Oxfam’ın açıkladığı küresel servet raporu verilerine göre dünyanın en zengin 500 kişisinin serveti, 1 yılda %25 arttı. Ortaya çıkan rakamlara göre en zengin %1’in serveti 6.9 milyarlık dünya nüfusunun servetinin iki katını aştı. Aynı araştırmadaki başka bir veriye göre 2153 kişinin serveti 4,6 milyar insanın toplam servetine eşit.
Emek ile sermaye arasındaki çelişki servet ile sefalet arasındaki kutuplaşmayı derinleştirerek artıyor. Bu eksende biriken öfke dünyanın dört bir tarafından ayağa kalkan, ekonomik-demokratik talepleri için meydanlara çıkan işçi ve emekçilerin mücadelesine güç veriyor.
Gözümüzün önünde yeni bir dönemin kapıları aralanıyor. Kapıların arkasından içeri sızan ışıklar tüm canlılığı ile bu yeni dönemin somut gerçeklikleri olarak gözümüzü kamaştırıyor. 23 yıl önce kaleme alınmış ve daha dün ifade edilmiş hissiyatı uyandıran şu değerlendirme döne döne kendisini doğruluyor:
“İnsanlık ne tarihin sonuna gelmiştir ne de kapitalist düzen insanlığın çoğunluğuna bir şey verebilecek durumdadır. Tam tersine kapitalist sistemin onulmaz çelişkileri varlığını sürdürmenin ötesinde, gitgide daha da keskinleştiği içindir ki; bizzat bunun harekete geçirdiği yığınlar tarihin yeni evresini müjdelemektedir.” (Proleter hareketin ve halk isyanlarının yeni dönemi, Mart 1997)
Bu sözlerin güncel doğrulanma duraklarından biri olan Hindistan’da, 8 Ocak’ta 250 milyon işçi, köylü ve öğrencinin katılımı ile gerçekleşen grevlere gelin biraz daha yakından bakalım.
175’ten fazla organizasyonun oluşturduğu bir platformun çağrısıyla imalat sanayi işçileri, köylüler, çiftçiler ve öğrenciler greve çıktılar. 480 ayrı ilçede gösteri düzenlediler. 60’ın üzerinde üniversite ve enstitüde ders boykotları yapıldı. Grevciler tarafından kamu emekçilerine yapılan destek grevi çağrısı da tüm tehditlere rağmen karşılık buldu. Ülkenin büyük sendikalarının çağrıcısı olduğu greve son yıllarda sayıları artan bağımsız federasyon ve sendikalar da aktif katılım sağladı.
Greve çıkan işçilerin çalıştığı sektörler ülkenin büyük kamu işletmelerini de kapsıyor. Demir-çelik, madencilik, savunma sanayi, ulaşım sektörü ve daha birçok işkolundan işçiler greve yoğun katılım gösterdi. Yer yer devlet ve polisle karşı karşıya gelinen gösteriler, Hindistan’da oldukça sarsıcı bir etki yarattı.
28 yıldır neoliberal ekonomi politikaları altında ezilen Hindistan işçi ve köylüleri uzun süredir yaşadıkları toplumsal sorunlara karşı çözüm için mücadele veriyor. Son 5 yılda benzer kitlesellikle yapılan 4 büyük grevin taleplerini ise şöyle sıralayabiliriz: Asgari ücretin yükseltilmesi, artan fiyatların dizginlenmesi, aşırı işsizliğin önlenmesi, iş kanununda işçiler aleyhinde yapılan değişikliklerin geri çekilmesi, kamunun özelleştirilmesine son verilmesi, sözleşmeli ve geçici işçiliğin kontrol altına alınması, tarım ürünleri için daha iyi bir fiyat verilmesi, ücretlerde artış, çiftçiler için tam borç feragati, toplumsal vatandaşlık yasasının geri çekilmesi, hükümeti protesto edenler üzerindeki saldırılara son verilmesi, anayasal hükümlerin tahrip edilmesine son verilmesi ve öğrenciler üzerindeki baskıların son bulması.
Hindistan işçi sınıfı ve köylülerinin yaşamı kapitalist saldırı politikalarının altında her geçen gün biraz daha katlanılmaz hale geliyor. Çiftçiler ürettiği ürünlerin karşılığını alamadığı gibi, ülke stokunda fazlasıyla bulunan buğdayı geçen yıla göre %56, pirinci %14 daha zamlı tüketmek zorunda kaldı. 4 yılı aşkın bir süredir endüstri ve tarım işçilerinin insana yaraşır bir ücret talepleri karşılanmıyor. Hatta yasal değişiklikler ile işçilerin çalışma süreleri ve maaşları patronların insafına bırakılmak isteniyor. Bunlarla eş zamanlı olarak küresel kapitalizmin tekellerine imtiyazlar tanınıyor. Özelleştirmelerle kamusal alan yabancı sermayenin talanına açılıyor. Ülkedeki köylülerin yarısından fazlası borçlu ve bu durum intihar olaylarının artmasına neden oluyor. Tarım işçilerinin maaşları iki yıldır hiç değiştirilmedi. Neoliberal politikaların uygulayıcısı olan Modi hükümeti ise baskı politikaları ve özelleştirme noktasındaki ısrarı ile gemi azıya alarak yoluna devam ediyor.
Kapitalizmin onulmaz çelişkisi olan emek ile sermaye arasındaki çelişki toplumsal mücadele dinamiklerini besliyor. Modi hükümeti süresince 2 Eylül 2015, 2 Eylül 2016 ve 8-9 Ocak 2019’da ülke çapında büyük grevler gerçekleşti. Bir dizi sektörde eylemler oldu. Özelleştirmeye karşı demiryolu işçileri, kömür işçileri, petrol rafineri ve boru işçileri, savunma sanayi işçileri eylemler gerçekleştirdi. Kamu bankaların birleştirilmesine karşı banka çalışanları grev yaptı. Çiftçiler ve tarım işçileri taleplerini dile getirmek için parlamentoda mitingler düzenlediler. Öğrenciler ise artan harçlara ve polis-devlet baskılarına karşı eylemler, protestolar düzenliyorlar. Azınlıklara karşı çıkarılmak istenen Vatandaşlık Değişiklik Yasası da çok yoğun tepkilere ve kitle gösterilerine neden oluyor. 2020 yılına da tarihinin en kitlesel greviyle giren Hindistan halkı mücadele alanlarına daha da güçlenerek çıkacağını ilan etmiş oldu.
Hindistan’da işçi ve emekçilerin verdiği mücadeleler yeni bir krizler, savaşlar, bunalımlar ve devrimler döneminin Hindistan coğrafyasındaki karşılığından başka bir şey değildir. Hindistan işçi, köylü ve öğrencileri bu mücadelelerle kapitalist sömürü düzeninin temellerini sarsıyor. Kitlesel grevlerle toplumun tüm damarlarına isyan duygusu yayılıyor. Düzen her geçen gün biraz daha tartışmalı hale geliyor ve onu aşacak olan hareketlerin temelini düzlüyor.
Açılan yeni kapıdan sadece savaş ve bunalım ışıkları içeri girmiyor. Toplumsal devrimin şafağı olan ışıklar da gözlerimize değmeye başladı. Hindistan’da yaşanan gelişmelere tarihsel bir pencereden bakanlar bunu rahatlıkla görebilir. Tarih bildiği yoldan ilerlerken ona öncü müdahalenin tarihsel önemi de her geçen gün kendini biraz daha fazla ortaya koyuyor. Almanya’daki olumsuz, Rusya’daki olumlu tarihsel deneyimlerin de gösterdiği gibi gelişmeler komünistleri sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyor.
Enginleri fethetme duygusuyla dünya devrimi mücadelesinde yer alan, ölümsüzleşene dek proletaryanın genel kurmayına sarsılmaz bir inançla bağlı kalan Hüseyin hocamızın sık sık hatırlattığı şu değerlendirme ile mektubumu noktalıyorum:
“Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasında damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bu iki olgusal gerçek yeni devrimler döneminin de dolaysız habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım ve acılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de.” (TKİP III. Kongresi Bildirisi, www.tkip.org)
Veli Karaçam
Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi