KÇB: Kitlesel kıyımları, yaygın direnişlerle karşılamalıyız!

Kamu Çalışanları Birliği 686 sayılı KHK ile devam eden ihraç saldırılarına karşı direniş çağrısı yaptı.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 09 Şubat 2017
  • 19:08

Kamu Çalışanları Birliği 686 sayılı KHK ile devam eden ihraç saldırılarına ilişkin açıklama yayınladı.

Açıklamada, kamu çalışanlarına direniş mevzilerini yaratma çağrısı şu ifadelerle dile getirildi: “Binlerce emekçi olarak, ülkenin dört bir yanında direniş mevzilerimizi yaratabilir, bu direnişlerin meşruiyeti üzerinden kamu emekçileri başta olmak üzere toplumsal muhalefeti harekete geçirebilir ve ancak bu sayede kazanabiliriz. Ne AKP’nin güdümüne girmiş bir yargı, ne diplomasi cambazlıkları bu saldırıları durdurabilir.”

KESK’e egemen sendika bürokrasisinin “yargı”ya, “diplomasi”ye, basın açıklamalarına ve “üyelerimizle dayanışma” adı altında ekonomik yardıma sıkışan “mücadele” anlayışının eleştirildiği açıklamada, “anayasa referandumu” gündemiyle birlikte, direniş örgütlemek yerine mücadeleden uzak sandığa sıkışan bir yaklaşımın öne çıkma eğiliminde olduğuna dikkat çekildi.

Açıklamanın tamamı şu şekilde:

Kitlesel kıyımları, yaygın direnişlerle karşılamalıyız!

 

7 Şubat tarihli 686 sayılı KHK ile büyük çoğunluğu eğitim emekçisi 4 bin 464 kamu çalışanı daha ihraç edildi. Bugüne kadar çıkartılan KHK’larla, kolluk güçlerini bir yana bırakırsak, kamu hizmet kurumlarından ihraç edilen emekçilerin sayısı 70 bine ulaştı.

Dün söyledik, yine söylüyoruz: Yaşanan kıyımların önüne geçilememesinin gerisinde KESK’e ve bağlı sendikalara hakim reformist anlayışların izledikleri sendikal çizgi var. Onlar, kitlesel kıyımların başladığı ilk günden bugüne, ihraç edilen emekçilerin direnişini örgütlemek ve bu direnişleri kamu emekçileri başta olmak üzere toplumsal muhalefetle buluşturacak bir çizgi izlemek yerine, emekçileri oyalamayı iş edinmiş durumdalar. Her şeye rağmen direniş yolunu seçen emekçileri görmezden gelmek de bu çizginin vazgeçilmez tutumu olagelmiştir.

Bugüne kadar emekçileri “yargı-diplomasi” ve göstermelik protesto eylemleri ile oyalayan sendika bürokratları, son ihraçlar sonrasında yaptıkları açıklamalarda da aynı tutumu sürdüreceklerinin işaretini verdiler. KESK ve Eğitim Sen tarafından yapılan açıklamalarda, “peşini bırakmayacağız”, “mücadele edeceğiz”, “dayanışmayı büyüteceğiz”, “boyun eğmeyeceğiz” gibi beylik sözcüklerin arkasına gizlenmiş bir teslimiyetçi tutum sırıtmaktadır. En başından beri direnişler örgütlemek tek meşru ve gerçekçi tutum iken, bu açıklamalarda hala da somut bir direniş çağrısı yapılmamakta, ihraç edilen binlerce KESK üyesi direniş mevzilerine çağırılmamaktadır. Şurası açık ki, eğer bu tutum aşılamaz ve kıyımlara yaygın direnişlerle yanıt verilemezse, yeni KHK’lar gelmeye devam edecek, en nihayetinde KESK ve bağlı sendikaların kapılarına fiilen mühür vurulacaktır.

Kardeşler;

Binlerceyiz! Binlerce emekçi olarak, ülkenin dört bir yanında direniş mevzilerimizi yaratabilir, bu direnişlerin meşruiyeti üzerinden kamu emekçileri başta olmak üzere toplumsal muhalefeti harekete geçirebilir ve ancak bu sayede kazanabiliriz. Ne AKP’nin güdümüne girmiş bir yargı, ne diplomasi cambazlıkları bu saldırıları durdurabilir.

Dün bize “yargı ve diplomasiyi” mücadele diye yutturmaya kalkanlar, bugün de ümitlerini referandum sandığına bağlamışlardır. Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca, binlerce eğitim emekçisinin ihraç edilmesinin ardından, direnişleri değil, “referandum sürecini ‘hayır’la isyana taşımak gerekiyor” diyerek referandum sandığını çözüm olarak sunan ibretlik bir açıklamaya daha imza atmıştır. Eğitim Sen tarafından yapılan resmi açıklamada da, referandum eksenli bir tutum geliştirilmiştir. Bu, KESK ve bağlı sendikaların bürokratlarının da üç aşağı beş yukarı, ortalama tutumunu temsil etmektedir. Hemen hepsi ‘direnişler örgütlemek’ dışında her şeyi söylemekte ve referandum sandığını işaret etmektedirler. KESK’in ihraç edilen emekçilerle yapılacak Kurultay kararını bir ayda ‘ancak’ alabilmesi ve Kurultay’ı Mart sonuna bırakmış olması da, referandum öncesi zamanın nasıl tüketilmek istendiğine işaret etmektedir.

Elbette ki, referandum atmosferi biz emekçiler açısından önemli olanaklar sunmaktadır. Fakat bu atmosfer, ancak, direniş mevzilerimizi yaratabildiğimizde ve bu direnişleri toplumsal muhalefetle buluşturabildiğimizde biz emekçiler açısından anlamlı olabilir. Toplumsal muhalefetin sokaklara indirilemediği ve AKP’nin devletin dümenini elinde tuttuğu koşullar altında gerçekleştirilen bir referandumda ‘hayır’ çıkacağı sarhoşluğuna kapılmak büyük bir yanılgı olduğu gibi, ‘hayır’ çıkmasının da OHAL düzenini ve dolayısıyla onun sonuçlarını ortadan kaldıracağına inanmak da saflıktan başka bir şey değildir. Sorun sandıktan ne çıkacağı sorunu değil, AKP’nin tek adam diktatörlüğüne karşı milyonların örgütlü tepkisinin açığa çıkartılıp çıkartılamayacağı sorunudur. İşte tam da bu nedenle, KESK ve bağlı sendikaların, kıyımlar üzerinden yaygın direnişler örgütlemeye yönelmesi referandum sürecinin tek anlamlı tutumu olacaktır.

İhraç edilen emekçi kardeşlerimiz;

Daha fazla zaman kaybetmeye, beklemeye, sendika bürokratlarının oyalamalarına kanmaya artık bir son vermeliyiz. Hiç tereddüt etmeksizin direniş kararlılığımızı ortaya koymalı, bulunduğumuz kentlerde yeni direniş mevzileri yaratmalıyız.

Bilmeliyiz ki, sendika bürokratlarının ‘üyelerimizle dayanışma’ adı altında, ekonomik yardımla sınırlı ‘dayanışma gösterisi’ koca bir tuzaktır. Sendika bürokratları elinde ‘sus payı’na dönüştürülen bu maddi dayanışmanın sürdürülebilme olanakları, her yeni kararname ile tükenmektedir. Kısa bir süre sonra ‘ekonomik gücümüz kalmadı’ denilerek, bu dayanışmaların azaltılması veya kesilmesi işten bile değildir. Kaldı ki, yaygın direnişlerle kıyımların önüne geçemezsek, maddi dayanışmayı örgütleyebilecek bir sendika da kalmayacaktır elimizde.

En başından beri dayanışmayı “para yardımı” olarak gören anlayışlarla mücadele ediyor, sendikaları direniş kararları almaya ve direnişlerin yükünü omuzlayan emekçilerle dayanışmaya çağırıyoruz. Kimi çevreler bizim çağrımıza, bunun, “üyeyi mağdur etmek” anlamına geleceğini ileri sürerek, sahte bir hümanizmle harmanlanmış “üyeye sahip çıkma” gibi bir söylemle bugüne kadar karşı çıktılar. Özellikle de Eğitim Sen’de “sendika maaş veriyor” algısı yarattılar ve niyet ne olursa olsun, böylece, para yardımını sus payına dönüştürdüler ve emekçileri direnişlerden uzak tuttular. Bu tutumlarıyla da en büyük mağduriyeti yaşattılar, emekçilerin iş hakkı için mücadelede buluşmalarının önüne geçmiş oldular. Şurası açık ki, dayanışmayı sürdürülebilir kılmanın, direnişler yaratmak ve bu direnişlerle dayanışmayı toplumsal bir eksende örgütlemekten başka bir yolu da yoktur.

Kamu emekçileri;

Bugün yaşanan kıyımlar, yalnızca kıyıma uğrayan emekçileri değil, tüm kamu emekçilerini hedeflemektedir. Yüz binlercemiz ihraç edileceğimiz günü beklemekte, adım adım kısmi iş güvencemiz de ortadan kaldırılmaktadır. Eğer kıyımların önüne geçemezsek, çok değil üç beş ay sonra, 657 sayılı Kanun’un iş güvencesine ilişkin hükümleri ortadan kaldırılacak, kamu hizmet kurumları kuralsız çalışma merkezleri haline gelecek. Bu nedenledir ki, işten atılmış olalım veya olmayalım, mücadeleyi büyütmeli ve direnen emekçilerle buluşmalıyız.

KESK ve bağlı sendikaları bir kez daha ülkenin dört bir yanında direniş mevzileri açmaya; ihraç edilen emekçiler başta olmak üzere tüm ilerici-öncü kamu emekçilerini, her geçen gün yenileri eklenen direnişleri yaygınlaştırmaya ve direniş mevzilerini güçlendirmeye çağırıyoruz.

Kamu Çalışanları Birliği
9 Şubat 2017