Emperyalist-kapitalist sistemin çelişki ve çatışmaları en yoğun düzeye ulaşmış görünüyor. 70’li yıllardan bugüne kapitalizmin krizleri süreklilik kazanırken, “çözüm” adına yapılanlar ise krizlerin daha yıkıcı ve kalıcı olmasından öte bir sonuç yaratmıyor. Son yarım asırda uygulanan neoliberal ekonomi politikaları sosyal sorunları görülmemiş boyutlarda derinleştirdi. İşçi ve emekçilerin haklarının pervasızca gaspına, sınırsız emek talanına rağmen kapitalizm krizleri aşamıyor.
1990’lı yıllara kadar devam eden iki kutuplu dünyanın Sovyetler Birliği’nin dağılması ile son bulmasının ardından, ABD’nin başını çektiği emperyalist kamp “tarihin sonu”nu ilan etmişti. Haydut takımının “savaşların sonu, nihai barış” palavrasını piyasaya sürdüğü anda dünya halklarına karşı talan savaşları da başlatmış oldu. NATO önderliğindeki emperyalist güçler tarafından Balkanların bombalanması, bölge halklarının birbirine kırdırılmasıyla başlayan bu süreç Irak’ın, Afganistan’ın, Libya’nın, Yemen’in, Suriye’nin işgal edilmesi ile devam etti. Ukrayna bu savaşlar zincirinin yeni halkası oldu.
Bu savaşta yeni olan ABD’nin karşısına başka bir emperyalist gücün çıkmış olmasıdır. Bu ise ABD ve suç ortaklarını bir tür histeriye sürükledi. Bu bağlamda Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı işgal hareketinin ardından, 27 Şubat’ta olağanüstü toplanan Alman parlamentosunda SPD’li Başbakan Olaf Scholz “tarihi bir konuşma” yaptı. Konuşmaya dair yapılan değerlendirilmelerde, “Bir haftada yeni bir Almanya doğdu, isteksiz ve güvercin dış politikasından sıyrılarak ve savunma harcamalarını büyük ölçüde arttırmayı taahhüt ederek çarpıcı bir dönüşüm geçirdi” iddiaları gündeme getirildi. Atılan adım pervasız olmakla birlikte, Alman emperyalizmi yıllardan beri savaşlarda doğrudan veya dolaylı olarak yer almaktadır.
İki emperyalist dünya savaşının tetikleyicisi olan Alman emperyalizminin 1945’ten sonra yurt dışında asker konuşlandırması, savaşın galibi ülkeler ile yaptığı barış anlaşmaları gereği yasaklanmıştır. Ayrıca savaşın ağır yıkımını yaşayan Alman halkı içerisinde savaş karşıtı güçlü barış inisiyatiflerinin çabaları sonucu, Almanya’nın yurt dışına asker göndermesini ve silah ihracatını sınırlayan yasalar çıkarılmıştır. Anayasada yer alan engellerin kaldırılması talebini Alman silah tekelleri başta olmak üzere sermayenin sözcüleri her fırsatta dile getirmiştir.
1990’da iki Almanya’nın birleşmesi ile ekonomik olarak Avrupa’nın en güçlü ülkesi haline gelen Almanya bu gücünü koruyabilmek için büyük bir çaba sarf ediyor. Bu amaçla, büyük bir kısmı dışarıdan satın alınan enerji ve hammadde kaynaklarına sahip olabilmek ve talan savaşlarından daha çok pay alabilmek için askeri alana devasa kaynaklar ayırmaya başladılar. Bu bağlamda devletin militarist aparatlarını hızla güçlendirmeye öncelik verdiler. Emperyalist paylaşım savaşları tarihinden deneyimli olan Fransa ve İngiltere çıkabilecek sorunları tahmin ederek iki Almanya’nın birleşmesine karşı çıkmıştı.
Alman ordusunu kışlalarına hapsolmaktan kurtaracak ilk yasal değişiklik, yine SPD ve Yeşiller hükümetinin işbaşında olduğu 1999 yılında gerçekleştirildi. İkinci emperyalist paylaşım savaşının ardından “Avrupa’daki ilk savaş” olarak tarihe geçen olay, savaş aygıtı NATO tarafından Yugoslavya’nın bombalanması ve işgal edilmesidir. Bu vahşi saldırının hazırlanmasında Alman sermaye devletinin özel bir rolü olmuştu. Öyle ki, Yugoslavya Halk Cumhuriyeti özerk bölgeleri olan Hırvatistan, Kosova ve Bosna-Hersek bizzat Almanya tarafından kışkırtılmış, bölgedeki gerici güçler Alman ordusu tarafından gizlice silahlandırılmış ve onlarca yıl barış içinde yaşayan halklar birbirine kırdırtılmıştır. Emperyalistler kışkırttıkları çatışmaları gerekçe göstererek 1999’da eski Yugoslavya’yı NATO uçaklarıyla uzun süre vahşice bombalayıp harabeye çevirdiler.
1999 yılında tasmaları çözülen Alman ordusu o tarihten bu yana dünyanın farklı kıtalarındaki 15 ülkede konumlandırıldı. Toplumda var olan barışçı eğilim yıllardır sermaye medyası tarafından yürütülen ırkçı-militarist propaganda ile törpülenmek istendi. Almanya’nın her iki emperyalist paylaşım savaşındaki kanlı tarihi manipülasyonlarla aklanmak isteniyor. Bu kirli kampanyaya sendikalar, üniversiteler, “sivil toplum kuruluşları” dahil olmakta, sırf bu amaçla vakıflar kurulmaktadır.
Bu vakıflardan birisi olan ve devlet tarafından finanse edilen Bilim ve Siyaset Vakfı (Stiftung Wissenschaft und Politik-SWP) tarafından 2013 yılında “Yeni Güç-Yeni Sorumluluk” başlıklı bir strateji belgesi hazırlanmıştır. Bu belgenin hazırlık çalışmalarına Alman burjuva partileri ve silah tekellerinin temsilcileri, maaşları devlet tarafından karşılanan “gazeteci”, “bilim insanı” kılıklı kişiler katılmıştır. Hazırlanan strateji belgesinde Almanya’nın bir ticaret ve ihracat ülkesi olarak, uluslararası ticaret yollarına ve hammaddelere erişime bağımlılığı hatırlatılarak, “ekonomik ve askeri olarak küresel bir öncü rol oynaması gerektiği” önemle belirtilmektedir.
Belgede ayrıca Almanya’da militarizmin ve milliyetçiliğin geri dönüşünün ezici bir muhalefetle karşılaştığına dikkat çekiliyor. Bu nedenle Alman emperyalizminin tarihsel suçlarını örtbas etmek, tarihi yeniden yazmak için üniversitelerdeki satın alınmış “bilim insanları” aracılığıyla Alman imparatorluğunun savaş suçlarını aklamaya ve Hitler’in itibarını geri kazandırmaya çalışıyorlar. Bunların başında, maaşları Alman ordusu tarafından ödenen Berlin Humboldt üniversitesindeki bir ekip yer almaktadır. Bu ekibe bağlı dokuz ayrı üniversitede çalışmalar halen devam etmektedir.
Almanya’nın Münih kentinde her yıl yapılan “Münih Güvenlik Zirvesi” Alman sermaye sınıfı ve silah tekellerinin savaş çığırtkanlığı yaptığı bir platformdur. Dönemin Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ve büyük koalisyonun önde gelen temsilcileri, 2014 Münih Güvenlik Zirvesi’nde resmi olarak “askeri kısıtlamanın sona erdiğini” duyurdular. Dönemin dışişleri bakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier aynı zirvede yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı: “Almanya dünya siyaseti hakkında yalnızca dışarıdan yorum yapamayacak kadar büyüktür. Alman devletinin askeri alanda bu zamana kadar sürmekte olan pasif rolü artık bitmelidir.”
Bu zirvelerde asıl olarak Alman sermaye sınıfı, emrindeki iktidarlara talimat verip, yapılması gerekenleri açıklamaktadır. İktidarın sözcüleri bu zirvelerde, sermayeye uşaklıkta kusur etmeyeceklerini gösteriyorlar. 2016 yılındaki Münih Güvenlik Zirve’sinin açılış konuşmasını yapan Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen şunları ifade etmişti:
“Günümüzde güvenlik sorunu kendisini asıl olarak, süper güçler arası rekabetin geldiği tehlikeli boyut üzerinden ortaya koymaktadır. Amerikalı dostlarımız bu süreci önceden gördüler. Biz ise bu durumu şimdi görebiliyoruz. Biz isteyelim ya da istemeyelim, Almanya bu rekabet savaşının bir tarafıdır ve asla ortada kalmayacaktır.”
Von der Leyen, bir taraf olmanın ne anlama geldiğini konuşmasının devamında şöyle açıklıyordu: “Almanya olarak ordumuzu, 2024 yılına kadar her anlamda en ileri donanımlarla güçlendireceğiz. Bugün sahip olduğumuz ekonomik gücün karşılığını kendi gücümüze dayanarak almak istiyoruz. Ekonomik olarak bir dünya gücü olan Almanya’dan kimse dünyadaki gelişmeleri oturup izlemesini bekleyemez.
Üçüncü emperyalist odak olmaya hazırlık
Militarist aygıtları güçlendirmek çerçevesinde yıllar önce başlayan hazırlığının ilan edilmesi için uygun koşullar bekleniyordu. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı bunun için “bulunmaz fırsat” sayıldı. SPD-Yeşiller-FDP koalisyonu hazırlanmış olan planı ilan etti. Ukrayna’daki savaşı bahane eden medya, silahlanma için atılan adımları topluma benimsetmek için kaba-saba yalanlara başvuruyor, ırkçı histeriyi körüklüyor, Rusya ve sosyalizm düşmanlığı yapıyor. Avrupa’nın liberal solu ve sendika bürokratlarının katkılarıyla estirdikleri ırkçılık rüzgarıyla kitleleri etkilediler. Bu atmosferi fırsat sayan sermaye iktidarı el çabukluğuyla önemli kararlar aldı.
27 Şubat’ta olağanüstü toplanan Alman parlamentosunda bir konuşma yapan Scholz, koalisyon ortağı Yeşiller ve FDP ile birlikte aldıkları yeni kararları ilan etti. Militarist yüzünü saklamaya çalışan Scholz Ukrayna krizinin kendilerini orduya yatırım yapmaya zorladığını iddia etti. “Özgürlük ve demokrasiyi korumak için ülkemizin güvenliğine çok daha fazla yatırım yapmalıyız” ifadelerini kullanan Scholz, “Vladimir Putin’in saatleri geriye almamasını” sağlamanın Almanya’nın “tarihi sorumluluğu” olduğunu öne sürdü.
Militarizmi tahkim etme kapsamında ilk adımda Alman ordusunun güçlendirilmesi için 100 milyar euroluk fon oluşturulacak. Bu fon, Almanya anayasasıyla da güvence altına alınacak. Ülkenin “savunma” harcamaları önümüzdeki yıllarda da artırılacak. Askeri harcamalar gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 2’sinin üzerine çıkarılacak. Savaş ve kriz bölgelerine silah satışlarını yasaklayan kanunlarda düzenlemeler yapılacak. Bu fonlarla Alman emperyalizminin ordusu modernize edilerek, “dönemin” ihtiyaçlarına hazır hale getirilecek. Bu yeni devasa “savunma” bütçesi ile (yıllık80 milyar ABD doları) Almanya silahlanma yarışında Avrupa’da birinci, dünyada ise ABD ve Çin’den sonra 3. sıraya yükselecek.
Silahlanma için devasa bir bütçe ayıran Alman sermaye devleti, toplumun ihtiyaçları söz konusu olduğunda “kaynak yok” diyerek yan çiziyor. Öyle ki pandemi nedeniyle her gün yüzlerce insanın öldüğü, halk sağlığının ağır bir tehlike ile karşı karşıya olduğu koşullarda Sağlık Bakanlığına ayrılan bütçe sadece 16,03 milyardır. Devasa savaş bütçesi ise öncelikle kapitalist silah tekellerinin işine gelmektedir. Nitekim bu kararın hemen ardından, Almanya’nın en büyük silah tekeli Rheinmetal’in şefi Armin Papperger “Ordumuza hemen 42 milyarlık bir teslimat yapabiliriz” diye açıklama yaptı. İştahı kabaran Papperger, ihtiyaç olması durumunda cumartesi günleri dahil fabrikaları üç vardiya çalıştırabileceklerini, gerekirse 8 bin çalışana 3 bin kişi ekleyerek üretimi iki katına çıkartılabileceklerini söyledi.
Krizler, emperyalist savaşlar ve sosyal devrimler…
Ukrayna’nın ateşe atılması pahasına başlatılan savaş ABD emperyalizminin sarsılan egemenliğini korumak uğruna çıkartılmıştır. ABD bu yolla hem NATO içerisinde yaşanan sorunları çözmeyi hem da Avrupalı emperyalist ülkeleri Çin ve Rusya’ya karşı savaşında yedeklemeyi planlamaktadır. Bu savaş emperyalist güçler arasındaki rekabet ve çatışmaların geldiği boyutları göstermesi bakımından ibret vericidir. Çin’in ekonomik ve askeri olarak geldiği düzey, yine Çin ile Rusya arasındaki stratejik işbirliği ABD emperyalizminin korkulu rüyası haline gelmiş görünüyor. Beyaz Saray’ın savaş histerisine kapılması bu gelişmelerle doğrudan bağlantılıdır.
Emperyalist saldırganlık ve silahlanma yarışının geldiği nokta üzerinden bakıldığında, yeryüzünü büyük bir yıkımla yüz yüze getirecek olan savaş tehlikesi günden güne büyümektedir. Bugün Ukrayna üzerinde oynanan oyunun, yarın Tayvan üzerinden Çin’e karşı oynanmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Bu tehlikeyi gören Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin, ABD’nin Doğu Asya ve Hint Okyanusu’nda Japonya, Avustralya ve Hindistan ile askeri bağları güçlendirme çabalarının “bölgesel barışı ve istikrarı bozan bir felaket olacağını” hatırlatması boşuna değil.
Emperyalistler arası çatışmaların tetiklediği talan savaşları yüz binlerce insanın ölümüne neden olurken, tarifi imkansız yıkımlar, açlık, sefalet, mültecilik gibi sosyal sorunları da ağırlaştırıyor. Ukrayna savaşının ilk iki haftasında dünya çapında enerji, doğalgaz ve besin maddelerinde muazzam fiyat artışları gerçekleşti. Emperyalist ülkelerin emekçileri bile bu durumdan ağır bir biçimde etkilenmektedirler. Kapitalizmin krizi ve savaşının faturalarını her zaman olduğu gibi mazlum halklar, işçi ve emekçiler ödüyorlar. Bütün bu gelişmeler kaçınılmaz olarak işçi ve emekçiler cephesinde öfkeyi biriktirirken, toplumsal patlamaların da zeminini yaratmaktadır.
Devrimler tarihinin de gösterdiği gibi krizler ve savaşlar devrimleri de tetikliyor. Bu krizde de dünyanın işçi ve emekçileri kapitalist barbarlığa ve emperyalist savaşlara devrimler ile cevap vereceklerdir. Çünkü insanlığın geleceğini tehdit eden bu barbarlık düzenini yıkmaktan başka bir kurtuluş yolu yoktur.