İsrail çıldırmadı, tamamen delirdi

The Cradle'daki makale, İsrail'in uluslararası yasa ve sözleşmelerin ihlaline yol açtığının farkında olmasına rağmen Direniş Ekseni üyelerine yönelik saldırgan eylemlerini mümkün kılan cüreti inceliyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 03 Ağustos 2024
  • 17:30

YDH- The Cradle'da yayımlanan makale, Batı Asya Direniş Ekseni'nin çeşitli askeri operasyonlar ve misillemeler yoluyla İsrail'in delilik stratejisine karşı koymadaki etkinliğini vurguluyor, İsrail'in güç projeksiyonuna meydan okuyarak uluslararası konumunu zayıflatan Eksen'in, İsrail'i tam da tanıdığı yerinden yenilgiye uğratabilmesinin yollarını inceliyor.

İsrail, 30 Temmuz'u 31 Temmuz'a bağlayan gece saatlerinde Direniş Ekseni'nin iki üst düzey yetkilisine suikast düzenledi. İlk olarak Hizbullah'ın üst düzey komutanı Fuad Şükr, Beyrut'un yoğun nüfuslu banliyösü Dahiye'deki konutuna düzenlenen İsrail hava saldırısında öldürüldü ve çok sayıda sivil hayatını kaybederken 70'ten fazla kişi de yaralandı. İkinci olarak ise 31 Temmuz günü saat 02:00'de, İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pizişkiyan'ın yemin törenine katılmak üzere Tahran'da bulunan Hamas'ın siyasi büro lideri İsmail Haniye hedef alındı. Haniye, ateşkes müzakerelerinin önemli isimlerinden biriydi.

İsrail birkaç saat içinde Direniş Ekseni'nin üç üyesini vurdu: Lübnan, Filistin ve İran. Tel Aviv bunu yaparken, siyasi suikastları yasaklayan bir dizi uluslararası yasayı, diplomatik sözleşmeyi ve teamülleri ihlal ederken, BM üyesi iki devletin toprak bütünlüğünü de açıkça ihlal etti.

Gazze'deki eylemlerinin ardından İsrail, aralarında 15 bin çocuğun da bulunduğu 40 binden fazla Filistinli sivilin ölümüyle sonuçlanan ve geniş çapta yayınlanan vahşeti nedeniyle hızla küresel bir parya haline geldi. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail tarafından işlenen savaş suçlarına ilişkin devam eden soruşturma ve müzakerelerle İsrail'in parya statüsü daha da derinleşti.

Dolayısıyla Tel Aviv'in dün geceki kışkırtıcı eylemleri şu soruyu akla getiriyor: İsrail kafayı mı yedi? Küresel kınamaların arttığını, boykotların genişlediğini, ittifaklarının azaldığını, sosyal medyadaki öfkeyi ve giderek artan ve göze batan yalnızlığını görmüyor mu?

İsrail tamamen delirdi

Kesin yanıt hayır. İsrail rejimleri sürekli olarak net ve rasyonel bir yaklaşımla hareket etmiş, değişmeyen tekil ve baskın bir stratejiye bağlı kalmıştır. Başından beri coğrafi, nüfus, siyasi ve ekonomik eksikliklerinin farkında olan Siyonist proje çok hesaplı bir şekilde hedeflerine ulaşmak ve jeopolitik ağırlığının çok üstünde bir performans sergilemek için 'delilik stratejisi' diyebileceğimiz bir şey uyguladı. 

Tuhaf ama etkili bir strateji olan delilik, aslında ders kitaplarındaki caydırıcılık teorisinden türetilmiştir: 

İsrail'in tehditkâr bir imaj çizme stratejisi, saldırganlık ve öngörülemezlikle ilgili bir itibarla birleştiğinde, düşmanlardan gelebilecek olası saldırılara karşı caydırıcı bir unsur olarak hizmet eder. İsrail'e yönelik herhangi bir saldırının karşılıklı yıkımla sonuçlanacağını açıkça ortaya koyan rejim, düşmanları düşmanca eylemlerde bulunmaktan etkili bir şekilde caydırmaktadır. 

Delilik dokunuşuyla saldırgan bir itibarla tehditkâr bir varlık yaratmak düşmanlarınızın size saldırmasını engelleyecektir. Düştüklerinde düşmanlarını da yanlarında götüren bir kişiye saldırmayacaklardır. 

Bu yaklaşım İsrail'in hem müttefikleri hem de düşmanlarıyla olan etkileşimlerinde açıkça görülmekte ve bir kez fark edildiğinde bu taktiklerin ülkenin dış politikasının tüm yönlerine nüfuz ettiği ortaya çıkmaktadır.

Filistin direnişinin geçen yıl 7 Ekim'de düzenlediği askeri operasyonun ardından ve tam da ABD Başkanı Joe Biden'ın İsrail'e destek vermek üzere Tel Aviv'e gittiği sıralarda, işgal ordusu Gazze'deki Şifa Hastanesi'ni vurarak sığınak ve tıbbi yardım arayan yüzlerce sivili öldürdü. Saldırı tesadüf değildi. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu kasıtlı olarak bu görüntüyü yaratmaya çalıştı. Yaşanan vahşet ne kadar korkunç olursa olsun, ABD başkanını kendi politikalarına destek vermesi için köşeye sıkıştırmak istedi. 

Bu, İsrail'in şeytani davranışlarını kabul etmeleri ve beklemeleri için hedefleri evcilleştirmek ve tımar etmek için uzun süredir uygulanan bir Siyonist taktiktir.

Netanyahu bu tehlikeli oyunu Suriye savaşı sırasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile de oynadı. Güçlü Rus devlet başkanıyla her görüşmesinden sonra İsrail başbakanı Suriye'ye karşı sert saldırılar düzenliyordu. Bu Siyonist taktik, yine Rusları İsrail'in saldırgan davranışlarını kabul etmeleri ve beklemeleri için evcilleştirmek ve terbiye etmek içindi.

Bugün İsrail, Gazze'de ve Batı Şeria'da Filistinlilere yönelik saldırılarında -tecavüz, cinayet, uzuv kesme, kafa kesme, işkence- delilik stratejisinin tüm yelpazesini cezasızlıkla uyguluyor. Müttefiklerin, düşmanların ve halkların bu görüntüleri ve verileri kabul etmesi ve daha da kötü senaryolara hazır olmasını umuyor.

Haliyle, Tel Aviv'in mantıksız davrandığını söylenemez. Delilik stratejisini uygulamak, sadece komşularına değil, küresel güçlere ve uluslararası kurumlara da büyük boy iradesini dayatması gereken küçük bir varlık için gayet rasyonel bir karardır.

1948'den önceki delilik

Delilik İsrail'in yeni bir stratejisi değildir; başlangıcı, Siyonist milislerin Filistin'e Yahudi göçünü sağlayan İngiliz güçlerini bombalayıp öldürdüğü ve ülkenin yerli nüfusunu etnik olarak temizlemek için askeri operasyonlar başlattığı rejimin kuruluşundan önceki yıllara dayanmaktadır.

İsrail, kuruluşundan itibaren saldırgan bir “tehdit varlığı” oluşturdu. Stern Gang ve Irgun gibi Yahudi milislerin 1944'te Kahire'de İngiliz Diplomatlara suikast düzenlemesi, 1946'da King David Oteli'ni havaya uçurması, 1947'de Deyr Yassin katliamını gerçekleştirmesi ve ardından 1948'de Filistin Nakba'sı gibi terör eylemleri vd.

Ancak Siyonistler işledikleri suçlar için ceza almak yerine, 1947'de İsrail rejimini resmileştiren BM oylamasıyla ödüllendirildiler. Vahşi davranışlar olağanüstü ödüller getirmişti, o vakit niye stratejiden vazgeçilsin? 

İlk Siyonist terör milislerinin büyük kısmı daha sonra İsrail ordusunu oluşturdu. Filistinlilerin etnik temizliğini emreden politikacı “İsrail'in babası” olarak adlandırıldı ve ülkenin ilk başbakanı oldu. Menahem Begin, Yitzhak Rabin, Yitzhak Shamir gibi diğer milis liderleri de kısa sürede bu rütbeye yükseldi ve bazıları Nobel barış ödüllerini kazandı. Vahşi davranışlar sonuç vermeye devam ediyordu.

İsrail'in kuruluşundan sonra 1956, 1967, 1973 ve 1982'de Arap komşularıyla yaptığı bir dizi savaş İsrail'e daha fazla toprak kazanımı, daha fazla yerleşim yeri ve uluslararası masada daha büyük bir koltuk kazandırdı. İsrail'in 250 katı büyüklüğündeki Lübnan, Suriye, Irak, İran, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Tunus, Mısır ve Uganda'yı kapsayan bir bölgede İsrail'in askeri ve istihbarat saldırıları sürekli olarak devam etti.

Tüm bunlar, İsrail'in cüretkâr ve yasadışı provokasyonlarını örtbas etmek için büyük çaba sarf eden Batı'nın anlatıyı şekillendirmesi ile gerçekleşti. Tehditkar rejim cezalandırılmadı aksine İsrail'in sözde barış süreci çabaları, sözde demokrasisi, disiplinli, gelişmiş, Yahudilerin vaat edilmiş topraklarını koruyan yenilmez ve ahlaklı ordusu anlatıda merkezileşti. Batı diplomatik, ekonomik, askeri ve medya desteği sayesinde tam kapsamlı bir anlatı yönlendiriliyordu. Anlatı, Tel Aviv'in, küresel kamuoyunu “terbiye etmesine ve evcilleştirmesine” yardım ederken, İsrail'in batılı müttefikleri de uluslararası toplumun İsrail'in kötü davranışlarını temel bir batı “medeniyet karakolu” olarak kabul etmesi ve beklemesi için de zemin hazırlıyordu. 

Deli gömleğini giymek

Ardından 7 Ekim'deki Filistin direniş operasyonu geldi ve İsrail saatler içinde caydırıcılık statüsünün tamamen çöküşüne tanık oldu.

Kanamayı durdurmak için tehdit varlığı olmaklıktan delilik stratejisine geçmesi gerekiyordu. Bu da artık kırmızı çizgilerin ve maskelerin olmayacağı anlamına geliyordu. 

Genelde, İsrailli yetkililer ve nüfuz sahiplerinden televizyon ekranlarına dökülen, Talmud'dan esinlenen, dini aşırılıkçı, soykırımcı söylemler nadirdir zira işgal rejiminin askeri detaylar üzerinde sıkı bir sansürü var. Ancak bu sefer, kendi yetkililerinden gelen suçlayıcı, ırkçı söylemlerin akışını durdurmak için hiçbir şey yapmıyordu.

Meslekten olmayanlar ya da ortalama bir Batılı haber tüketicisi için İsrail'in bu 'yeni' davranışı şaşırtıcı ve dengesizdir ve İsraillilerin bir şekilde mantıksız davrandığını düşündürür. Stratejik düşünenler içinse bu, İsrail'in zaman içinde yıpranmış delilik stratejisinin bir başka tırmanışıdır ve halkları giderek şeytanileşen davranışları hoş görmeye ve onları şok ederek eylemsizliğe sevk etmeyi amaçlar. 

Netanyahu ve arkadaşları deli değiller; tüm zalim deli hamleleri iyi çalışılmış ve soğukkanlılıkla önceden planlanmıştır. Asıl amaçları, strateji ustası Sun-Tzu tarafından MÖ 4. yüzyılda genel hatlarıyla özetlenen bir duruma ulaşmaktır:

''Düşmanlarınız sizinle savaşmak istemiyorsa, bunun kendi çıkarlarına ters düştüğüne inanmalarındandır ya da siz böyle düşünmeleri için onları manipüle etmişsinizdir.''

Karşı-delilik: Direniş tedavisi

1948'den bu yana, İsrail'in delilik stratejisine karşı koymak için çok az kişi gerçekten adım attı. Delilik terimleriyle ifade edecek olursak, karşı koymanın ders kitabındaki tanımı şudur: “Deli adama karşı durmak ve zaferini engellemek.” Ancak İsrail'in çok daha güçlü müttefikleri bugüne kadar ilişkiyi ve algılanan faydalarını riske atmaya hazır olmazken, İsrail'in bölgesel düşmanları savaşlarını kaybetti ya da çözüm dayatamadı. 

Ancak İran, Suriye, Lübnan Hizbullahı, Filistin'de Hamas'ı, Yemen'de Ensarullah, Irak Haşdi Şabi'si ve diğerlerini içeren devlet ve devlet dışı aktörlerin ittifakı olan Batı Asya Direniş Ekseni'nin kurulmasıyla statüko değişti.

On yıllar boyunca bu eksen İsrail'in tehditkâr güç projeksiyonunu dikkatli bir şekilde azaltmış ve daha da önemlisi, mümkün olduğunda misliyle karşılık verme uygulamasını hayata geçirmiştir. İşte bazı önemli kilometre taşları:

Hesap Verebilirlik Operasyonu: İsrail 1993 yılında Lübnan'daki sivil köyleri vururken, Hizbullah İsrail'in sivil hedeflerine karşı yeni füzelerle misilleme yaptı. Bu misilleme İsrail'i sivillerin hedef alınmasını en aza indirmek için türünün ilk örneği olan gayri resmi bir anlaşmayı kabul etmeye zorladı. 

Gazap Üzümleri Operasyonu: 1993'teki çatışmalardan daha büyük bir ölçekte, 1996'da sivillerin hedef alınmasının çatışmalarda kırmızı çizgi olduğunu açıkça belirten resmi bir anlaşma yapıldı.

2000 yılında Lübnan'dan çekilme: Lübnan'da 18 yıl süren yıpratma savaşının ardından İsrail, Arap topraklarından hiçbir koşul öne sürmeden çekilmek zorunda kaldı. Bu önemli olay üzerine Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah, İsrail'i “örümcek ağından daha zayıf” ilan eden meşhur ve ateşli konuşmasını yaptı ve temelde İsrail'in tüm temel dayanaklarına ve Lübnan'ın işgal devletiyle olan sınırının tepesinden askeri güç projeksiyonuna meydan okudu. 

2006 Savaşı: Bir sınır olayının ardından İsrail, Lübnan'a karşı geniş çaplı bir savaş başlatarak şansını tekrar denedi ancak hedeflerine ulaşamadı. Bu kez 33 gün süren savaş, ne sivil ne de askeri saldırılara izin verilmediğini belirten bir BM güvenlik kararıyla sona erdirildi. 

Aksa Tufanı Operasyonu: 7 Ekim 2023'te Hamas, İsrail'in Gazze sınırını kontrol etmek için inşa ettiği en sofistike duvarı aştı. Bu kez İsrail'in içindeki güç projeksiyonu bile paramparça olmuş, Tel Aviv'i kazanamayacağı bir savaş ilan etmeye zorlamış, iç güvenliğini zayıflatmış, askeri varlıklarını tüketmiş ve ekonomisini tahrip etmiştir. İsrail delilik stratejisinin ötesine geçmek zorunda kaldı ve uluslararası bir parya haline geldi. 

Gerçek Söz Operasyonu: İran, Tel Aviv'in Şam'daki İran konsolosluğuna yönelik saldırılarına doğrudan misilleme olarak ilk kez İsrail'e çok sayıda insansız hava aracı ve balistik füze saldırısı düzenledi. İran, 13-14 Nisan 2024'teki misilleme saldırıları sırasında İsrail, ABD, İngiltere ve Fransa'nın hava savunmasıyla karşı karşıya kaldı ancak hedeflediği üç hedefi delmeyi ve vurmayı başardı. 

Yemen'in deniz ablukası: İsrail'in Gazze'ye yönelik acımasız askeri saldırısına karşılık olarak Yemen silahlı kuvvetleri, Asya su yollarında İsrail'e bağlı ve İsrail bağlantılı tüm gemilerin geçişini durdurmak için sürekli bir kampanya başlattı. İsrail'in ithalatının yüzde 80'inden fazlasını deniz yoluyla yaptığı düşünüldüğünde, Yemen'in operasyonları İsrail ekonomisine ağır bir darbe indirdi, hayati önem taşıyan Eylat Limanı'nı tamamen devre dışı bıraktı ve İsrail için sigorta maliyetlerini arttırdı.

Kısacası, İsrail'in delilik stratejisi hem dostları hem de düşmanları tarafından yenilgiye uğratılabilir. Deliliği yüzüne vurmak, bastırmak ve direnmek gerekir. İsrail'e ne kadar çok karşı koyulursa İsrail de o kadar delirir. 

Çeviri: YDH (ydh.com.tr)

The Cradle / 03.08.24