Pandemi koşullarını fırsata çeviren sermaye devleti, işçi ve emekçilerin hayatını doğrudan etkileyen bir “geçici yasa” ile sermayedarlara yeni bir saldırı alanı yarattı. 7244 no’lu bu yasa ile patronlar işçileri hiçbir sorumluluk almadan ücretsiz izne çıkartıp baskı, mobbing ve her türden hak gaspını daha da katmerleştirdiler.
Asgari ücretin, yoksulluk sınırını bir yana bırakın açlık sınırının dahi altında olduğu bir ülkede, önce “işten çıkarmanın yasaklanması” ve hemen ardından geçici yasa olarak dikte edilen “ücretsiz izin” saldırısı ile birlikte, milyonlarca emekçiyi açlık sınırının yarısı bir ücretle (1170 TL) yaşamaya mahkûm ettiler. Bu saldırılar karşısında mevcut sendikalardan en ufak bir tepki dahi görmeyen sermaye ve devleti saldırılarını giderek arttırdı.
Sermaye devletinin şefi, kriz koşullarından çıkmanın çözümü olarak “acı reçete”leri gündeme getirdi. Bu “acı reçeteyi” emekçilerin sırtına yüklemek istedikleri ise açık. Bir taraftan pandemiyi bahane ederek sermayedarlara her tür kolaylığı sağlarken diğer taraftan işçilerin ücretlerinden kesilen parayla oluşturulan fonlar, yine aynı sebeplerden dolayı patronlara peşkeş çekiliyor. Böylelikle hem sermaye sahipleri yağmalanan fonlar sayesinde zenginleşiyor hem de krizin faturası emekçilere kesiliyor.
Sinbo patronunun “ücretsiz izin” yasasını kullanarak sadece sendikalı işçileri işten çıkarması ve hemen ardından yüzden fazla yeni işçiyi işe alması, gelinen yerde ücretsiz izin düzenlemesinin sınıfa dönük bir “saldırı” olduğu gerçekliğini bir kez daha kanıtlamış oldu. Tam bir sömürü cehennemi olan Sinbo fabrikasında baskı ve mobbingin yanı sıra giderek ağırlaşan çalışma koşulları pandemi ile birlikte daha da çekilmez hale geldi. Göstermelik önlemler alan fabrika yönetiminin, onlarca işçinin Covid-19 testi pozitif çıkmasına rağmen üretime devam etmelerine göz yumması, bunun sadece bir örneğidir.
Fabrikada “ücretsiz izin” saldırısı yasalaşmadan önce de sendika üyesi işçiler hedef alınmış, çeşitli bahanelerle işten çıkarılmışlardı. Son olarak yine TOMİS üyesi altı işçinin 11 Eylül’de ücretsiz izne çıkarılması ve ücretsiz izin saldırısının uzatılması üzerine, işten çıkarılan işçiler fabrika önünde çadır direnişine başladılar.
İşçilerin temel talepleri sadece Sinbo işçilerinin değil, bir bütün olarak işçi sınıfının talepleridir. Sinbo direnişinin talepleri şunlar:
-7244 sayılı geçici yasa iptal edilsin, tüm çalışanlara iş ve gelir güvencesi sağlansın!
-Keyfi ve hiçbir hukuki dayanağı olmadan ücretsiz izin saldırısı ile karşı karşıya kalan işçilerin, hak kayıpları giderilsin, ücretsiz izin uygulaması sonlandırılsın!
-Sendikaya üye olma hakkı başta olmak üzere sendikal haklara dönük yasadışı saldırılar son bulsun!
-Çalışma saatleri ve koşulları pandeminin açığa çıkardığı gerçekler üzerinden, işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri esas alınarak düzenlensin!
-Tüm çalışanlara fazla mesaiye kalmadan geçimini sağlayabilecekleri ücret verilsin!
-Covid-19 pozitif çıkan bölümler başta olmak üzere, tüm fabrikada genel karantina önlemleri alınsın, işçiler ücretli izne çıkarılsın!
-Yönetimin talimatıyla, ustabaşı ve şeflerin hayata geçirdiği baskı, mobbing ve tehditler sonlandırılsın, patronların her türlü keyfi tutum ve dayatmasını örtbas etmekten vazgeçsinler!
Direnişteki Sinbo işçileri Tüm Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikası (TOMİS) üyesi işçilerdir. TOMİS diğer sendikaların tersine şu veya bu burjuva partisinin peyki değil, 2015 metal fırtına sürecinde öncü metal işçilerinin kurduğu bağımsız devrimci bir sendikadır. TOMİS’in kararlı duruşu ve işçilerin kendi mücadelelerine sahip çıkarak direnişte ısrarcı olmaları, hem fabrika içinde hemde kamuoyunda ciddi bir etki yarattığından dolayı, fabrika yönetimi çeşitli ayak oyunlarına başvurmuştur. Bunların en göze çarpanı ise sendikaya “terörist” yaftası yapıştırmak olmuştur.
Bilindiği gibi işçiler arasındaki birliği engelleyen en önemli politikalardan biri “böl-parçala-yönet” politikasıdır. Bu sayede işçiler dinsel, cinsel, ulusal, mezhepsel vb. sebeplerle parçalanıp, örgütlenmeleri engellenerek her türlü baskı ve zorbalık kolaylıkla hayata geçirilebiliyor. Sinbo’da yaşananlar da bu durumun iyi bir örneğidir. Fakat bu ayak oyunları hem işçilerin hem de TOMİS’in kararlı duruşuyla boşa çıkarılacaktır.
Kriz ve pandemi koşullarında kapitalistler daha da zenginleşirken, emekçiler daha ağır koşullarda ölümle burun buruna çalışmak zorunda bırakıldılar. Toplumsal ve sınıfsal baskıların tırmandığı bir dönemde ne yazık ki ne işçi sınıfı cephesinden sınıfsal bir tepki ortaya konabildi, ne de toplumsal muhalefet cephesinden güçlü bir çıkış örgütlenebildi.
Böyle bir atmosferde sermaye cephesinin karşına sınıfsal konumuyla çıkan Sinbo işçilerinin politik etkisi, bugünkü mevcut görünümünden çok daha öteye bir anlam taşıyor. Çünkü Sinbo direnişi sermayenin karşısına sınıf kimliğiyle ve onun bilinciyle çıkıyor.
Sinbo direnişçileri yaklaşık iki haftalık zaman diliminde bir tane işçi forumu ve sekiz tane direniş okulu gerçekleştirdi. İşçiler direniş okullarında “Devrimci sınıf sendikacılığı” başta olmak üzere, “Pandemi ve İşçi Sınıfı”, “Asgari Ücret”, “Kadın Yönelik Şiddet ve Kadın Sorunu”, “Ücretsiz İzin Saldırısı”, “15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi” vb. gündemleri tartıştılar. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde ise hem fabrika önü etkinliği yapıldı hem de kadın işçiler ellerinde dövizlerle Kadıköy’de yapılan eyleme katıldılar.
Bu yönüyle Sinbo basit bir kapı önü çadır direnişi değil, sınıfsal özünü son derece güçlü bir şekilde pratiğe yansıtan devrimci bir direniştir.
Bundan altı sene önce Hadımköy Greif çuval fabrikasında patlak veren “işgal-grev” deneyimi, taban örgütlülüklerini temel alan, işçi sınıfına yürümesi gereken yolu gösteren, görkemli bir direnişti. Kendi sınırları ve içinde bulunduğumuz atmosferde bir örneği daha olmayan bu direnişin önemi; sınıfa karşı sınıf şiarını pratikte uygulayarak, devrimci sınıf hareketinin nasıl bir yol izlemesi gerektiğini göstermesinden gelmektedir. Greif’in açtığı bu yolda, sınıf devrimcilerine düşen görev Sinbo direnişini büyütmek ve sermaye cephesinin karşısında sınıfsal bir mevziiye dönüştürmektir…
K. Torlak