Aksa Tufanı hareketinin başlamasından kısa bir süre önce AKP şefi Tayyip Erdoğan’la İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu New York’ta görüşmüş, medya önünde “samimi” pozlar vermişti. Erdoğan-Netanyahu kucaklaşması gerçekleşmeden bir süre önce ise, Türkiye’de bulunan Hamas militanları sınır dışı edilerek Siyonist rejimle flört yeniden başlatılmıştı. 7 Ekim’den önce yol düzlenmiş, Erdoğan-Netanyahu ikilisi buluşmak için gün sayıyordu.
Filistin direniş hareketinin 7 Ekim’de İsrail’e saldırması, AKP-MHP rejimini hesapta olmayan bir sorunla yüz yüze bıraktı. Geçmişte Netanyahu ve diğer Siyonist şeflere ağır ithamlarda bulunan Erdoğan ilk günlerde ne yapacağını şaşırdı. Tarafları “itidalli” olmaya çağırarak durumu geçiştirmeye çalıştı. Ancak gün geçtikçe bu tutumu sürdürmenin koşulları ortadan kalktı. Zira Siyonist rejim 7/24 Gazze’yi bombalayarak pervasızca savaş suçları işlerken sessiz kalmanın koşulları ortadan kalktı.
One minute “kabadayılığı” mazide kaldı
AKP şefi “mırın-kırın” ederek durumu geçiştirmenin mümkün olmadığını fark edince ırkçı-Siyonist rejime “yumuşak” eleştiriler yöneltmeye başladı. Oysa “İslam dünyasının lideri” pozları takındığı dönemde, İsrail şimdiki suçlarının onda birini işlediğinde “esip gürlüyordu.” Elbette yağmadan. O çıkışların Filistin halkına bir yararı olmasa da Siyonist şefleri rahatsız ediyordu. Erdoğan’ın “rol yaptığını” elbette biliyorlardı. Ancak onlar sahtekarca da olsa doğrudan itham edilmekten hoşlanmazlar. Batılı emperyalistler, savaş suçları işlerken de onları pohpohlanmaya alıştırmışlar.
İsrail savaş suçlarına her gün yenilerini eklerken Saray rejiminin şefi ne yapıyor? Filistin halkının kasabı Netanyahu’yu rahatsız edecek söz söylemekten kaçınarak güya eleştiriyor. Yarattığı yağma ve talan ekonomisi onu uluslararası tefecilere muhtaç ettiğinden dolayı, “aman kasap Netanyahu’yu kızdırmayalım” kaygısıyla açıklamalar yapıyor. Bu tutum dinci-faşist Saray rejimi için Filistin halkının acılarının ya da davasının zerre kadar bir önem taşımadığını birkez daha gözler önüne sermiştir. “Siyonist rejimle ilişkiler esas, Filistin davası teferruattır.”
Elbette dinci-gericiliğin ırkçı-Siyonist rejimi kayırma politikaları yeni değil. AKP işbaşına getirildikten bu yana İsrail-Türkiye ticaret hacmi 6-7 kat arttı. Yani Erdoğan “One munite” derken de “katil Netanyahu” diye nutuklar atarken de İsrail’le ticaret hacmi düzenli bir şekilde artıyordu. Siyonistlere yaptıkları hizmet bundan ibaret değildi elbette. Şu günlerde Gazze’de halkın üzerine bomba yağdıran savaş uçaklarının pilotları yıllarca Konya ovasının semalarında eğitim uçuşları yapmışlardı. Konya ovasını işgalci İsrail ordusuna tahsis eden kişi ise Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi. ABD’deki Yahudi lobisinin ona “cesaret ödülü” vermesi boşuna değil. Netanyahu’nun ayağına düştüğü şu günlerde, emperyalist/Siyonistlerin soykırımcı saldırılarını “terbiyeli” bir şekilde eleştirmekle yetiniyor. Siyonist rejimle arayı düzeltme beklentisi suya düşerse eğer “eleştiri” dozunu arttıracaktır. Ama ne olursa olsun AKP şefinin İsrail’e karşı “kabadayılık” yapma dönemi kapanmış görünüyor. Milli Savunma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk tarafından yapılan açıklamada “…Türk Silahlı Kuvvetleri'nin verilecek direktifler doğrultusunda hem insani yardım hem tahliye konusunda görev almaya hazır olduğunu” söylemesi dikkat çekici. Siyonist rejim Gazze’de etnik arındırma yapmak istiyor, Saray rejimi, “TSK tahliye konusunda görev almaya hazır” diye açıklama yapıyor.
Siyonistlerin Gazze’de öldürdükleri Filistinliler için yas mı tutuyorlar?
İşgalci İsrail ordusunun Gazze’yi yakıp yıkması, El Ehli Baptist Hastanesi’ni bombalayarak çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan 500’e yakın kişiyi katletmesi, Saray rejimi-Siyonist İsrail ilişkilerini çok da etkilemedi. Rejimin bazı görevlileri İsrail’i ‘usulen’ eleştiriyorlar. İhtiyatlı açıklamalar yapan Erdoğan Netanyahu’yu kızdırmamaya dikkat ediyor. Görüntüyü kurtarma hesabıyla hastanede öldürülenler için üç günlük yas ilan etti.
“Yas ilanı” kararı, uzaktan bakanları duygulandırabilir. Oysa bu karar sembolik olduğu kadar sahtekarca da. Çünkü Siyonist rejimle arayı düzeltmek için Netanyahu’nun peşinden koşanların Filistin halkı için yas tuttukları iddiasının zerre kadar bir inandırıcılığı yoktur. Erdoğan’ın peşinden koştuğu Netanyahu ve temsil ettiği rejimin sicilinin çok kanlı olduğu da kimse için bir sır değil. Belli ki, yas ilan ederek Siyonistlere yaptığı hizmetten dolayı Arap halkları nezdinde yerlerde sürünen imajını düzelmeye çalışıyor. Bu saatten sonra bu tür sahte gösterilerin çok etkili olması beklenmiyor. Zira “takke düşmüş kel görünmüştür” artık.
Roboski “yas”ın neresinde?
Erdoğan, Filistinlileri katleden Siyonist şefleri eleştirdiğinde, “sen de Kürtleri katlediyorsun” diye karşılık veriyorlardı. Aynı suçu işleyenlerin atışması, dışarıdan izleyenlere iki zihniyet arasındaki benzerliği görme imkanı sağlıyordu. Araları düzelince durum değişti. Artık kucaklaşıp birbirlerine cilve yapma zamanıydı.
Netanyahu ve başında bulunduğu şebekenin suçları çok ağırdır. Öte yandan sicillerinde Roboski’de çocuk ve gençleri savaş uçaklarıyla bombalama suçu olanların Siyonistleri eleştirmesi de kaba bir riyakarlıktır. İki tarafın zihniyeti birbirine benziyordu. Hal böyleyken Roboski’nin emrini verenlerin Gazze için yas tutmalarında en ufak bir samimiyet olabilir mi? Eğer insan hayatına gerçekten önem verselerdi Roboski için emir vermez ya da kıyım gerçekleştikten sonra sorumluları yargılarlardı. Oysa onlar “emri ben verdim” diye övündüler, failleri ise gizleyip korudular.
“Bütün altyapı, üstyapı tesisleri, enerji tesisleri hedefimizdir…”
Siyonist rejimin Gazze’de işlediği savaş suçlarını güya eleştirenlerin Suriye topraklarında yaptıkları da taraflar arasında benzerlik olduğunu gösteriyor. 7 Ekim’den sadece birkaç gün önce Sarayın Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, "…Özellikle Irak ve Suriye’de PKK/YPG'ye ait bütün altyapı, üstyapı tesisleri, enerji tesisleri bundan sonra güvenlik güçlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin, istihbarat unsurlarımızın topyekün meşru hedefidir” diye açıklama yapmıştı
Bu açıklamaya paralel olarak Rojava’da sivil hedefler bombalandı. Altyapının, enerji tesislerinin bombalanması ise bir savaş suçudur. Zira altyapı, enerji ve benzer tesisler sivil halkın yaşamını idame ettirebilmesi için gereklidir. Bunların bombalanması orada yaşayan halkın topyekün bir şekilde cezalandırılması anlamına geliyor. Bu tür örnekler, saldırgan devletlerin sivil hedefleri bombalarken benzer argümanlar kullandığını gösteriyor.
Devletler arasındaki benzerlik şaşırtıcı değil. Çünkü kapitalist devletler, sermaye sınıfının çıkarlarını temsil eden şiddet aygıtlarından başka bir şey değiller. Dolayısıyla ezilen halkların sorunları, kıyıma uğratılması bu aygıtların umurunda bile değil. Olsa olsa ezilen halkların sorunlarını kendi sefil çıkarları için istismar ederler. Tıpkı AKP’nin Filistin davasını duruma göre çıkarları için kullanması gibi…