Hindistan’da ayrımcı-ırkçı yasaya karşı protestolar

Hintli işçiler, Hindu ve Müslüman öğrenciler tüm bu saldırıların sadece Müslüman halka yönelik olmadığını, sermaye sınıfının asıl hedefinde Hindistan işçi sınıfının ve emekçi kitlelerinin, onların kazanılmış haklarının olduğunu biliyor ve bu bilinçle hareket ediyorlar.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 06 Mart 2020
  • 15:02

Hindistan, “Vatandaşlık Değişiklik Yasası”na karşı süren kitlesel ve yaygın protestolarla sarsılıyor.

12 Aralık’ta yürürlüğe giren Vatandaşlık Yasası kapsamında, Pakistan, Afganistan ve Bangladeş’teki dini baskıdan kaçan Budist, Sih, Jain, Parsi, Hindu ve Hristiyanlar, kimliklerini ve Hindistan’da 6 yıldan beri yaşadıklarını kanıtlamaları halinde, Hindistan vatandaşlığını alabilecekler. Aynı koşullarda olan Müslüman göçmenler ise bu düzenlemenin dışında bırakıldılar.

Hindistan tarihinde ilk kez “din” vatandaşlığa alınmada bir kriter oldu.

Yasa neden eleştiriliyor?

Yeni Vatandaşlık Yasası, Hindu milliyetçisi hükümetin Hindu ulusuna ait bir Hindistan yaratmak için attığı ilk adım olarak görülüyor. Hindistan Ulusal Kongresi’nin (INC) eski lideri Rahul Gandi, twitter’de paylaştığı bir yazısında; Modi hükümetinin bu adımını kuzeydoğu eyaletlerini etnik olarak temizlemeye yönelik bir girişim ve oradaki halkların yaşam tarzlarına ve Hindistan fikrine saldırı olduğunu ifade etti.

Yeni yasa ile 180 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olan Müslüman halk dışlanıyor, ikinci sınıf vatandaş yerine konuluyor. Birçoğunu vatansız bırakmak için atılan bir adım olduğu ifade edilerek, yeni yasa sert bir biçimde eleştiriliyor.

Yasaya karşı protestolar yayılıyor

Vatandaşlık Yasası daha tasarı halindeyken, Assam eyaletinde Müslüman öğrencilerin öncülüğünde protesto edildi. Gösteriler 15 Aralık’ta polisin Delhi Üniversitesi’ndeki göstericilere azgınca saldırmasının ardından tüm ülkeye yayıldı. Aynı gece Hindistan’ın tüm üniversitelerinde protestolar yaşandı. Öfke sokağa taştı, gösteriler giderek kitleselleşti. Protestolar üç aydır sürüyor.

Gösterilerde başta Müslüman öğrenciler ve gençler yer almış olsalar da, protestolar etnik grupların ve kastların, mezhepsel ve dinsel kimliklerin ötesine geçerek, Hindistan’ın dört bir yanına yayıldı. Protesto gösterilerinde en ön safta yer alan kadın öğrenciler ve kadın emekçiler, eylemlerin sürükleyici gücü oldular.

Milliyetçi şoven BJP (Hindistan Halk Partisi) hükümeti, gösterileri bastırmak için bu bölgelere 6 binin üzerinde polis ve asker gönderdi. Başta başkent olmak üzere büyük kentlerde beşten fazla kişinin bir arada durması yasadışı ilan edildi. Cep telefonu ve internet üzerinden iletişim engellendi.

Hindistan Cumhuriyeti Anayasası’nın ilk yürürlüğe girdiği gün olan 26 Ocak kutlamaları esnasında, 250 kentte yüzbinlerce kişi, faşist Başbakan Modi’nin kağıtsız Müslüman göçmenleri ve Müslüman halkı dışlayan yasasına karşı protesto yürüyüşleri gerçekleştirdi. Gösterilere azgınca saldıran polis 25 kişiyi katletti.

23 Şubat’ta milliyetçi BJP’nin yerel lideri Kapil Mişra eylemlerin bitirilmesi emrini verdi. Sosyal medya üzerinden yaptığı çağrı ile faşist Hindu çeteleri harekete geçti. Hindu milliyetçisi paramiliter bir örgüt olan RSS çeteleri aynı gece “Yaşasın Lord Rama!” sloganları eşliğinde demir çubuk ve sopalarla göstericilere saldırdı. Müslüman göçmenlerin yaşadığı yoksul mahalleler ateşe verildi, camiler yakıldı, gazetecilere saldırıldı. Çatışmalarda 40’a yakın kişi yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı.

Bu sürece nasıl gelindi?

Vatandaşlık yasası Hindu milliyetçisi BJP hükümetinin Müslüman emekçi halka karşı sürdürdüğü provokasyonların son adımı oldu.

Başbakan Narendra Modi ve onun milliyetçi BJP hükümeti, 2014 yılında Hindistan sermayesi tarafından, onların ihtiyaç duyduğu saldırıların en sert şekilde hayata geçirilmesi için iktidara getirildi. Modi hükümeti, 2019 yılına geldiğinde, işçi ve emekçi kitleler nezdinde tüm güvenilirliğini yitirdi. İşsizlik rekor düzeye ulaştı. Ülkede üç genel grev gerçekleşti. Tarım politikalarına karşı ülke yoksul köylülüğün protestolarıyla sarsıldı.

Gerici hükümetin imdadına, 14 Şubat’ta Hindistan’ın kontrolündeki Cammu Keşmir eyaletinde 40 Hint askerinin öldürüldüğü saldırı yetişti. Hindistan 11 gün sonra Pakistan’ın sınır bölgesine saldırdı. “Terör kampı”nı bombaladıklarını ve 300’ün üzerinde “terörist”i öldürdüklerini açıkladılar.

Mayıs 2019’da bu atmosferde gerçekleşen seçimleri, sermayenin desteği sayesinde Modi ve partisi kazandı. İkinci döneminin ilk altı ayında BJP hükümeti bir taraftan Hindu hakimiyetinin yerleştirilmesi yönlü sert adımlar atarken, yanı sıra sermayenin çıkarları doğrultusunda neo-liberal saldırılara hız verdi. İşçi sınıfı ve yoksul halklara karşı saldırılar boyutlandı. İş yasalarındaki değişikliklerle taşeron işçiliğin yaygınlaşmasının ve grev hakkının kısıtlanmasının önü açıldı. Yeni bir özelleştirme dalgası başlatıldı. Kapitalist tekellere geniş imtiyazlar verildi, vergileri büyük ölçüde düşürüldü.

Çoğunluğu gençlerden oluşan 70.3 milyonun üzerindeki işsizler ordusu her geçen gün büyüyor, işçi ve emekçilerin hak arama mücadeleleri görmezden geliniyordu. Tüm bunlar işçi ve emekçi kitlelerde öfkeyi büyüttü, mücadele dinamiklerini besledi.

Modi hükümeti işçi sınıfını bölmek ve büyüyen direnişe karşı Hindu şovenizmini kullanmak için Müslüman azınlığa yönelik bir dizi provokatif saldırı gerçekleştirdi. 5 Ağustos’ta çoğunlukla Müslüman emekçilerin yaşadığı yarı özerk Cammu Keşmir’in özerklik statüsünü kaldırdı. Bu bölgeye on binlerce asker yığıldı, binlerce kişi gözaltına alındı, aylarca cep telefonları ve internete erişim engellendi. Aralık ayında ise ayrımcı ırkçı Vatandaşlık Yasası parlamentodan geçirildi.

Tüm baskılara ve saldırılara rağmen yasaya karşı gösteriler yaygınlaştı ve kitleselleşti.

Genel grev ve Hindistan işçi sınıfının birleştirici rolü!

8 Ocak’ta Hindistan tarihinin en büyük genel grevi yaşandı. Yaklaşık 250 milyon işçi ve emekçi, Narendra Modi liderliğindeki hükümetin Hindu şovenizmini körüklemesine, kısıtlamalara, özelleştirmelere ve ağırlaşan iş yasasına karşı bir günlük genel greve gitti.

Tüm halklardan, kastlardan, farklı dil ve dinlerden, farklı renklerden ve farklı ülkelerden gelen kadın-erkek işçi ve emekçiler, gençler, Modi hükümetine, onun işbirlikçi Hindu müttefiklerine ve şoven provokasyonlarına karşı ortak bir cephede birleştiler. Diğer taleplerin yanı sıra Müslüman halkı dışlayan yasa yürürlükten kaldırılmasını talep ettiler. Hindistan’da yaşayanların vatandaşlıklarına “kanıt” sunmaya zorlama planının geri çekilmesi için çağrı yaptılar.

İşçi ve emekçilerin ülke çapında bu görkemli ayağa kalkışından telaşa kapılan Modi ve onun milliyetçi şoven partisi, 26 Ocak’ta yüzbinlerce kişinin katıldığı gösterilere azgınca saldırarak, onlarca kişiyi katletti. Şimdi de paramiliter faşist çeteleri kullanarak gösterileri bastırmaya çalışıyor.

Hintli işçiler, Hindu ve Müslüman öğrenciler tüm bu saldırıların sadece Müslüman halka yönelik olmadığını, sermaye sınıfının asıl hedefinde Hindistan işçi sınıfının ve emekçi kitlelerinin, onların kazanılmış haklarının olduğunu biliyor ve bu bilinçle hareket ediyorlar. Sınıf kimliği ile hareket eden işçi ve emekçiler burjuvazinin böl ve yönet politikalarını böylece boşa çıkarıyorlar. Görkemli 8 Ocak genel grevi ile tüm ezilenler, işçi sınıfının birleştirici gücünü bir kez daha yaşayarak görmüş bulunuyorlar.