ABD’nin “Geçici Ulusal Güvenlik Stratejisi”

Hegemonyası sarsılan, güçlüklerle karşı karşıya bulunan ABD yönetimi, elindeki imkanlara yaslanarak ve yeni imkanlar yaratmaya çalışarak, ama aynı zamanda müttefiklerinin Çin ve Rusya karşısında kendi yanında yer almasını sağlayarak hegemon konumunu korumak istiyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Mart 2021
  • 22:01

Biden yönetimi, 3 Mart’ta “Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Kılavuzu” yayınladı. Kılavuz, adından da anlaşıldığı gibi henüz ulusal strateji belgesinin kendisi değil, ara bir belge olma özelliği taşıyor. Böyle de olsa o, ABD’nin emperyalist politikalarının temel esaslarına açıklık getiriyor. ABD’nin Biden yönetimi altındaki dış politikasının esas önceliklerini içeriyor. Yanı sıra “küresel salgın”, “küresel iklim değişikliği”, “yükselen milliyetçilik”, “gerileyen demokrasi”, “teknolojik değişimler”, “Çin, Rusya ve diğer otoriter devletlerle yaşanan rekabet”, “dünyadaki ortaklık ve müttefikliklerini yeniden canlandırmak ve yeni ortaklıklar inşa etmek” vb. gibi bir dizi sorun, belgenin tartışma konuları arasındadır.

“Bugün, Amerika’nın kaderi kıyılarımızın ötesindeki olaylarla ayrılmaz bir biçimde bağlantılıdır.” diyen geçici strateji belgesine göre, ABD’nin en güçlü askeri varlığı Pasifik bölgesi ve Avrupa’da olacak. Ortadoğu’daki askeri varlığı ise “belirli ihtiyaçlara yanıt verecek” düzeyde tutulacak. Bunun anlamı, ABD’nin Çin’i hedef alan bir askeri yığınak yapacağı ve Rusya’yı hedeflemek amacıyla Avrupa’ya yoğunlaşacağıdır.

“21’inci yüzyılın en büyük jeopolitik sınavı”

Olgular ve olayların seyri, Çin’in Trump döneminden daha fazla bir şekilde ABD’nin hedefi haline geleceğini göstermektedir. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, strateji belgesi üzerine yaptığı konuşmada bu gerçeği, “Şu anda Rusya, İran, Kuzey Kore de dahil olmak üzere ciddi zorluklarla karşı karşıya olan birkaç ülke var. ... Ancak Çin’in bize sunduğu zorluk farklı. Çin, ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip.” ifadeleriyle dile getirmekte ve Çin’i Amerika Birleşik Devletleri’ne “karşı koyabilen” tek ülke olarak tanımlamaktadır.

Bu ifadeler, Joe Biden yönetimindeki ABD’nin, Rusya ve Çin ile “büyük güçler arasındaki rekabeti” sürdürüp tırmandıracağının sinyalini vermektedir. Birinci öncelik, “uluslararası sisteme ... meydan okumak için potansiyel olarak ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik gücünü birleştirebilecek tek rakip ülke” olarak gördüğü Çin’dir. İkinci öncelik ise “Küresel etkisini artırmaya ve yıkıcı rol oynamaya kararlı” diye tarif ettiği Rusya’dır. ABD’nin yaşamsal ulusal çıkarlarının Hint-Pasifik, Avrupa ve Batı yarımküre alanında olduğuna ilişkin yapılan vurgu da bunu anlatmaktadır. “Güç dağılımının dünya çapında değiştiği ve yeni tehditler yarattığı” gerçeğine işaret edilen belgede, bununla da mücadele edilmesi gerektiği belirtilmekte ve bu mücadelede Çin ve Rusya merkeze konulmaktadır.

ABD, emperyalist hegemonya mücadelesinde Çin ve Rusya’nın karşısına aynı zamanda “dünyadaki ortaklık ve müttefikliklerini yeniden canlandırmak ve yeni ortaklıklar inşa etmek” yoluyla çıkmayı hedefliyor. Bunu, ulusal güvenlik açısından önemli buluyor. Zira başka şeylerin yanı sıra Çin’in ve Rusya’nın gücünü sınırlamak için yeni ortaklara ihtiyaç duyuyor. Hızla daha iddialı hale geldiğini söylediği Çin’i “21. yüzyılın en büyük jeopolitik sınavı” olarak niteleyen ABD, ne yapıp edip Çin’i dizginlemek için çırpınıyor. Karadeniz, Orta ve Doğu Avrupa’da ve Baltık bölgesinde ise Rusya’yı kuşatma hedefiyle davranıyor. İran ve Kuzey Kore gibi bölgesel güçleri de “bölgesel istikrara” meydan okuyabilecek ve ABD’nin müttefiklerini tehdit edebilecek konumda olan ülkeler olarak değerlendiriyor.

Bütün bunlara rağmen ABD’nin uluslararası politikada önemli rol oynayabilecek güç, kapasite ve imkanlara sahip olduğuna özel dikkat çekiliyor. “Benzeri görülmemiş zorluklar olduğu gibi, eşsiz fırsatların bulunduğu bir zamanda yaşıyoruz.” diyen belge, ABD’nin devasa iktisadi ve “eşsiz donanıma sahip askeri gücü”nüeşsiz fırsatlar” olarak görüyor. Söz konusu fırsattan da yararlanarak, ABD’nin “her türlü zorluğun üstesinden gelebileceği”ni ve “yenilenmiş bir güç olarak” liderliğini sürdürmesinin mümkün olabileceğini iddia ediyor.

Ortadoğu ve en önemli sorun olarak İsrail’in güvenliği

Ortadoğu, Hint-Pasifik ve Avrupa’dan sonra ABD için temel önemde öncelikli bölgelerden biridir. Ortadoğu’da İran’ın gücünü sınırlandırmak ve İsrail’in güvenliğini güvencelemek, ABD için vazgeçilmez önemdedir. Bu çerçevede İran’ın “komşularına tehdit oluşturmaması için”, ABD’nin diğer bölge devletleri ile birlikte hareket edeceğini söyleyen strateji belgesi, İsrail ile ilişkilerin öncelikli olduğunu belirtmektedir. “Filistin sorununa çözüm” bulmak için de iki devletli çözümün gündeme getirilmesi doğrultusunda bir çaba içinde olunacağını ileri sürmektedir.

Belgede, Ortadoğu konusunda dikkat çeken önemli bir nokta ise, “Bölgenin sorunlarına çözümün askeri güç kullanmak olduğuna inanmıyoruz.” belirlemesidir. Devamında “Orta Doğu’da Amerikan menfaat ve değerlerine ters politikalar izleyen ortaklarımıza açık çek vermeyeceğiz. Bu yüzdendir ki Yemen’deki saldırılara verilen ABD desteğini çektik ve BM’nin (Yemen’deki) savaşı bitirme çabalarına destek verdik.” denilmektedir. “Yemen’deki savaşı bitirme çabası”nın aynı zamanda Suudi Arabistan’ı dizginlemek üzere atılan bir adım olduğu bilinmektedir.

ABD’nin nihayetsiz savaşlara artık trilyonlarca dolar harcamayacağına dikkat çekilen belgede, “Afganistan’ın yeniden ABD’ye yönelik terör saldırılarının güvenli limanı olmamasını sağlarken sorumlu bir şekilde ABD’nin Afganistan’daki en uzun savaşını bitireceğiz.” denilmektedir. “Hasımlarımızı caydırıp menfaatlerimizi savunurken, ... Orta Doğu’da terör ağlarını bozmak, İran’ın saldırganlığını caydırmak ve diğer önemli ABD menfaatlerini korumak için gerekli miktarda kuvvet bırakacağız.” belirlemesi yapılmaktadır.

Sonrasında, savunma ve güvenlik konularında ABD’nin güçlü bir askeri yapıya sahip olduğu, “fakat diplomasiye öncelik verileceği” belirtilmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Blinken da diplomasinin öncelikli olacağını, diplomasiyi askeri güç kullanmanın üzerinde tutacaklarını vurgularken, öte taraftan da “ABD, ulusal çıkarlarımızı savunmak için gerektiğinde güç kullanmaktan çekinmeyecektir.” açıklamasını yapmaktadır. Rusya ile nükleer silahların sınırlandırılması anlaşmasını yineledikleri ve bu konuda Rusya ve Çin ile diyalog içinde olmayı arzuladıklarını belirtirken, “Silahlı kuvvetlerimizin yaklaşan tehditlerle yüzleşmek için gerekli donanıma sahip olmasını sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapacağız.” demektedir. Tepeden tırnağa nükleer bir güç olan, savaş sanayisini ve bütçesini sürekli geliştiren ABD, diplomasiden öteye, büyük savaşlara hazırlanmaktadır. Diplomasi ise ABD hegemonyasına hizmet ettiği ölçüde öne çıkarılacaktır.

Uluslararası işbirliğine de önem verileceğini ifade eden belgede, başta iklim değişikliği olmak üzere küresel sorunlara çözüm bulunması için Washington’un uluslararası kuruluşlardaki liderliğinin yeniden tesis edileceği ileri sürülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ve Paris İklim Anlaşması’na yeniden dönüş yapıldığı hatırlatılmaktadır. ABD’nin uluslararası sistemin geleceğini şekillendirmesi gerektiğine işaret edilen belgede, “Bu iş acildir çünkü ittifaklar, kurumlar, anlaşmalar ve ABD’nin yardımıyla tesis edilen uluslararası düzenin temelini oluşturan normlar test edilmektedir.” belirlemesi yapılmaktadır.

ABD’nin demokrasi masalı

ABD’ninki de dahil olmak üzere “dünya genelinde demokrasilerin her zamankinden daha fazla kuşatma altında olduğu” ileri sürülüyor. “Otoriterlik”in dünya çapında yükselişte olduğu belirtilerek, “Demokrasilerimizi hedef alan yeni tehditlerle mücadele etmek için müttefiklerimiz ve ortaklarımızla birlikte duracağız.” vurgusu öne çıkarılıyor. Yolsuzluğun, eşitsizlik ve hukuksuzluğun “özgür toplumları içeriden tehdit ettiği” belirtilerek, cinsiyet eşitliği, kadın hakları ve LGBİ+ vb. kesimlerin haklarının savunulacağının altı çiziliyor. Tayvan, Hong Kong, Uygur ve Tibet bölgelerinde “insan hakları ve demokrasinin savunulacağı” belirtiliyor. Böylece “insan hakları ve demokrasi” palavrasıyla bu bölgeler şahsında Çin’in hedef haline getirileceğinin planları yapılıyor.

Özetle, ABD “demokrasi ve insan hakları”nı, rakip emperyalist güçleri ve kendisine boyun eğmeyen ülkeleri baskı altında tutmanın bir aracı olarak kullanacak. Onyıllardan bu yana birçok ülkeyi işgal ederek milyonları katleden, iç savaşlar, etnik, dinsel, ulusal ve mezhepsel boğazlaşmalarla milyonların yaşamını cehenneme çeviren, kanlı faşist askeri darbeler örgütleyerek demokrasi kırıntılarını da biçen, krallık ve diktatörlük rejimlerinin destekçisi olan ABD, “demokrasi ve insan hakları” palavrasını gündemde tutacak.

Kendi ülkesindeki yapısal ırkçılığı ve polis terörünü, cinsiyetçiliği, işsizliği, olağanüstü sosyal eşitsizliği, kilometreleri bulan “açlık kuyruklarını”, sokaklarda yaşamaya mahkum edilmiş insanları, büyük yoksulluğu vb. görmeyen ABD, dünyaya demokrasi dağıtacağı masalını anlatıyor.

Sonuç olarak, hegemonyası sarsılan, güçlüklerle karşı karşıya bulunan ABD yönetimi, elindeki imkanlara yaslanarak ve yeni imkanlar yaratmaya çalışarak, ama aynı zamanda müttefiklerinin Çin ve Rusya karşısında kendi yanında yer almasını sağlayarak hegemon konumunu korumak istiyor. Belgede sıkça sözü edilen demokrasi sahtekarlığını da rakiplerini baskı altında tutmanın aracı olarak kullanmayı hedefliyor. Yeni müttefikler, uluslararası kurumlarla yeni ilişkiler ve bu kurumlara geri dönüş, maliyeti ağır savaşlardan kaçma vb. adımlar, ABD liderliğini güçlendirmeye hizmet etme amacı taşımaktadır. Yeni belgenin özü ve özeti budur.