelinen aşamada artık eli kolu bağlı beklemenin mümkün olmadığını, söz konusu olanın Lübnanlıların onuru olduğunu ilan eden Hasan Nasrallah, geçen hafta ilk geminin İran’dan Lübnan’a doğru hareket edeceğini ilan etti.
Hizbullah’ın kendi kanallarıyla İran’dan ticareti başlatma kararı, bir meydan okuma olarak değerlendiriliyor. Zira bu adım ABD, Fransa, İsrail ve Körfez şeyhlerinin şimşeklerini çekebilecek mahiyettedir. Buna rağmen derinleşen ekonomik ve insani krizi kısmen de olsa hafifletme kararı uygulamaya kondu.
Nasrallah, İran limanlarından çıkış yapan ve yapacak olan gemilere saldırı olması durumunda, aynı yöntemlerle karşılık verileceğini ilan etti. Hizbullah’ın bu adımı en büyük yankıyı İsrail’de yarattı. İsrail medyasındaki Siyonist yorumcular, atılan bu adımı Hizbullah’ın çıtayı yükseltmesi olarak değerlendirdiler. Bir anlamda Hizbullah Lübnan bayrağı taşıyan gemilerini kara sulara indirmiş ve saldırıya uğramaları durumunda buna karşılık verileceğini ilan ederek, güç ilişkilerinde yeni mevzi kazanmış oldu.
Bu hamlenin Hizbullah’ı zayıflatma çabasını tersine çevirmesi bekleniyor. Zira krizin bedelini ödeyen birçok Lübnanlının, attığı bu adımdan dolayı Hizbullah’a sempati duyacağı öngörülüyor. Bu arada Hizbullah liderliği, getirilen akaryakıt ve diğer malzemelerden sadece örgütü destekleyen bölgelerin değil, tüm Lübnanlıların yararlanacağını açıklayarak, ABD’nin beklemediği bir hamle yaptı.
İlk gemi İran’dan karasulara açıldıktan sadece saatler sonra Beyrut’ta hareketlilik yaşandı. ABD’nin Beyrut’taki büyükelçisi, Lübnan Cumhurbaşkanı ile görüşerek (daha önce izin verilmeyen) Mısır’dan doğalgaz, Ürdün’den elektrik alınabileceğini, Dünya Bankası’nın ise herhangi bir kural dayatmadan bu ticaret için kredi vereceğini söyledi.
Bu gelişme İsrail dahil Ortadoğu medyasında geniş tartışma ve analizlere vesile oldu. “Ekonomik savaş” diye tanımlanan karşılıklı hamleleri değerlendiren –bazı Siyonistler dahil- birçok analist, ABD’nin dayattığı ekonomik kuşatmayı kıran Hizbullah’ın gücünü ve prestijini arttırdığını savunuyor.