Berlin’den Orta Asya’ya uzanan elin “muradı” olur mu?

Sovyetlerin yıkımı sonrası farklı güç odaklarının oluşumu ve bu güçler arasındaki çelişkiler günümüz dünyasındaki hegemonya çatışmalarına yeni boyutlar kazandırmış bulunuyor. Başını ABD’nin çektiği batı merkezli dünya düzenine itirazlar yükselmekte ve emperyalist bloklar arası sorunlar artık kirli diplomasinin yürütüldüğü koridorlara sığmayacak kadar genişlemiş bulunmaktadır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 09 Ekim 2023
  • 19:00

Alman emperyalizminin, İngiltere ve Fransa’ya nazaran birliğini daha geç tamamlamaktan kaynaklı sömürge sorununu, bir başka ifadeyle hammadde ve pazar sorununu çözememiş olması son 150 yıldaki önemli tarihsel gelişmelerde ve kırılma noktalarında başat bir rol oynamıştır. Bismarck öncülüğünde yaratılan siyasal birlik iktisadi açıdan da sonuçlarına vardırılmak durumundaydı. Bu ihtiyacın bir ürünü olarak ortaya çıkan yeni pazar arayışları, yükseliş içinde olan Alman burjuvazisini, çok acımasız bir güç olarak tarih sahnesine çıkaracaktı. Bu düzlemde gerçekleşen birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları insanlığın bugüne dek gördüğü en büyük yıkımlar olmuştur. Bu iki savaş, Alman sermaye sınıfının çıkarları için gözünü nasıl da karartabileceğini gösteren somut örneklerdir.

***

Sovyetlerin yıkımı sonrası farklı güç odaklarının oluşumu ve bu güçler arasındaki çelişkiler günümüz dünyasındaki hegemonya çatışmalarına yeni boyutlar kazandırmış bulunuyor. Başını ABD’nin çektiği batı merkezli dünya düzenine itirazlar yükselmekte ve emperyalist bloklar arası sorunlar artık kirli diplomasinin yürütüldüğü koridorlara sığmayacak kadar genişlemiş bulunmaktadır. Emareleri henüz somut olarak görünmese de aynı kampın bileşenleri arasında da çok geçmeden çatlakların gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Nitekim ikinci yılını doldurmaya yaklaşan Ukrayna’daki savaşın gidişatı ve kapsamı yeni dinamikleri tetiklemekte ve emperyalist güç odakları arasındaki çatışma alanlarını çeşitlendirmektedir.

Alman Şansölyesi Olaf Scholz’un davetiyle beş Orta Asya ülkesinin devlet başkanlarının Berlin’e yapacakları “çıkarma” bu kapsamda ele alınabilecek gelişmelerden biridir ve oldukça manidardır. İlk kez beş Orta Asya ülkesinin (Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan) devlet başkanları bir Avrupa Birliği ülkesini ziyaret edip devlet başkanıyla bir araya gelecekler. Bu ülkeler arasında özellikle de Kazakistan pazarı ve enerji kaynakları bakımından Almanya için vazgeçilemez bir önem arz etmektedir. Ayrıca Alman mallarının Kazakistan üzerinden Rusya’ya girdiği ve Kazakistan petrolünün Rus boru hatlarıyla taşındığı gerçeği, Rusya’ya yaptırım uygulayan müttefikleri fazlasıyla rahatsız ediyor. Özellikle Avrupa Birliğine üye eski Doğu Bloku ülkelerinden çıkan çatlak sesler ve Rusya’ya yaptırımların bu ülke ekonomilerine getirdiği ek maliyetler düşünüldüğünde işlerin çokta istenildiği gibi gitmediği görülüyor. Muhtemeldir ki büyük anlamlar atfedilen görüşme sonrası bu tür haberler geçiştirilecek ve AB üyeleri arasındaki ilişkilerin iyi olduğu yalanı kamuoyuna servis edilecektir.

Gerici Alman hükümeti bu görüşmeyi her ne kadar Avrupa Birliği adına yürüttüğünü iddia etse de bu görüşmenin ardından bütünlüklü bir tavır sergilemekten uzak bir AB klasiği ve herkesin başının çaresine bakması gerektiği koşullar giderek hakim bir hal alacaktır. Zira kartların döne döne karıldığı bu belirsizlikler dönemi hala da atlatılabilmiş değil ve kolayından atlatılacak gibi de görünmüyor.

Cumhurbaşkanı Steinmeier’in oldukça teşviki mesai harcadığı Orta Asya Ülkeleri, çiçeği burnunda Yeşil Üniformalı “Rudold Höß” kıvamındaki Dışişleri Bakanı Baerbock’un da ilgisine fazlasıyla mazhar oldu. Ukrayna savaşı dolayısıyla kaybettikleri Rusya pazarına alternatif arayışları, Çin’le Pasifikteki gelişmeler üzerinden gerilen ilişkiler ve özellikle Rusya’ya karşı yeni ağırlık noktaları oluşturma ihtiyacı bu özel görüşmeyi zorunlu kılmış görünüyor.

Alman emperyalizminin Orta Asya’ya olan ilgisi yeni bir durum değil. Alman seyyah ve tüccarların yüzyıllar öncesine dayalı ilişkilenmeleri bir yana, özellikle Hitler Almanya’sı Sovyetlerin yıkılması ve hammadde açığını kapatmak açısından bölgeye stratejik bir önem atfetmiştir. Öyle ki, bu ülkelerden devşirdikleri işbirlikçiler eliyle Hitler faşizmine “Müslüman” ordular kurmuş ve kendi emperyalist emelleri için savaşa sürmüşlerdir. Aslında bugün yapılmak istenenler de çok farklı birşey değil. Olur da denk getirebilirlerse Orta Asya, olmadı Kafkaslar, çok çaresiz kalırlarsa Baltık ülkeleri üzerinden yeni bir cephenin açılması yakın geleceğin planları dahilinde görünüyor. Çünkü Alman emperyalizminin saldırgan tavrı, dizginlenemeyen hırsları her geçen gün katlanarak büyüyor. Baltık ülkelerine yaptıkları askeri yığınak, Kafkaslara müdahalede Avrupa Birliği gömleğiyle dahil olmak ve nihayet Orta Asya’ya yönelen stratejik aklın gerisinde “demokrasi, insan hakları ve özgürlüklere” olan ihtiyacın olmadığı aşikar. Zira Berlin’de ağırlayacakları beş misafirin her biri diğerinden çok diktatörlükte namlıdır ve bu durum Alman sermaye devletinin zerrece umurunda değildir.

İlk Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni haziranda açıklayan Alman Hükümeti, Rusya’yı Avrupa-Atlantik bölgesinin barışı ve güvenliği için “tehdit”, Çin’i ise sistem açısından “stratejik bir hasım” olarak tanımlıyordu. Strateji Belgesi’nin yayınlanması ve akabinde diplomatik ilişkilere yansıyan buyurgan ve üstenci ton “solcu eskisi” Yeşillerin ve SPD’li bakanların bünyesine cuk diye oturdu. Alman dışişleri bakanı Baerbock ve Savunma Bakanı Pistorius’un son dönemlerde her türlü nezaketten uzak tutum ve davranışları Alman emperyalizminin bir eşiği daha geride bıraktığının işaretleridir.

Bütün bunların ardından Orta Asya’da cirit oynamak hiçte kolay olmasa gerek. Bahse konu bölgede Çin ve Rusya gibi iki devasa güç varken Alman Şansölyesi’nin o güzel hatırı için ne kadarlık oyun alanı bırakırlar? Bekleyip göreceğiz. Yine de bu ülkelerin Rusya ile olan tarihsel bağları, ekonomik ilişkileri, coğrafi ve etnografik yakınlıkları belirleyici faktörler olarak kalmaya devam edecektir. Son yıllarda Çin’in bölgedeki yatırımları, “Bir kuşak bir yol projesi”nin bu ülkeler için yarattığı yeni olanaklar bir çırpıda Berlin’in vereceği rüşvetle değiştirilemez gibi görünse de Alman emperyalizminin hazırlıklarını da yabana atmamak gerekir. Berlin’den Rusya’nın arka bahçesine uzanan elin nasıl bir karşılık bulacağını ise hiç kuşkusuz önümüzdeki zaman gösterecektir.