Belarus-Polonya sınırında dondurucu soğuk ve insanlık dışı koşullarda AB’ye alınmalarını bekleyen mültecilerin durumu gündemden düşmüyor. Ancak AB ve Almanya, Fransa, Polonya vb. ülkeleri mültecilerin durumu ilgilendirmiyor. Onlar, mültecileri AB’ye karşı kullanan Lukaşenko gibi mülteciler üzerinden politika yapıyor ve bir nevi savaş sürdürüyor. Sonuçta; filler tepişiyor çimenler eziliyor.
Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF) yayımladığı bildiride, Belarus-Polonya gerici devletlerinin sınırındaki göç krizine ve binlerce mültecinin rehin alınmasına eğildi. Binlerce mültecinin emperyalist güçler tarafından yürütülen çeşitli savaşların harap ettiği ülkelerden çaresiz bir şekilde kaçarak yeni bir yaşam arzusuna karşı AB ülkelerinin ırkçı ve gerici göç politikasını kınadı.
Öte yandan salgının değişik ülkelerde kontrol altına alınmasında başarı oranları değişse de belirgin olan bir durum söz konusu; aşı adaletsizliği dünya çapında devam ediyor. Milyonlarca doz aşıyı kötü edip çöpe etmekten kaçınmayan Batılı ülkeler yoksul ülkelerde aşı programlarına destek konusunda da adım atmaya niyetli görünmüyor.
Mülteciler silah değildir
IPPNW
Junge Welt
Uluslararası Nükleer Savaşı Önleme Doktorları (IPPNW) Almanca seksiyonu, Belarus-Polonya sınırındaki mültecilerin derhal kabul edilmesini ve acil ve kapsamlı insani yardım talep ediyor:
Örgüt, Polonya-Belarus sınırındaki kötüleşen durum ve güvenlik güçlerinin mültecilere yönelik gaddarlığı göz önüne alındığında, AB dışişleri bakanlarının bu insanları kabul etmeyi kategorik olarak reddetmesinden derin endişe duymaktadır. Sağlık örgütü, yaklaşık 3 bin kişinin şu anda ısının donma noktası civarında olduğu koşullarda kaldığı sınır bölgesindeki feci insani duruma atıfta bulunup bakanların mültecilerin hayatlarını kurtarmak yerine Belarus’a yönelik yaptırımları sertleştirme kararı almasını kınadı.
IPPNW Yönetim Kurulu Üyesi Doktor Carlotta Conrad; “Sınır bölgesinde reşit olmayanlar da dahil olmak üzere en az dokuz kişi öldü. AB, mültecileri kabul etmeyi reddederek daha fazla ölümü kabul ediyor” açıklamasını yaptı. IPPNW’ye göre Avrupa Kalesi’ni güvence altına almak ve Belarus Başkanı Lukaşenko’ya karşı yaptırımlar uygulamak AB için insan hakları, insanlık ve hukukun üstünlüğünden daha önemli. Conrad, “Almanya ve AB, Polonya’dan sınır ötesi yasa dışı geri göndermelere son vermesini ve insani yardım kuruluşlarının sınır bölgesinde işlerini yapmasına izin vermesini talep etmelidir” dedi.
Conrad, mültecilerin uzun zamandan beri siyasi çıkarların oyuncağı haline geldiğini sözlerine ekledi. “Yaptırımların sıkılaştırılması, sınırın her iki tarafına asker konuşlandırılması ve askeri manevralar, gerilimi tırmandırmaya yönelik son derece tehlikeli adımlardır. Politikacıların ve medyanın mültecilerden hibrit bir savaşın silahları olarak bahsetmesi ölümcül ve yanlış. Bu, mültecileri insanlıktan çıkarıyor ve sert önlemleri ve acil durumları meşrulaştırıyor. Mülteciler silah değil, yardıma muhtaç insanlardır.”
Polonyalı Avukat Marta Gorczynska ve sınırda mültecilerin yanında olan Polonya İnsan Hakları Komiser Yardımcısı Hanna Machinska ile yapılan röportajlar sınırın her iki tarafındaki felaket durumu ve mültecilerin siyasi amaçlarla istismar edildiğini doğruluyor.
IPPNW Yönetim Kurulu Üyesi; “Bu insanların kaçmak için meşru nedenleri ve AB’de zulüm, savaş, açlık ve ümitsizlikten korunma hakları vardır. Mültecilerin çoğu, Irak, Suriye, Afganistan ve Yemen gibi, Batılı devletler topluluğunun sorumluluğu paylaştığı savaş ve kriz bölgelerinden geliyor” dedi.
AB’nin dış sınırlarında kalıcı olağanüstü hallerin sona ermesi ancak AB’nin ortak ve insan haklarına dayalı bir göç ve sığınma politikasıyla mümkün olabilir. Gerginliğin azaltılması ve sivil çatışmaların çözümüne ilişkin tartışmalar önemlidir. Ancak Polonya’nın bu yıl Belarus sınırına duvar inşa etmeye başlayacağını açıklaması, sorunun sürdürülebilir bir çözümüne katkıda bulunmuyor.
(Çeviren: Semra Çelik)
Mültecilere yönelik baskı ve kriminalizasyon sona ermeli
Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF)
Belarus ve Polonya sınırları arasında binlerce mülteci rehin alınıyor, iki devletin polis ve askerleri tarafından dövülüyor, gazlanıyor. Şimdiden birkaç göçmen ormanlarda soğuktan ve açlıktan hayatını kaybetti. Ve özellikle Polonya’da, mültecilere yardım etmeye çalışan kuruluşların harekete geçmeleri engelleniyor.
Avrupa devletlerinin mültecilere yönelik baskı politikasında yeni bir adım atıldı. Binlercesi için mezarlık haline gelen Akdeniz’i aşmaya çalışan ve Frontex’in avladığı mültecilere; Kuzey Denizi’nde gemilere binen ve birçoğu telef olanlara ek olarak artık Doğu AB üye devletlerinin sınırlarını aşmaya çalışan, geri çevrilen, dövülen “yeryüzünün lanetlileri” ekleniyor... Ancak bu kez, bu mülteciler, Belarus’taki gerici rejim tarafından gönderilen ve Polonya’daki aynı derecede gerici olan rejimin emriyle Polonya silahlı kuvvetleri tarafından geri sürülen “işgalci bir savaşın” orduları olarak sunuluyor. Bu ikincisi, kendisini göçmen dalgalarından “direnmeye” ve “AB’nin dış sınırlarını korumaya” çağıran AB liderleri tarafından destekleniyor. Belarus rejimine gelince, AB hükümetlerinin zorluklarından yararlanmak için bir fırsat gören Rusya ve Türk rejiminin desteğine güvenebiliyor.
Bu Afgan, Suriyeli, Yemenli, Afrikalı… mülteciler emperyalist güçler tarafından yürütülen çeşitli savaşların harap ettiği ülkelerden kaçıyorlar. Onlar; siyasi, sosyal, ekonomik kaosun ve sefalete neden olan ve küçük bir kısmı Avrupa’ya ulaşmaya çalışan milyonlarca insanı başka yerlere sığınmaya zorlayan çatışma ve savaşların baş suçluları. Belarus ve Polonya arasındaki sınırda mahsur kalanlar, bugün AB ülkeleri ile Rusya ve müttefikleri arasındaki karşıtlığın kurbanları. Aynı zamanda AB’nin farklı devletlerinin hükümetleri arasındaki gerici, milliyetçi ve ırkçı tırmanışın bedelini de onlar ödüyorlar. Bunun işareti, duvarların çoğalması, sınırların askerileştirilmesi ve mültecilerin kriminalize edilmesidir.
Fransız hükümeti bu politikaya katılıyor.
Belarus ve Polonya sınırında mülteciler tacize, kötü muameleye maruz kalırken, Fransız polisi ülkenin kuzeyindeki derme çatma göçmen kamplarını boşaltıyor; hükümet, mültecilerin yanında mücadele eden derneklerin demokratik taleplerini karşılamayı reddediyor.
Hükümet, aşırı sağın favori teması olan ‘Avrupa Kalesi’ kampanyasını körüklüyor ve bu göç krizini AB sınırlarının militarizasyonu için kullanmak istiyor.
Ve özellikle Afrika’da nüfusun kitlesel olarak göç etmesine sorumlu olan savaşlara katılıyor.
Tüm bu nedenlerden dolayı, AB ve üye devletlerinin Doğu Avrupa ülkelerinin sınırlarında mültecilere yönelik baskılarını kınıyoruz. Kendilerinin istedikleri ülkeye sığınmalarını talep ediyoruz. Halklara karşı emperyalist savaşlara aktif olarak katılan Fransız emperyalizmini kınıyoruz. Ve demokratik güçlerle birlikte, ülkemizde göçmenlere yönelik tacize son verilmesini talep ediyoruz.
(Çeviren: Diyar Çomak)
Aşı adaletine bakış: dünyanın şu anda ihtiyacı olan paylaşım
The Guardian
Başyazı
AstraZeneca’nın halesi kaydı. Oxford Üniversitesi ile ortaklık yaptığında, salgın sürerken kovid aşılarını maliyetine satma sözü verdi; şimdi, hastalığın endemik bir aşamaya geçtiğine inandığını söyleyerek, kâr amaçlı ilk anlaşmalarını imzalıyor. 5 milyondan fazla ölümden sonra bile, bu oldukça şüpheli bir iddiadır. Pazartesi günü dünya çapında 250 binden fazla yeni vaka ve 5 bin 400 ölüm kaydedildi.
Ancak rakipleri dağıtımı en üst düzeye çıkarırken para basarken AstraZeneca’nın siciline odaklanmak tamamen yanlış olur. Pfizer, bu yıl kovid aşısı satışlarından net 36 milyar dolar kazanacağını söyledi. Sorun şu ki, aşılar hâlâ en çok ihtiyaç duyulan yere gitmiyor. Bu, daha fakir ulusların bir salgını haline geliyor. 7 milyardan fazla doz dağıtıldı, ancak Birleşik Krallık’ta 12 yaşın üzerindeki her 10 kişiden ikisinden fazlası aşılanırken, Afrika’daki 10 sağlık çalışanından birinden daha azı ilk etapta tam olarak aşılandı. Bu, Dünya Sağlık Örgütünün Kovid-19 Teknik Lideri Dr. Maria Kerkhove’un sözleriyle çok korkunç. Aşı kullanımımız genellikle “epidemiyolojik, ekonomik ve etik olarak” uygunsuzdur, dedi.
Pfizer, yıl sonuna kadar düşük ve orta gelirli ülkelere 1 milyar aşı göndermiş olacağını söylüyor ancak bunların içinde daha zengin olanlar aşıların çoğunu alıyor. Uluslararası Af Örgütü ile yazışmalarda, eylül ayı sonuna kadar gönderilen 2 milyar dozun sadece 15.4 milyonunun en yoksul ülkelere gittiği ortaya çıktı. Airfinity araştırma grubuna göre, Johnson & Johnson’ın aşılarının yaklaşık yüzde 84’ü ve Moderna’nın yüzde 96’sı üst orta ve yüksek gelirli ülkelere gitti ancak, Joe Biden yönetiminin baskısı sonrasında Moderna’nın düşük ve orta gelirli ülkelere daha fazla doz satmak için bir anlaşmaya yakın olduğu söylenmekte.
Mütevazı ilerlemenin başka işaretleri de var. Pfizer’in ortağı BioNTech, Afrika’da, Ruanda’da ve ardından Senegal’de ilk kovid aşısı üretim tesislerini kuracak. Salı günü Pfizer, yeni kovid tedavisinin 95 daha fakir ülkede ucuza üretilmesine ve satılmasına izin veren bir anlaşma duyurdu. Merck’in 105 ülke ile yaptığı benzer bir anlaşmayı takip ediyor. Haplar, özellikle insanların hastanelere erişimde sorun yaşadığı bölgelerde yardımcı olabilir.
Ancak, anlaşma her ne kadar memnuniyetle karşılansa da, birkaç kilit ülkeyi, özellikle de kovid tarafından kırılan Brezilya’yı, doğrudan Pfizer’den satın almalarını hariç tutuyor. İnsanlar güvenilir testlere ve sağlık hizmetlerine kolay erişime sahip olmadıkça, bir tedavi hiçbir işe yaramaz. Ve elbette, aşıların yapabileceği gibi bulaşmayı kesmeyecektir.
Genel olarak, hayat kurtarmak için gereken dev sıçramanın yerine küçük, itibar geliştiren adımlar görüyoruz. AB ve Birleşik Krallık, aşılar için patent muafiyetlerini engellemeye devam ediyor ve daha zengin ülkeler hâlâ ihtiyaç duyduklarından daha fazla doz alıyor. İngiltere, bu yaz süresi dolduktan sonra 600 binden fazla AstraZeneca dozunu çöpe attı ve Oxfam, G7 ülkelerinde en az 100 milyon aşının yıl sonuna kadar kullanım tarihlerinin geçeceğine inanıyor, diğerleri ise o kadar geç veriliyor ki zamanında dağıtılamıyor. DSÖ, güçlendiricilere moratoryum çağrısında bulunurken, Birleşik Krallık 40 yaşındaki insanlara üçüncü aşıyı sunacak ve başka yerlerde de benzer kampanyalar yürütülüyor. Zorunlu maskeleme ve aşı pasaportları gibi hafifletme önlemlerinin daha iyi kullanılması, bunlara olan ihtiyacı azaltacaktır.
Uzmanların artık belirtmekten bıktığı gibi, aşıları biriktirmek sadece ahlaksız değil aynı zamanda aptalcadır ve virüs birçok yerde neredeyse kontrolsüz bir şekilde dolaşırken yeni ve belki de aşıya dirençli varyantların ortaya çıkma riskini artırır. Dozların ve bunları yapmak için gereken bilgilerin uygun şekilde paylaşılması esastır. Dünyanın ihtiyacı olan şey sınırlı jestler değil, büyük ölçekli, anlamlı ve ilkeli eylemdir.
(Çeviren: Zübeyde Aydemir)
Evrensel / 21.11.21