Mayıs ayında Kanada’nın British Columbia eyaletindeki Kamploops kasabası yakınında, “Kamloops Kızılderili Yatılı Kilise Okulu”nun altında, 215 yerli çocuğa ait ceset kalıntıları bulundu. Ölen çocukların kaydının bulunmadığı belirtiliyor. Yerli çocukları asimile etmek için 1890’da Roma Katolik Kilisesinin girişimiyle kurulmuş olan okul 1969 yılına değin faaliyet göstermiş.
Mezarların bulunması Kanada’da ırkçı-soykırımcı “okul sistemi”ni yeniden tartışmaya açtı. Ülke genelinde taramalar sonucu, 24 Haziran’da Saskatchewan eyaletinde 1899-1997 yıllarında faaliyet gösteren “Marieval Kızılderili Yatılı Kilise Okulu” sahasında resmi kayıtlarda yer almayan 751 kalıntının olduğu çocuk mezarları bulundu.
31 Mayıs’ta da yine British Columbia eyaletindeki eski “St. Eugene Misyoner Okulu”nun arazisinde küçük çocuklara ait 182 kayıt dışı mezar bulunmuştu. Böylece son bir ay içinde 1148 kayıt dışı mezara ulaşıldı.
Irkçı asimilasyon politikaları sonucu öldürülen çocukların sayısı tam olarak saptanamıyor ama katillerinin Katolik Kilisesi ve Kanada hükümeti olduğu biliniyor.
Ülke geneline yayılan protesto gösterileri
Çocuk mezarlarının bulunması dünyada ve Kanada’da büyük tepkilere neden olurken, Kanada’nın emekçileri ve yerli halkları Haziran ayında değişik kentlerde protesto gösterileri düzenledi. Gösterilerde sömürgeci otoritelere ait heykeller yıkıldı. Yatılı okul sisteminin mimarlarından Egerton Ryerson'ın heykeli, Toronto'da kendi adını taşıyan üniversitede düzenlenen bir mitingin ardından binlerce gösterici tarafından devrildi ve başı kesildi. Protestocular üniversitenin adının değiştirilmesi çağrısında bulundu. British Columbia eyaletinin başkenti Victoria'da, İngiliz kaşif James Cook'un heykeli sökülerek limana atıldı. Ayrıca iki kentte Anglikan kiliseleri ateşe verildi.
Vancouver şehrindeki Kraliçe Victoria'nın anıtına ve bir kiliseye, “katiller”, “kayıtları yayınla” yazıları yazıldı. Yerli örgütleri uzun süredir “okul sistemi” ile ilgili arşivlerin yayınlanmasını talep ediyorlar.
İngiliz sömürgesinin kuruluşunun kutlandığı 1 Temmuz “Kanada Günü”nde de protestolar sürdü. Birçok şehirde etkinlikler iptal edildi. “Her çocuk önemlidir” eylemlerinde yerli halka yapılan zulüm protesto edildi. Protestocular yerli halkla dayanışmayı temsil eden turuncu renkli kıyafetler giydiler. Bazılarında “çocuklarımızı eve getirin!” şiarı yazılıydı.
Ottawa'da “Kanada Günü”nde parlamento önünde bayraklar yarıya indirildi. Yapılan konuşmada “Bu çocukların sesi yoktu, onlara bu şekilde ses veriyoruz” denildi.
Halifax'taki eylemde Kanada Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu'nun raporundan pasajlar okudu ve “soykırımdan gurur duyma” sloganları haykırıldı.
Manitoba eyaletinde Kraliçe II. Elizabeth'in, Winnipeg kentinde Kraliçe Victoria’nın heykelleri devrildi ve kafası kopartıldı. 19. yüzyıl sonunda bunların saltanatları sırasında kiliselerle işbirliği yapılarak, yerli çocuklarını yatılı okullara gönderme kararı alınmıştı.
“Çocuğun içindeki kızılderiliyi öldürmek”!
Kanada’daki sömürgeciler Kızılderili sorununu katliamlarla çözemeyince, 1830'lardan itibaren Kızılderili kültürü ve kimliğini ortadan kaldırmaya yönelik katı bir asimilasyon politikası başlattılar. 1876’da Kızılderili Yasası yasasının kabulünden sonra bu politika daha etkin hale geldi ve yatılı okullar bunun önemli bir parçası oldu. 1840-1996 yılları arasında kiliselerle işbirliği içinde, dini eğitim veren 139 okul kuruldu. 150 yıl boyunca bu okullarda, “iyi bir hristiyana dönüştürmek” için yaşları 4 ile 18 arasında değişen 150 bin yerli çocuk okumaya mecbur edildi.
Yerli çocuklar ailelerinden zorla alınarak, beyazların kültürlerine adapte olmaları, kendi dillerini, geleneklerini, kültürlerini unutmaları, hristiyanlaşmaları ve “medenileşmeleri” amacıyla yatılı okullara yerleştirildi. Çocuklarını göndermek istemeyen aileler hapsedildi.
İlk Kanada başbakanı Macdonald’ın sözleriyle, Kanada toplumuna asimile etmek için “çocuğun içindeki kızılderiliyi öldürmek” gerekiyordu.
Bu çocuklar yıllarca ailelerini göremediler. Sistematik olarak kültürel, fiziksel, psikolojik baskı ve şiddete maruz kaldılar. İsimleri değiştirildi, dillerini ve kültürlerini kullanmaları yasaklandı. Böylece ortak gelenek ve tarihlerinden koparıldılar.
Pek çok çocuk bir daha evine dönemedi. Aileleri çocukları hakkında çok az şey öğrenebildi. Bazıları basitçe ortadan kayboldu. Bu çocuklar “kayıp çocuklar” olarak adlandırıldı.
İnsanlık dışı uygulamalara karşı binlerce dava
Ölüm kamplarına dönüşmüş yatılı okullardan sağ kurtulan 70 bine yakın kişinin bugün hayatta olduğu söyleniyor. Yerli örgütlerin mücadelesi ile insanlık dışı uygulamalar 1990’ların sonundan itibaren mahkemelere taşındı. 2000 yılına gelindiğinde 10 binin üzerinde dava açıldı ve en büyük toplu dava 2005 yılında kazanıldı. Binlerce taciz ve istismar davası hala sürüyor.
Kanada devleti, yatılı okullarda yaşatılanlar için 2008 yılında Başbakan Stephen Joseph Harper aracılığıyla özür dilemek zorunda kaldı. Ancak Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun önerileri ve verilen sözlerin büyük bölümü halen yerine getirilmiş değil.
2007 yılında olayı araştırmak amacıyla Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Komisyon, yapılanlara tanık olan veya bizzat yaşayan 6 bin 750 kişinin ifadelerini ve kanıtları toparlayarak, 4 bin sayfalık raporunu 2015’te açıkladı.
Raporda, yerli çocukların ailelerinden zorla koparıldığı, isimlerinin değiştirildiği, anadillerinin yasaklandığı, kültürel kimliği simgeleyen her şeyin yasaklandığı, korkunç fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete maruz kaldığı yer alıyor. Komisyon bu yatılı okul ağını “kültürel soykırım" olarak nitelendiriyor. Katolik Kilisesi’nin olaylardaki sorumluluğu vurgulanıyor. Yatılı okullara getirilen yerli çocukların yüzde 24'ünün kısa süre sonra öldükleri, ölen çocukların cenazelerinin masraf olmasın diye ailelerine gönderilmediği belirtiliyor. Ölenlerin sayısının 5 bin 995 olduğu saptansa da, gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğunun tahmin ediliyor.
Okullarda çoğu rahip ve rahibe olan öğretmenler tarafından sistematik olarak uygulanan kültürel, fiziksel, psikolojik ve cinsel baskı ve şiddet raporda tüm boyutlarıyla yer alıyor. Çocukların bazılarının çıkan yangınlarda, salgın hastalıklarda ve kobay olarak kullanıldıkları tıbbi deneyler sırasında öldüğü, bazılarının açlıktan ve donarak can verdiği, kötü muamelelerden kurtulmak için kaçan çocukların yakalandıktan sonra aç bırakılarak ölüme terkedildikleri anlatılıyor. Cinsel tacizin bir ceza yöntemi olarak uygulandığı ve onlarcasının yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Rahipler tarafından hamile bırakılan genç kızların bebeklerinin ellerinden alınarak öldürüldüğü, fırınlara atılarak yakıldığı da tanıkların ve bizzat yaşayanların ifadelerinde yer alıyor.
Ağır travmaların bugüne etkileri
Irkçı asimilasyon politikaları gereği dilleri ve kültürleri unutturulmuş, tarihlerinden koparılmış çocuklar kabilelerine geri döndüklerinde büyük uyum sorunları yaşamışlar. Bugün Kanada yerli halkında psikolojik ve fiziksel hastalıklar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, şiddet eğilimi ve intiharlar, çocuk yaşta yaşadıkları ağır travmaların ruhlarında ve bedenlerinde açtığı onarılmaz tahribatların derin etkileridir.
Ülke nüfusunun yüzde 5’ini oluşturan 1,4 milyon nüfuslu yerli halka karşı sistematik ırkçılık hala sürmektedir. Yerli halk arasında yoksulluk devasa boyutlardadır. Hapishanelerdeki mahkumların yüzde 30'undan fazlası yerli halka mensuptur. 2016 nüfus sayımına göre, yerli çocukları Kanada'da 15 yaş altındaki çocukların yüzde 7.7’sini oluştururken, koruyucu ailelere verilen çocukların yüzde 52.2’si bu gruba aittir.
***
Toplu çocuk mezarları, Kanada burjuvazisinin yerli halklara karşı sürdürdüğü ırkçı asimilasyon politikalarının dehşet verici boyutlarını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Kanada işçi sınıfı ve emekçilerine düşen görev, bu soykırımla yüzleşmek ve hala sürdürülen ırkçılığa karşı mücadele etmektir. Yerli halkın ve kaybolan evlatlarının maruz kaldığı ırkçı asimilasyon ve soykırımın hesabını sormaktır.