Kayıp çocuklar ülkesi

Çocuklar, ama bütün çocuklar için düşlediğimiz özgür dünya çok uzakta değil. Savaşımız, çocukların kaybolmadığı bir ülke için, kayıp bir ülkeyi tarihin çöplüğüne gömmek için, gün geçtikçe büyüyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 13 Nisan 2014
  • 10:14

Pamir Dikdik 3,5 yaşındaydı. Belki de oyun oynamak için çıktığı yolda, yaşına hiç yakışmayan bir acı yaşattı ailesine. Derin bir üzüntü, sözcüklere dökülemeyen bir acıydı Pamir’in ailesinin yaşadıkları. Bu olay Pamir’in kaybolduğu gün, babasının sosyal medyadan yaptığı çağrı üzerine Türkiye’nin gündemine girdi. Dostluk ve dayanışmanın ileri bir örneğini sergileyen binlerce insan Pamir’i arama çalışmalarına destek verdi. Ancak Pamir’in çocuk ayaklarıyla arşınladığı adımların izleri, evinden çok da uzaklaşamadan bir havuza düştüğünü doğruladı.

Pamir’in kaybolması ve hemen ardından ölü bulunması hala kayıp olan binlerce çocuğu akla getirdi. Medyada, TÜİK’in verilerine göre halen kayıp olan çocuk sayısının 27 bin olduğu söylenirken İçişleri Bakanlığı da kayıp olan 16 bin insanın 6 bininin çocuk olduğunu açıkladı. Bu durum herkesin bildiği ve dillendirmeye çekindiği bir tartışmayı yeniden açtı. Kaybolan ve cesetleri dahi bulunamayan çocukların akıbeti ne?

Bu sorunun cevabı oldukça net. Bu düzenin bataklığına sürüklenen binlerce çocuk insanlık dışı koşullarda yaşamaya ve çalışmaya zorlanmaktadır. Bu nedenle çocuklara böyle bir yaşamı reva görenlerin, kayıpların artmasından yakınması ve sahte gözyaşları dökmesi hiçbir anlam ifade etmiyor. Hatta Pamir’in kaybolması ve ölü bulunmasının ardından “Gezi Parkı benzeri protestoları yapmak için bölgede keşif yapıyorlar. Çocuğu da bilerek kaybettiler” yorumları yapanların böyle bir çabasının olmaması da bu bataklığın gün geçtikçe büyüdüğünü ve daha fazla değeri yok ettiğini gösteriyor. Bu değerlerin belki de en safı, çocuk sevgisi.

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Daha 10 yaşındaki Mehmet’i başından vuranlar, 14’ünde Berkin’i katledenler Pamir için üzülebilirler mi? Onlar, evlerini köprü altlarına kuran, soğuk kış günlerinde saatlerce mendil satıp eli buz tutan, ayakkabı boyayan, adları, adresleri bilinse de kayıp olan çocukları bilmezler. Taş attığı için yaşından büyük ceza alıp, taş duvarlar ardında işkence gören, tacize, tecavüze uğrayan çocukların çığlıklarını duymazlar. Kafası prese sıkıştığı için feci şekilde can veren çocuk işçi Ahmet’in ismini hatırlamazlar. Bu yüzden isimleri boğazımızda düğümlenen, yüreğimizi yakan çocukların adlarını anmaya cesaret edemezler.

Hatta daha fazla Ahmet doğsun, 12-13 yaşında meslek öğrensin diye gönderildiği sanayide gücünün yettiğinden on kat daha fazla iş yapsın, büyüyüp askere gitsin, vatanı için ölsün isterler. Bu yüzden açlıktan ölen çocukların ülkesinde üç çocuk yapmayı salık verirler, bu da yetmez beş çocuk isterler. Kısacık ömrüne sığdırdığı büyük acıları unutmak için tutunacak bir dal arayan çocuğun çatlamış elini, yumuşacık, bakımlı ellerinin tersiyle itenler, yardımsever pozu takınarak gezdikleri Afrika ülkelerinde bir çocuğun başını okşadıktan sonra ellerini çırpmayı ihmal etmezler. Açlıktan ve yoksulluktan kaburgaları sayılan çocukları kucaklarına alıp kameralara poz verenler, en büyük acıların kaynağı olan bu düzenin böyle sürüp gitmesini isterler.

Bu düzenin değişmesini isteyenlere ise, ‘çocuk bile olsa’ zulmü reva görürler. Hatta “kadın da olsa, çocuk da olsa vurun” emrini hiç sakınmadan verirler. Ağır silahlarıyla kendi halkına saldırmaktan geri durmayanlar elinde sapanıyla görüntülenen çocuğu “terörist” ilan ederler. Hatta buna bile gerek kalmaz, Kürt olması yeter bir çocuğun ölüm fermanının boynuna asılmasına, vururlar gözlerini kırpmadan. Sonra susar simitçi çocukların acı çığlıkları. Sokaklar ıssız kalır. Kurşun sesleri konuşur yalnızca.

İnsanlığa açlık, yoksulluk, kan ve ölümden başka bir şey vermeyen, zenginlerin çıkarı için milyonların yaşamını cehenneme çeviren bu düzenin efendileri çocuklar için nasıl iyi bir yaşam ve gelecek inşa edebilir ki? Evet belki çocukları sevebilirler ama yalnızca kendi çocuklarını. “Ötekilerin” çocukları bomba parçalarını oyuncak zannedip ölürken, onların çocukları gemiciklerle oynarlar. Ya da onların çocukları hiç durmadan çalıp çırparken “ötekilerin” çocukları ölürler.

Çocuklar neden kaybolurlar hiç düşündünüz mü? Dünyaya geldikleri ilk günden beri kendilerine öğretileni bilen ve öyle yaşayan çocuklar, bu kaderlerinin bir parçasıymış gibi iğrenç bir yaşama mahkum edilirler. Daha ne yaptıklarını bile bilemeden kirli bir çarkın parçası haline gelirler. Ama onlar asla kirlenmezler. Kendilerini kurtaracak sihirli bir elin dokunmasını beklemek için değil, büyüyüp hesap sormak için bilenirler. Bazen büyümeyi bile beklemezler. Kaderlerini ellerine alırlar. Berkin olurlar, Mehmet olurlar düşlerine bile sığdıramadıkları büyük sevdalar için dövüşürler.

Çocuklar, ama bütün çocuklar için düşlediğimiz özgür dünya çok uzakta değil. Savaşımız, çocukların kaybolmadığı bir ülke için, kayıp bir ülkeyi tarihin çöplüğüne gömmek için, gün geçtikçe büyüyor. Usanmaz seslerimiz hep aynı seçeneği dillendirmeye devam ediyor. Biz bu kirli ve kokuşmuş düzene mahkum değiliz. Yalnızca bizim çocuklarımızın değil, bütün çocukların gülebileceği başka bir dünya var. İşte o dünyayı kurduğumuz gün, kaybolan çocuklarımızın oyun oynamak için uzaklaştığından emin olacağız. Ve onları hep birlikte arayacağız.