Genel kurullar, gerçek bir muhasebe için kritik öneme sahiptir
İçinde bulunduğumuz günlerde KESK ve KESK’e bağlı sendikalar; genel kurullarını örgütleyecekler. Başta KESK’in 11. Genel Kurulu olmak üzere, bütün genel kurullar, geride bırakılan dönemin bir değerlendirmesi ve dersleri üzerinden örgütlendiğinde anlamlı ve yol açıcı olacaktır. Ne var ki bugüne kadar gerçekleşen genel kurullar beylik sözlerin ötesine geçemeyen olabildiği kadarıyla en genel değerlendirmeleri içeren ve kendinde somut kusurlar bulmayan değerlendirmelerle geçiştiririldi. Oysa ki, şimdi içinden geçmekte olduğumuz genel kurullar dönemi yalnızca gelecek dönemi planlamak bakımından değil geride bırakılan dönemi esaslı bir biçimde değerlendirmek açısından da kritik bir öneme sahiptir. Zira yıllar boyu farklı nedenler ve zeminler üzerinden yükselen, eleştiri ve kimi zaman KESK ve KESK’e bağlı sendikalar içinde sert tartışmalara konu olan sorun alanları, gelinen aşamada tartışmaya yer bırakmayacak kadar kendini ortaya koymuştur. Hâlâ içinde bulunduğumuz resmi zorbalık evresi; geçmişte gözlerden uzak tutulan, kolayından üstü kapa lan, dema- goji ile kabul etmekten kaçınılan ne kadar zaaf, eksik, yanılgı, tercih-tutum ve politik yönelim varsa hepsini tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır. Yani bu genel kurul dönemi tüm bileşenleriyle birlikte KESK açısından beylik laflarının ötesinde gerçek bir muhasebe dönemi olacaktır, olmalıdır. Geleceğe dair bir siyasal iddia taşıyanlar, samimi bir çabanın içinde olanlar gerçek bir özeleştiriyapacak ya da kaba bir sorumsuzlukla başka şeylerde olduğu gibi bu sorumluluktan da kaçacaklardır. Genel Kurullar dönemi tüm kamu emekçilerine bunu anlamak için yeterli bir tablo sunacaktır.
2017 yılında yapılan olağan genel kurullar, 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle AKP’nin yarattığı siyasal ve toplumsal baskı koşullarında gerçekleştirildi. Başta Gülen Cemaati’ni ve şu ya da bu biçimde darbeye katılanları hedeflediği söylenen baskı ve terör dalgası genel kurulu önceleyen aylarda yönünü esas olarak toplumsal muhalefete çevirmişti. Öncesinde çeşitli ihraç ve açığa alma saldırıları olmakla birlikte esas olarak 11 bin KESK’li emekçinin açığa alınmasıyla KESK şahsında hedefe oturtulan toplumsal muhalefetin ta kendisiydi. Açığa alma saldırısı büyük ölçüde püskürtülmüş olsa da ardı ardına gelen KHK’lar ile binlerce emekçi ihraç edildi, barış akademisyenleri işlerinden atıldı, pasaportlarına el konuldu, birçoğu yargılandı, kimisi tutuklandı.
15 Temmuz ve sonrası süreklileşen OHAL uygulamaları
Öz olarak 10. Genel Kurul ile 11. Genel Kurul arasına damgasını vuran temel gündem OHAL uygulamaları, KHK’lar ve genel olarak AKP’nin darbe girişimini bahane ederek ülkede yarattığı siyasal ve toplumsal baskı ortamıydı. 15 Temmuz 2016’yı esas alırsak üç buçuk yılını geride bırakan bu dönemde ülkede neredeyse hiç eksilmemiş olan faşist rejim 12 Eylül karanlığından daha beter bir biçimde tahkim edildi. Yargısı, askeri, polisi, bürokrasisi ve basını ile devlet, AKP eliyle bütünüyle militarist bir aygıta dönüştü. İçeride tüm eğilimleriyle muhalefetin felç edilmesini hedefleyen bir polis rejimi, dışarıda ise Suriye’den sonra Libya örneğinden de görülebileceği gibi savaş ve saldırganlık temel çizgi haline geldi. Adına ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ dedikleri esası bakımından tüm yönetim iradesinin Erdoğan’a verildiği yeni bir sistem ‘inşa edildi’.
Yönetsel bakımdan işlerin tek elden yürütülmesi, bürokratik hantallığa takılmadan ve herhangi bir muhalefetin engelleyici etkisiyle uğraşmadan hızlıca çözüleceği propagandasıyla ‘inşa edilen’ bu yeni sistem tüm idari işleyiş ve mekanizmaları felce uğra . Yapılan bir açıklamaya göre yeni sistemin işleyişini belirlemek için çıkarılan 24 kararname yayınlanmıştır. Ancak yayınlanan bu kararnamelerin yarattığı kaos ve tahribatı engellemek için ‘düzeltici’ 31 yeni kararname yayınlanmak zorunda kalınmıştır. Üstelik ve şimdilik sayı bu kadardır.
Bu kaos ve belirsizlik günlerinden hali hazırda eksiksiz çalışan iki temel mekanizmadan bahsedilebilir. İlki; çarkın dönmesi için zorunlu olan verginin toplanması ve çeşitli soygun kalemlerinin hayata geçirilmesini sağlayan bürokratik mekanizmalar.
İkincisi ise toplumsal mücadele öğelerinin başının ezilmesi için Polis, Asker, MİT vb. militarist kurumlar ve mahkemelerdir. Bunlar dışında farklı derecelerde olmakla birlikte devletin diğer tüm idari aygıt ve mekanizmaları yönü belirsiz bir kaos ve sürükleniş içindedir. Rejim değişikliği ile birlikte anayasanın tümüyle ayaklar altına alınması, kural tanımamazlık ve keyfilik temel ölçütler haline gelmiştir. Bir kere çıkarıldıktan sonra onlarca defa değişikliğe uğrayan yasalar, tek bir amaç için çıkarılıp sonrasında unutulan kanunlar, birbirini boşa düşüren yönetmelikler, aynı konu hakkında birbirinden farklı onlarca karar çıkaran mahkemeler, kıdemli bir bürokratın ağzından çıkan bir sözün genel kural haline gelmesi vb. işin bir yanıdır. Kaybedilmiş seçimin iptali, belediyelere atanan kayyumlar, insan kaçırma, işkence, keyfi gözaltı ve tutuklamalar. İdari mahkemelerin nerdeyse tüm davalarda devlet lehine karar vermesi, güvenlik soruşturması denen Nazi uygulaması, ihraç edilen emekçilerin en temel vatandaşlık haklarından mahrum bırakılması. Kamuya alımlarda mülakat torpilinin ayağa düşmesi ve ‘FETÖ borsası’ olarak adlandırılan, mahkemeye 50 bin lira verenin istediği kararı çıkarması vb. gibi dışa yansıyan bazı örnekler ise bir başka yanıdır. Yani bir tarafta AKP’nin bekası için seferber olmuş devlet mekanizması öte yanda yozlaşmış bir kendiliğindenlik görüntüsü.
Özet olarak verdiğimiz bu tablo ülkenin tablosu olmanın yanı sıra KESK ve KESK’e bağlı sendikaların geride bıraktığı son üç yılda karşılaştığı tabloyu anlamak bakımından da ayrı bir anlam ifade etmektedir. Darbe girişimi bahanesiyle hedeflenen toplumsal muhalefet içinde ve sendikal alanda kuşkusuz en çok saldırıya uğrayan örgütlerden birisi KESK oldu. Beş binden fazla üyesi ihraç edildi, üye ve yöneticileri tutuklandı. Kurumları basıldı, hak aramaya dönük neredeyse her eylem ve mücadele girişimi devlet terörüyle karşı karşıya kaldı. Ülkede yaratılan siyasal baskı işyerinde daha bunaltıcı hale getirildi. KESK üyeleri istifaya zorlandı ya da mevcut atmosferden kaynaklı kendiliğinden istifaya yöneldi.
KESK ve baglı sendikalar tarihsel saldırılara karşı tarihsel yanıtlar ver(e)medi
Hali hazırda KESK üye sayısı bakımından tarihinin en zayıf noktasına geldi. Yalnızca üye sayısı olarak değil kamu emekçileri hareketine etki ve katkısı bakımımdan da KESK bu son üç yılda tarihinin en kötü dönemini yaşadı. Mücadeleci emekçiler çok kereler tarihsel bir saldırıyla karşı karşıya olunduğunu ve KESK’in de buna göre tarih-sel bir yanıt üretmesi gerektiğini belirtmişlerdi. Ne var ki tarihsel saldırıya bırakalım tarihsel bir yanıt üretmeyi tabandan gelişen direnme iradesi dışında KESK’in yaşadığı kaba bir politik teslimiyet görüntüsü olmuştur. Bu nedenle etkisiz ve zayıf KESK tablosunun tek sorumlusu, siyasal iktidarın mevcut saldırıları değildir.
Direnişçi-mücadeleci tutum örgütlemeyi başarabilen istisnai şubeler dışında neredeyse tüm şube ve genel merkez yürütme kurullarının saldırılar karşısındaki tutumu birbirinin aynısıdır. Kuşkusuz KESK’in göğüslemekle yüz yüze olduğu saldırılar karşısında politik bir teslimiyet tablosu yaşaması ona politik olarak hâkim olan ‘grupların’ yaşadığı politik teslimiyetin yansımasıdır. Ortaya çıkan durum hâkim siyasal anlayışların döneme ilişkin toplam politik tercih ve yönelimlerinin KESK’te vücut bulmasıdır. Dolayısıyla bu politik anlayışların hem KESK üye tabanına hem de temsilcisi olduklarını iddia ettikleri üç buçuk milyon kamu emekçisine karşı bir açıklama borçları bulunmaktadır. (Özellikle belirtmeliyiz ki burada KESK derken şubelerden genel merkezlere kadar tüm yürütme kurullarını kendi aralarında paylaşmış olan sendikal grup ve anlayışlar hedeflenmektedir. Esas olarak hesap vermesi gereken de açıklama borcu olanlar da onlardır.)
Üç yıllık dönem yıllardır eleştiri ve tartışma konusu olan kimi anlayış, tutum ve davranışları yerli yerine oturtmak için son derece aydınlatıcı olmuştur. Bunlar belli başlı yönleriyle şu biçimde ifade edilebilir;
-KESK’te yıllardır tartışılan ‘önderlik’ sorunu bütün ağırlığıyla ortada durmaktadır. Önderlik sorunu denen olgu politik ve örgütseldir. KESK süreçlerini programsız ve politikasız bir şekilde tüketmektedir. Emekçilerin karşı karşıya kaldığı saldırılara çözüm üretememekte ve önerememektedir. Kaldı ki günübirlik ve protestocu eylem ve etkinlikleri bile örgütleyememektedir. KESK’in irili ufaklı bünyesinde barındırdığı bir dizi organ bugün fiilen işlevsizleşmiş, amacına hizmet etmeyen hantal yapılara dönüşmüştür. Kaldı ki yer almak için uğruna kavgalar verilen, pazarlıklar yapılan bu organların üyeleri bile büyük ölçüde bu mekanizmaları sahipsiz bırakmıştır.
-KESK’e hakim anlayışlar ve bu anlayışların temsilcileri yöneticiler, son üç yılda çok kötü bir sınav vermişler, tabanında ve etki alanındaki emekçilerde ciddi bir güven sorunu yaratmışlardır. Tabanındaki emekçiler artık KESK’e güven duymamaktadır. Özellikle ihraçlar, açığa almalar, soruşturmalar ve bunlara dönük direnme zorunluluğu karşısında gösterilen ilkesiz ve mücadele kaçkını tutum bu sonuca yol açmıştır.
-KESK bünyesinde her şeye rağmen mücadeleci bir dinamik taşımaktadır. Ancak hâkim anlayışlar bu dinamiği heba etmekte ve kötürümleştirmektedir. İhraçlara karşı direniş döneminde de görüleceği gibi KESK, tabanında yer alan direnişçi ve mücadeleci eğiliminin gerisine düşmüştür. Kendi varlığına yönelmiş böylesine temel bir saldırı karşısında tabanın gerisine düşebilen bir anlayışın başka saldırılar karşısında anlamlı pratikler göstermesi ya da hak alıcı mücadeleler örgütlemesi gerçekçi değildir.
-Türkiye sınıf hareketinde doksanların başından iki binli yıllara kadar mücadeleci ve direnişçi karakteriyle kendine özgü bir yer edinmiş olan KESK bu özgün konumunu kaybetmıştır. Saldırılar karşısında aldığı tutum söylem düzeyinde kalmakta ve bunun herhangi bir toplumsal karşılığı olmamaktadır. EYT gibi bir gündemde bile sürecin dışında kalabilmekte emekçilere yön gösterici bir tutuma yönelmemektedir.
-Fiili meşru mücadele geleneği ve hak alıcı mücadele bilinci yerini diplomasi, icazet ve genel olarak eylemsizliğe, en iyi durumda sembolik eylemlere bırakmıştır. Daha kötüsü ise görüldüğü kadarıyla mevcut anlayışlar bu tutumları bir çizgi haline ge rmişlerdir.
-Son üç TİS döneminden de anlaşılacağı üzere KESK ve KESK’e bağlı sendikalar kamu emekçilerinin gündeminden kopmuş, gündemlerin arkasından sürüklenen seyirci durumundadır. Tüm zorluklara rağmen varlık gösterebilinecek bir alan olan TİS dönemlerinde bile KESK’in esamesi okunmamakta yanı sıra KESK sonuçların pasif onaylayıcısı konumuna düşmektedir. Bu konumdan çıkmak için anlamlı bir tavır ya da tutum henüz ortaya koyulabilmiş değildir.
-3600 ek gösterge gibi tüm kamu emekçilerin duyarlılık taşıdığı bir alanda varlık göstermemektedir. Genel olarak kadrolaşma, güvenlik soruşturması ve sözlü mülakat gibi tüm toplum karşısında teşhir olmuş gündemlerde bile emekçilerin karşısına bir mücadele programıyla çıkmamakta kendini ve söylemini bir alternatif olarak ortaya koymamaktadır.
-KESK demokra k kimliğini büyük ölçüde kaybetmiş bürokratik bir yapıya dönüşmüştür. Bunun son dönemde yaşanan en çarpıcı örneği Hatay Eğitim-Sen şubesine kayyum ataması ve beraberinde yaşanan gerginlikler olmuştur. Hangi tüzük gerekçesine dayandırılırsa dayandırılsın meşruiyeti olmayan bu tutum hiçbir utanç belirtisi gösterilmeden savunulabilmektedir. Görülmektedir ki demokratik ilkeler yürütme kurullarında bulunan anlayışların ihtiyaçları doğrultusunda gündeme gelmekte ve işleti lmektedir.
-KESK içerisinde bulunan kimi eğilimler; üyelerin KESK’e dönük eleştiri ve tutumlarına karşı şiddet kullanabilecek pervasızlığa gelmıştır. Bununla yetinilmeyip muhalif üyelerin üyelik ve yürütme kurulunda bulunmaktan kaynaklı hakları askıya alınmakta ve genel kurulda kesin ihraç için hazırlık yapılmaktadır. Mevcut örnek hâkim olanın KESK’te kendi borusunu öttürdüğüne dair anlamlı bir örnektir. Bu aynı eğilimler dün kendilerine yönelmiş eleştirileri ‘kaba’ bularak, ‘kadına yönelik şiddetin bir biçimi’ görerek soruşturma konusu yapıyordu. Şimdi ise KESK içi mu-halefet sayılabilecek içinde ağırlıklı olarak kadınların yer aldığı emekçilere karşı fiili bir saldırganlık sergilenirken muhalif üyeler tasfiye edilmeye çalışılıyor.
-Son olarak yukarıda sayılan tüm olumsuzluklarla birlikte KESK’te ciddi bir ‘kadro’ sorunu yaşanmaktadır. Önceki Genel Kurul’da bu zaten kendini gösteren net bir tabloydu. Darbe girişimi sonrası faşist rejim koşulları, KESK içerisinde yer alan birçok nitelikli ve mücadeleci emekçinin de kendini geri çektiği bir dönem oldu. Özel olarak reformist eğilimlerde görülmekle birlikte bu geri çekiliş genel bir olgu oldu.
-Geri çekilme tutumu; şubelerden genel merkez yürütmelerine kadar neredeyse tüm kurulları bir iki istisna insan dışında mücadele içinde deneyimli, belli bir politik bakışı ve cesareti olan üyelerden mahrum bıraktı. Kimi sendikal gruplar bu geri çekilmeye atalete düşme ve çürüme pahasına müdahale etmediler. Şimdi ise neredeyse tüm düzeylerde ve geçmiş dönemi aratır bir biçimde yürütme kurullarının sorumluluğunu alacak, KESK’e ‘yeniden bir hayat verecek’ ve varlık zemini kazandıracak kadrolara ihtiyaç duyulmaktadır.
Son üç yılın kısa bir özeti olarak belli başlıklar altında ifade ettiğimiz bu olgular mevcut KESK gerçekliğini tanımlamak bakımından eksik bile sayılabilir. Fakat durumu anlamak bakımından bize bir çerçeve sunmaktadır.
Kamu emekçileri hareketine öncülük etmek için KESK, devrimci sınıf sendikacılığını esas almalıdır
Geçmiş dönem kabaca böyleyken içinden geçtiğimiz günler geçmişin yüklerini taşımakla birlikte gelişmelerin yönü esası bakımından değişmiş görünmektedir. Yerel seçim sonuçlarının ülkede yarattığı siyasal atmosfer ve son bir yıldır yaşanan iktisadi kriz, siyasal ve toplumsal gelişmelerin yönünü belirleyen en önemli iki temel etken oldu. İptal edilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi AKP’nin yıkılmaz gibi görünen siyasal iktidarında büyük bir yarık oluşturdu. Bunun üstüne binen, etkisi sürekli şiddetlenen ve daha birkaç yıl ağırlığının devam edeceği belirtilen ekonomik kriz AKP saltanatının şimdilerde daha da sarsılmasına yol açıyor.
İşsizlik sürekli büyüyor, genç işsizlik oranı hiç olmadığı kadar arttı, ekonomik büyüme gerçekleşmiyor, dövizler yeniden yükseliş trendine girdi. Hayat her alanda emekçiler için çok daha zor ve pahalı hale geldi. Asgari ücret yeniden sefalet ücreti düzeyinde belirlendi. Ücretlerin reel alım gücü enflasyon karşısında düzenli olarak geriliyor. Dün yoğun bir medya propagandası ve manipülatif bir siyasal atmosferle gizlenebilen temel toplumsal gerçekler bugün kendiliğinden orta yere saçılıyor. ‘Kriz teğet geçti’ propagandası yapılamıyor örneğin. Tersine toplum karşısında teşhir olma pahasına batan şirketleri kurtarma yoluna gidiliyor vb.
Demek istiyoruz ki tüm bu etkenler hiç kuşkusuz işçi ve emekçileri yeniden kitlesel mücadeleler zeminine yöneltecektir. 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana ağır bir biçimde sürdürülen faşist rejim uygulamaları ağırlığından henüz bir şey kaybetmiş değildir. Fakat karşısında da bir hayli çok ve farklı zeminlerde toplumsal mücadele dinamiği biriktirmıştır. Bu dinamikler sistematik bir biçimde şiddet ile bastırılmalarına karşın buldukları her fırsatta kendini ifade etme yoluna girmektedir. Metal Fırtına, kadın eylemleri, EYT’liler, KHK direnişleri, genel olarak demokratik hak talep eden ve siyasal özgürlük beklentisi olan farklı toplumsal kesimler vb… Olabildiği kadarıyla kendiliğinden çıkışlarla kendini ortaya koyabilen bu mücadele dinamikleri ortadan kaldırılamayacağına göre muhakkak bir çıkış yolu bulacaktır.
İşte; yıllardır siyasal tahakkümle, iktidar sendikasının hâkimiyetiyle ve iş güvencesi tehdidiyle bastırılan kamu emekçileri hareketi de bu mücadele dinamiklerinden biridir. Yıllardır karşı karşıya kalınan satış sözleşmeleri, özelleştirme, KHK ile işten atılma, sözleşmeli çalışma ve bu sözleşmenin prangaya dönüşmüş olması, giderek iş güvencesinin ortadan kaldırılması, AKP yandaşlığının neredeyse zorunlu hale getirilmesi, iktidarın ve onun adamı olan idarecilerin gündelik ilişkilere bile burnunu sokma keyfiyeti vb. kamu emekçileri içindeki mücadele dinamiğini mayalamaktadır.
KESK ve KESK’e bağlı sendikalar genel kurallarını, böylesi bir atmosfer ve toplumsal koşullarda gerçekleşecektir. Mücadeleci tüm KESK üyeleri bugünün koşullarına uygun, yarının kitlesel mücadelelerine hazırlıklı olabilecek bir KESK yaratmak bakışıyla hareket edebilmelidir. Umutlu olmak ve güçlü mücadelelere hazırlanmak için yeterince nedenimiz vardır. Bunu ise yeniden fiili-meşru birleşik mücadeleyi esas alan bir kamu emekçileri hareketi ve buna yön veren sendikal anlayışla ve dinamik bir örgütsel mekanizmayla başarabiliriz.
Bunun için öncelikli olarak ele alınması gereken başlıklar şunlar olmalıdır:
- Şube genel kurulu tartışmaları, işyerleri, şube temsilci kurulları ve geniş üye toplantılarında yapılan açık tartışmalar üzerinden yürütülmeli, gruplar arasındaki ilişkiler temelinde “iki senden üç benden” pazarlıklarına dayalı işleyişe son verilmelidir.
- Şube genel kurulu tartışmalarının esasını mücadele çizgi ve programı ile sendikaların yapısal sorunları oluşturmalı, yönetim kurulu ve üst kurul delegeliklerinin belirlenmesi bu tartışmalarda ortaya çıkan irade üzerinden, açık üye toplantılarında şekillendirilmelidir.
- Sendika merkez genel kurulları da benzer bir işleyişle gerçekleştirilmeli, merkez genel kurul öncesinde şubelerde tartışmalar örgütlenmeli, merkez genel kurul tarşmalarının ana ekseni mücadele programının ana hatlarının belirlenmesi ve işleyiş sorunları olmalıdır.
- KESK 11. Genel Kurulu öncesinde mücadele çizgisi, programı ve işleyiş sorunlarının tartışıldığı en az bir gün süren bölge toplantıları örgütlenmelidir.
- Hak alıcı bir nitelik taşımayan, günübirlik ve protestocu eylem ve mücadele anlayışı terk edilmeli, hak almaya odaklı ve grev eksenine oturan bir eylem çizgisi izlenmeli, diğer tüm eylem biçimleri bu eksende ele alınmalıdır.
- Uzlaşmacı-icazetçi çizgi terk edilmeli, sınıfsal bir perspektifle geniş emekçi yığınların gücünü açığa çıkartacak fiili-meşru mücadele çizgisi esas alınmalıdır.
- Sendikalarımızın örgütlü olduğu işyerlerinde taşeron, sözleşmeli, geçici vb. adlar altında çalışan işçi ve emekçiler sendikalarımızda örgütlenmeli, ortak örgütlenme eksen alınmalıdır.
- Bürokratik yapılanma terk edilmeli yerine sendika içi demokrasinin ilkelerine uygun mekanizmalar hayat bulmalıdır.
- KESK ve KESK’e bağlı sendika yürütmeleri, tüzük maddelerini kendi içindeki muhalefeti bastırmak ve ezmek için kullanmamalı tüzüğü yaratan militan-direnişçi ruha sahip çıkmalıdır.
- KESK ve KESK’e bağlı sendika yürütmeleri, kendilerine muhalefet eden üyelerinin üyeliklerini askıya alma ve genel kurullarda kesin ihraç talebinden vazgeçmelidir.
- KESK ve KESK’e bağlı sendika yürütmeleri, seçilmiş yürütme üyelerini görevden alıp yerine genel merkezler tarafından atama yapma (kayyum) uygulamasından derhal vazgeçmeli ve üyenin iradesine saygı duymalıdır.
- İşyeri temelli örgütlenmeyi esas almalı, kamu emekçilerini kendi talepleri etrafında örgütleyip taban iradesini açığa çıkarmalıdır.
- KHK’lara karşı öznesinin ihraç kamu emekçilerinin olduğu uzun soluklu bir program oluşturmalı ve buna uygun tüm KHK’ların iptaline kadar belli bir mücadele hattı ve pratiği örmelidir.
- KHK’lara karşı verilen mücadelede var olan dinamiklerin ve yapıların yanında olmalı desteklemeli ve bunlarla belli zeminlerde mücadele ortaklaştırılmalıdır.
Kamu Çalışanları Birliği