İsviçre’de orta çağdan devşirme polis devleti yasası

Burjuvazi icraatlarıyla çok da uzak olmayan gelecekte büyük sosyal fırtınalarla yüz yüze kalacağını biliyor ve tüm hazırlığını buna göre yapıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 11 Haziran 2021
  • 20:15

Charlie Hebdo dergisine saldırının (7 Ocak 2015) ardından Fransa dahil birçok Avrupa ülkesi polis devleti tahkimatına yeni halkalar ekledi ve bunu kanunlarla yasal hale getirdiler. İsviçre’nin egemenleri de İsviçre’deki terör tehdidinin arttığını varsaydıkları için aynı yönde adımlar atmak istediler. Federal Meclis’te oylanan “Anti Terör Yasası” 200 üyesi bulunan Ulusal Meclis’te (Nationalrat) 84 hayır oyuna karşı 112 evet oyu ile kabul edildi. 46 üyesi bulunan Senatoda (Ständerat) ise 11 hayır oyuna karşın 33 üç oy alarak geçti.

Ancak tasarının yasalaşması şimdilik referanduma takıldı. Sendikalar, ilerici parti, örgüt ve kuruluşlar, barolar, insan hakları savunucuları, ulusal ve uluslararası çapta tanınmış altmışın üzerinde hukukçu yasanın iptali için imza kampanyası başlattılar. Gerekli süre içinde 50 bin imza toplandıktan sonra, yürütme, yasa tasarısını halk oylamasına sunmakla mükellef kılındı.

13 Haziran 2021’de İsviçreli seçmenler Terörizmle Mücadele için Polis Tedbirleri Federal Yasası’nı (PMT) oylayacak. Yeni yasa, polise tam olarak keyfi hareket etme yetkisi tanıyor. Federal polisin tehlikeli olduğunu düşündüğü kişilere karşı zorlayıcı önlemler almasına izin veriyor. Tasarıya göre, meşru protestolar bile “terör” çerçevesinde yargılanabilecek.

Dolayısıyla söz konusu yasa, federal polise masum insanlara ve hatta polisin potansiyel olarak tehlikeli olduğunu düşündüğü çocuklara karşı bile zorlayıcı önlemler kullanma yetkisi veriyor. Uluslararası Af Örgütü İsviçre kampanya yöneticisi Patrick Walder, tepkisini, “Yasa güvenliği değil, keyfiliği ve dışlamayı teşvik eder. Temel hakları tehlikeye atıyor, insanları damgalıyor ve otoriter rejimlerin yöntemlerini hatırlatıyor. Bu nedenle Polis Tedbirleri Yasasına hayır diyoruz” sözleriyle özetliyor.

Yasama ve yürütme, “Suç işlendiğinde değil, suç şüphesi doğduğunda da müdahale etmek mümkün olmalıdır” diyerek, yasayı sevimli hale getirmek istiyor. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Raportörü Nils Melzer’in işaret ettiği üzere, yasama ve yürütme “Anti Terör Yasası bir açığı kapatmak için yapılıyor. Ek kısıtlamaları içermiyor” dese de bu yasa “Avrupa’nın en sert yasası” ve “polis devleti”nin tahakkümü olarak şimdiden “ün” yapmış bulunuyor.

Yeni yasa tasarısı neleri içeriyor?

Yasa polisi sınırsız yetkilerle donatıyor. Polis bir kişinin tehlikeli olabileceğini ve başkalarına zarar verebileceğini varsayması durumunda, hakim veya savcılık izni olmaksızın, izleyebilir, dinleyebilir, kişiyi ev hapsine tabi tutabilir. Kişinin başkaları ile görüşmesini yasaklayabilir. Gerekli gördüğünde de gözaltına alabilir.

Yasa, “terör şüphelisine” yaklaşımda da polise geniş yetki veriyor. Polis, herhangi bir kişiyi, bir mahkeme kararı olmaksızın, delil olmasa da şüphe üzerine 6 aya kadar ev hapsinde tutabilecek. İnsanlar, “gelecekte terör eylemleri yapabilir” şüphesi ile tutuklanabilecek. Polis tedbirlerinin sıralanması için ilgili kişinin belirsiz bir gelecekte “terörist faaliyette bulunacağına” işaret eden federal polisin “ipuçları yeterlidir” demesi kafi sayılacak. Bu durumda her vatandaşın potansiyel bir terör tehdidi olarak damgalanması işten bile olmayacaktır.

Yasa, aynı zamanda belirli insan gruplarının kökenleri nedeniyle şüphe altında tutulmasına, şüpheli olarak damgalanmasına da olanak tanıyor. Yanı sıra o çokça sözü edilen “hukukun üstünlüğü” yerine keyfilik dayatıyor ve ifade özgürlüğünü de ayaklar altına alıyor. Yetkililere yorum için muazzam bir alan bırakan muğlak yasal terimler kullanılması da başlı başına bir sorun teşkil ediyor.

Söz konusu yasa, çocuk haklarına da saldırıdır. Yasa çerçevesinde polis 12 yaşından itibaren ve 15 yaşına kadar olan çocuklara yönelik ev hapsi gibi tedbirleri herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın uygulayabilecek. Yani çocuk haklarının ihlali teröre karşı bir önlem olarak sunuluyor. Tüm bunlar, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin açık bir ihlalidir.

Yasanın yürürlüğe girmesi durumunda;

Bir elektronik mesaj “teröre destek” sayılabilecek,

12 yaşındaki çocuklar izlenebilecek, dinlenebilecek,

15 yaşındaki çocuklar ev hapsinde tutulabilecek, başkaları ile görüşmesi yasaklanabilecek,

Sosyal medya paylaşımları takibe alınacak,

“Suçu ve suçluyu öven” internet sayfalarının takibi suç sayılabilecek

Ve en önemlisi de şüpheli tehlikeli olmadığını, olmayacağını ispatlamakla mükellef kılınabilecek vs.

Tam bir orta çağ yasası

2004-2020 yılları arası 15 davada 29 sanığın dosyasını inceleyen ve yasaya karşı çıkan hukukçular, “Bugünkü yasalarla bile herhangi bir şiddet eylemiyle bağlantısı olmayan eylemler suç haline getiriliyor. Kişiler ‘önleyici tedbirler çerçevesinde’ gözaltına alınabiliyor. … Bu yasayla yapılmak istenen gizlenmek isteniyor” diyor. Tepkilerini, “Bu yasa ile şiddet çağrısı içermeyen, fikir beyanı niteliğindeki muhalif sosyal medya paylaşımları bile suç sayılabilecek ve bu paylaşımları yapan kişiler polisin takibine takılabilecek ve tam bir hukuksuzluk yaşanacak” sözleriyle sürdüren hukukçular, seçmenlerin yasayı reddetmesini istiyorlar.

Birleşmiş Milletler (BM) bile, “İsviçre’nin planladığı ‘Terörle Mücadele Yasası’ insan haklarını ihlal etmekle kalmıyor. Bu yasa, dünya çapındaki siyasi muhalefeti bastırmak için tehlikeli bir emsal teşkil ediyor” diyerek tepki gösterdi. BM işkence raportörü İsviçreli Nils Melzer ve dört bağımsız insan hakları uzmanı, Özellikle yasa tasarısında yer alan geniş ve muğlak terör eylemleri tanımının bir ‘suç tanımı’ olmaksızın kişileri suçlu yapıyor” diyorlar. Söz konusu yasanın federal polise insanları “potansiyel teröristler” olarak belirleme ve yargı denetimi olmaksızın onlara karşı önleyici tedbirler alma konusunda geniş yetkiler verdiği konusunda hemfikir olan BM uzmanları, terörizmin aşırı geniş ve muğlak tanımının, otoriter rejimlerin tarafından muhalefeti ezmek için bir model olarak kullanabileceği ve küresel bir emsal teşkil edebileceği uyarısında bulunuyorlar.

Ünlü yazar Umberto Eco’nun Gülün Adı adlı romanında işlediği ve orta çağda “adalet” dağıtmakla sorumlu olan kiliselerin “Zanlı suçsuzluğunu ispatlayıncaya kadar suçludur” yaklaşımı, kişinin masumiyet karinesini rafa kaldıran bugünün İsviçre’sinde yeniden hayat buluyor adeta.

Halihazırda yürürlükte olan yasalara göre, mahkeme kararı ile sınır dışı etme, seyahat yasağı, vatandaşlıktan çıkarma yapılabiliyor. Yeni “Anti Terör Yasası” ile hukukun ayak bağı olması engelleniyor. Polisin hem savcı hem hakim hem de kolluk gücü olarak “rahat” hareket edebilmesi sağlanmak isteniyor.

İsviçre’de ne devleti tehdit eden bir sosyal mücadele ne de propaganda edildiği gibi bir “terör tehdidi” söz konusu. Buna rağmen çıkarılmak “polis devleti”nin orta çağdan devşirme yasalarla tahkim edilmesi, sermayenin yarına hazırlığından başka bir şey değildir. Burjuvazi icraatlarıyla çok da uzak olmayan gelecekte büyük sosyal fırtınalarla yüz yüze kalacağını biliyor ve tüm hazırlığını buna göre yapıyor. Dolayısıyla polis devleti uygulamalarına geçiş giderek olağanlaşıyor.