Kanada’da 1 Temmuz’da ortaya çıkarılan 182 ‘kayıp’ çocuk mezarının ardından kamuoyunda bir öfke patlaması yaşandı. Sokaklara dökülen protestocular Monitoba eyaletinin başkenti Winnipeg’de Kraliçe Victoria’nın heykelini yerle bir ettiler.
Kanada “kayıp” çocuk mezarları ile ilk defa 29 Mayıs’ta gündeme gelmişti. 29 Mayıs’ta Katolik kilisesine ait eski bir yatılı okulun bahçesinde 215 çocuk cesedi bulunmuştu. 24 Haziran’da yine kiliseye ait yatılı bir okulunun bahçesinde tam 751 çocuk cesedi daha bulunmuştu.
Kanada şimdi 1 Temmuz’da ortaya çıkarılan 182 çocuğa ait cesetlerle yeniden gündemde.
Son bir ay içinde o döneme ait yatılı okulların arazilerinde, yerli çocuklara ait olduğu tespit edilen tam 1148 çocuk cesedi bulundu.
“Daha çok mezar olduğunu tahmin ediyoruz”
Kanada, önceleri Fransa daha sonra da İngiltere’nin istilasına uğradı. Kanada’ya yerleşen “Beyaz Adam” Avrupalılar, yerli ailelerden zorla kopardıkları çocukları, kendi dillerini öğretmek, Hıristiyanlaştırmak gibi asimilasyon ve imha politikaları uğruna kurdukları yatılı okullara yerleştirdiler. 1890’da açılan bu okullar 1990’ların ortasına kadar aynı kirli amaçlara hizmet etti. Bugün açığa çıkanlar ise bu hedeflerin yol açtığı vahşeti gözler önüne seriyor.
İlk bulguların ortaya çıkmasından sonra, yerli topluluğun lideri Rosanne Casimir, ölen çocuklardan bazılarının sadece üç yaşında olduğuna dikkat çekmişti. Sonrasında ortaya çıkarılan 751 ve 182 çocuk cesedi de aynı yaşlarda çocuklara aitti. Kanada’da konuyu araştıran İsviçreli tarihçisi Manuel Menrath, “Bulgular buzdağının sadece görünen kısmı. 19. yüzyılın ortalarından 1997’ye kadar, Kanada’da 150 binden fazla yerli çocuk ‘dönüştürülmek’ için 139 yatılı okulda zorla ‘eğitildi’, asimile edildi” diyerek daha çok çocuk mezarının olduğunu tahmin ettiklerinin altını çizdi.
Bir ay içinde art arda ortaya çıkan toplu çocuk mezarları, işgalci Avrupalı emperyalistlerin kilise eli ile yerli halkı sistematik olarak nasıl yok ettiklerini gösteriyor. Bu sömürgeciler; sadece Kanada’da değil, Amerika’da, Avustralya’da da işgal, misyonerlik ve benzeri adımlar eşliğinde yerli halkları katliamlardan geçirdiler. Öldürmediklerini de Hristiyanlığı “benimsemeye” zorladılar.
“Çocukların kanında İsviçre’nin eli”
İsviçreli tarihçi Menrath, “diğer Avrupalı misyonerlerin yanı sıra İsviçreli din adamlarının da önce ABD’de, ardından Kanada’da misyonerlik çalışmalarına katıldığını keşfettik” diyor ve İsviçreli din adamlarının Kanada’da yerli halka ve çocuklarına uygulanan katliamdan sorumlu olduklarına işaret ediyor.
İsviçre’de 1847’de yaşanan Sonderbund Savaşı’nda kendilerini baskı altında gören Katolikler Kuzey Amerika’ya göç ettiler. Gittikleri yerlerde dinlerini ve kültürlerini zorla yaymaya başladılar.
İsviçre’de faal olan manastırların maddi ve manevi desteği ile ABD’de ve diğer yerlerde şubeler açtılar.
Tarihçi Manuel Menrath, Kanada’da bulunan çocuk cesetlerine atfen, “şoktayım ve utanıyorum. Çünkü bu çocukların kanında İsviçre’nin de eli var. Kilise ve devlet bu katliamların sorumluluğunu kabullenmelidir” açıklaması yaptı.
“Kızılderilileri öldür insanı kurtar”(!)
Dönemin misyonerlerinin, “Kızılderili’yi öldür insanı kurtar” sloganı, yerlilere yapılan soykırımın boyutlarını anlatıyor. Katolik rahipler tarafından işletilen söz konusu yatılı okullarda, güvencesiz yaşam koşulları nedeniyle tahminen 6 bin çocuğun öldüğü/öldürüldüğü tahmin ediliyor.
ABD’de de eski Hint yatılı okullarına ait arazilerde, örneğin Pennsylvania’daki Carlisle Okulu’nda çok sayıda çocuk mezarı bulundu. Ne yazık ki, kilisenin güdümündeki “Beyaz Adımın” tarihte yerli halka karşı işlediği suçlar yalnızca Kanada ve ABD’yle sınırlı değil.
Afrika ve Asya’daki İsviçreli misyonerlerin etkisini de araştıran Menrath, İsviçreli misyonerlerin çalışmalarını şöyle açıklıyor:
“Bunlar, yerli halkı dindar Hıristiyanlara ve yerleşik vatandaşlara dönüştürmek istedi. Tüylü başlıklar yasaklandı. Kızılderililerin saçları kesildi ve güneş dansı yasaklandı. Kızılderililerin avlayarak yaşadıkları bufalolar yok edildi.”
Katolik kilisesinin ve yatılı okullarının yakın zamana kadar yerli halka neler yaşattığını anlatan bu açıklama; “Kızılderilileri öldür insanı kurtar” sloganıyla, yerli halkların kültürel ve etnik kırımdan geçirildiğine işaret ediyor.
2016 tarihli “Mission Sittin Bull-Misyon Oturan Boğa” adlı kitabında Menrath, İsviçreli başrahip Marty’nin, Amerika yerlilerinden ünlü savaşçı Sioux şefi “Oturan Boğa” lakaplı Tatanka İyotake’yi Kanada’ya kadar takip ettiğine değiniyor. İyotake’yi “Hristiyanlaştırmak, başarılı olmazsa da öldürmek” hedefiyle takip eden Marty’nin bu faaliyeti, onu uluslararası alanda tanınan bir “kahraman” yaptı. Bununla birlikte Marty, Katolik Kilisesi’nin kirli tarihinde rol oynayan birçok isimden sadece birisidir.
Oturan Boğa Tatanka İyotake’nin, “Sahip olma arzusu, Beyazlarda bir hastalık olmuş. Beyaz adamlar, sadece zenginlerin bozabileceği birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için fakirler ile güçsüzlerden vergiler alıyorlar” sözleri, sömürgeci-işgalci Avrupalı emperyalistleri yeteri açıklıkla anlatıyor.
Bu katliamların odağında din adamları ve kilisenin olması da şaşırtıcı değildir. Bugün olduğu gibi dün de işgalciler, yayılmacı emelleri uğruna dini istismar etmişlerdir.