Venezüela’da devlet başkanlığı seçimleri 28 Temmuz’da gerçekleştirildi. Venezuela seçim komisyonu, ilk sonuçlara göre, Maduro ve Birleşik Sosyalist Parti’nin (PSUV), Edmundo Gonzalez’in yüzde 44’lük oy oranına karşı yüzde 51’lik “kesin” bir üstünlüğe sahip olduğunu duyurdu.
Sonuçlar Amerikan kuklası sağcı-faşist muhalefetin birkez daha hezimete uğradığını ve Nicolas Maduro’nun üçüncü kez devlet başkanlığına seçildiğini gösteriyor. Buna rağmen seçimleri kazandığını iddia eden muhalefet, sokaklara çıkarak Maduro’nun başkanlığını tanımadığını ilan etti. Bu iddiayı veri kabul eden Biden yönetimi de aynı telden çalmaya başladı. Gelişmeler üzerine Maduro, Yüksek Mahkeme’den seçim anlaşmazlığını çözmesini talep etti ve yakın gelecekte tüm seçim verilerini sunma sözü verdi.
Caracas’tan yapılan açıklamalar, Amerikan yönetiminin provokatif tutumlarına engel olmadı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken 1 Ağustos’ta sahneye çıkarak Venezuela seçimlerinin “kesin sonucunu” açıkladı:
“Ezici kanıtlar göz önüne alındığında, ABD ve en önemlisi Venezuela halkı için Edmundo Gonzalez Urrutia’nın Venezuela’nın 28 Temmuz başkanlık seçimlerinde en çok oyu aldığı açıktır.”
Blinken, “Venezüela’da demokratik normların yeninden tesis edilmesi” ile de “ilgili” görünüyor. Açıklamasında, “Venezuela’da demokratik normların yeniden tesis edilmesi sürecine tam destek veriyoruz ve uluslararası ortaklarımızla birlikte bu süreci desteklemenin yollarını değerlendirmeye hazırız” ifadelerini kullanan Blinken, “sağcı-faşist ortaklarımızla Maduro’ya karşı yeni bir darbe yapmanın yolunu arıyoruz” demeye getiriyor.
Blinken’den geri kalmayan ABD Başkan Yardımcısı ve Demokratların başkan adayı Kamala Harris ise şu açıklamayı yaptı:
“Barışçıl protestoculara ve siyasi aktörlere yönelik şiddet, taciz ve tehditler kabul edilemez. ABD Venezuela halkının yanındadır ve halkın iradesine saygı gösterilmelidir.”
Bu ve benzer küstahça açıklama ve çağrılar hem Maduro’yu hem ona destek verenleri hedef alan küstahça tehditlerdir. Gelişmeler üzerine televizyonda yaptığı konuşmada Maduro, ABD tarafından tezgahlanan bir “faşist darbe” girişimi ile karşı karşıya olduğunu söyledi ve orduyu “tetikte ve her şeye hazır olmaya” çağırdı.
ABD emperyalizmi ile siyonist lobilere sırtını dayayan Venezuela muhalefeti de seçim sonuçlarını tanımadığını ilan etti. Bu açıklamanın peşi sıra sokaklara çıkarak provokasyonlara girişti. Seçimi kazandığını iddia eden muhalefetin organize ettiği eylemlere katılım sınırlı oldu. Katılımın sınırlı olması, fiili durum yaratarak Maduro’yu devirme hesapları, önceki seçimlerde olduğu gibi yine tutmadı. Buna karşın hem Amerika hem kıtadaki işbirlikçi rejimler, Maduro’nun başkanlığını tanımamak için ayak diriyor.
Kıta ülkelerinden Arjantin, Şili, Kosta Rika, Peru, Panama, Dominik Cumhuriyeti ve Uruguay yönetimleri, Venezuela seçim sonuçlarını tanımadıklarını ilan ederek ABD’nin arkasında saf tuttular. Bu tutuma tepki gösteren Maduro yönetimi, adı geçen devletlerin Caracas’taki diplomatik temsilcilerini ülkeden kovdu. Gelişmeler üzerine Maduro yönetimine destek verenler de sokaklara çıkarak ABD’nin küstahça müdahalesine ve Amerikancı muhalefete karşı gösteriler düzenledi.
Müdahalelere ve baskılara rağmen geri adım atmayan Maduro, Venezuela’da seçim sonuçlarını ABD’nin değil halkın belirlediğini söyledi. Biden yönetiminin seçimle ilgili kınama açıklamalarının ardından başlayan protesto gösterilerini "Venezuela'ya karşı darbe girişimi" diye niteleyen Maduro, Blinken’in açıklamasına ise “ABD, burnunu Venezuela'nın iç işlerine sokmasın” yanıtını verdi.
Gazze’den Caracas’a
Maduro’nun ülkesine yapılan dış müdahaleler konusunda yaptığı son açıklamada dikkat çeken bir vurgu yer aldı. “Dünya siyonizminin eline düşmemesi için Venezuela’yı savunacağız” ifadelerini kullanan Maduro, ABD merkezli darbe girişiminde siyonist lobilerin oynadığı role işaret etti.
Maduro’nun bu vurguyu yapması tesadüf değil. Zira Maduro liderliğindeki Venezuela yönetimi baştan beri emperyalist/siyonist güçlerin Gazze’de giriştikleri soykırım savaşına karşı çıktı. Sadece Venezuela değil, kıtanın bazı ülkeleri de siyonist diplomatları kovdu. Venezuela ise, Hugo Chavez’in başkan olmasından bu yana Filistin halkının haklı ve meşru mücadelesini destekleyen bir tutum içinde. Bu ise sadece Tel Aviv’deki soykırımcı savaş çetesini değil ABD ve Latin Amerika’daki destekçilerini de rahatsız ediyor. Bu bağlamda, Venezuela’daki sağcı-faşist muhalefetin siyonist lobiler tarafından desteklendiğinden kuşku duymak için hiçbir neden bulunmuyor.
Her seçimde benzer bir oyun çeviren Amerikancılar bu defa de ilk hamlede hedeflerine ulaşamadılar. Ancak bu heveslerinden vazgeçmeyecekleri de kesin. Dolayısıyla Venezuela’da gerilim ve çatışmaların devam edeceğini ön görmek zor değil…