Türkiye işçi sınıfı, ülkede kapitalizmin gelişmesiyle birlikte güçlü bir şekilde mücadele sahnesine çıkmaya başlamıştır. Saraçhane mitingi ve grev hakkını fiili grevle kazanan Kavel işçilerinin mücadelesi bunun önemli kilometre taşlarıdır. Keza işçi sınıfının 1970’te örgütlülüğüne sahip çıkmak uğruna burjuvaziyi titrettiği 15-16 Haziran direnişi ve görkemli ’77 Taksim 1 Mayıs’ı da tarihe kaydedilen dönemeçlerdir.
Tarihten öğrenen burjuvazi, her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de işçi sınıfının kazanımlarına saldırmakta, fırsatını bulduğu her durumda sınıfı ezmeye çalışmaktadır. Çünkü sömürü düzenini savaşlarla, yıkımlarla, açlıkla ayakta tutmaya çalışan burjuvazi, kendi mezar kazıcısı olduğunu bildiği işçi sınıfının örgütlenmesinden hep korkmuş ve gardını ona göre almıştır.
12 Eylül karanlığı
Kapitalistler tarafından işçi sınıfının kazanımlarını ezmek ve örgütlülüğünü dağıtmak için gündeme getirilen 12 Eylül askeri faşist darbesi, tam da bu gerçeğin bir yansımasıdır. 12 Eylül sayesinde sermaye devleti, karşısında yer alan tüm muhalifleri susturmanın yanı sıra sınıfa yönelik saldırılarını kolayca hayata geçirmiştir.
12 Eylül darbesi en başta sınıf mücadelesine bir saldırıydı. Darbenin ardından DİSK kapatıldı, grevler yasaklandı ve toplu iş sözleşmeleri Yüksek Hakem Kurulu’nun insafına terk edildi. İkramiyeler sınırlandırıldı, kıdem tazminatına tavan ücret sınırı getirildi. 1983 yılında sendikal yasalar çıkarıldığında ise işçi sınıfının kaybettiği hakları geri alabilmesinin önüne onlarca engel konuldu. Hak grevi yasaklandı. Yasal olarak tanınan ekonomik grev hakkı ise sınırlama ve kısıtlamalarla neredeyse boş bir silah haline dönüştürüldü. Yasa yetmedi, tüzük ve yönetmeliklerle grev alanına asılacak pankarttan barınılacak çadıra ve çalınacak davula kadar her şey, ince ince yasak ve sınırlamalara tabi tutuldu.
1986 Netaş Grevi: Tarih işçi sınıfına yol gösteriyor
1986 yılında, örgütsüzlüğün ve korku imparatorluğunun hakim olduğu bir dönemde gerçekleşen Netaş Grevi, işçi sınıfının tarihine altın harflerle yazılan bir direniştir.
Netaş fabrikası, İstanbul-Ümraniye’de, %49’u Kanada sermayeli Nordhern Electric ve %51’i PTT’ye ait bir ortaklıkla, 1969 yılında üretime başlamıştı. Telefon ve telefon santralleri üreten Netaş’ta yönetim, o dönemde “işyeri sendikası” olarak bilinen, tek işyerinde örgütlü olan Tek Met-İş sendikasını kurdu. Genel başkanlığını polis emeklisi Muzaffer Gökçeoğlu’nun yaptığı bu sendika, patronların ihtiyaç duyulduğunda bir telefon ile işleri istedikleri gibi halletmelerinin aracı olarak düşünülmüştü.
Tek Met-İş’in ömrü, iki kere üst üste 3 yıllık sözleşme yapana kadar sürdü. O dönemde diğer sendikalar 2 yıllık sözleşme yaparken Tek Met-İş’in yeni bir 3 yıllık sözleşme öne sürmesi, işçiler için bardağı taşıran son damla olmuştu. Tek Met-İş’ten istifa edenler ertesi gün DİSK/Maden-İş üyesi olarak fabrikaya dönüyorlardı. Netaş işçisinin patron ile ilk büyük karşı karşıya gelişi bu sendika değişikliği üzerinden olmuştu. Dört öncü işçinin de bulunduğu on yedi işçinin atılması ile 35 günlük bir direniş başladı. Nordhern Electric’te Kanadalı sınıf kardeşlerinin “24 bin işçi 24 saat dayanışma grevi” diyerek başlattıkları grevin basıncı ile Netaş patronu işçilerin sendika seçimlerini kabul etti ve işten atılanlar geri aldı. Bu direniş ve kazanım Netaş işçileri için bir moral üstünlük sağladı.
Ortaya koydukları pratikle öğrenerek yollarına devam eden Netaş işçileri, 12 Eylül darbesiyle Maden-İş sendikası kapandığı için Bağımsız Otomobil-İş sendikasına geçiş yaptılar. 12 Eylül rüzgarına kapılan patron, toplu iş sözleşmesini uzatmakta, işçilerin taleplerini görmemezlikten gelmekte ve önceden verdiği hakları da geri almaya çalışmaktaydı.
Netaş patronuna ve zorbalıkla işçileri hareketsiz bırakan sermaye devletine en iyi cevap Netaş işçilerinden geldi. Yasakları tanımayan işçiler, toplu sözleşme maddelerindeki anlaşmazlık nedeniyle 18 Kasım 1986’da greve başladılar. 3 bin 150 işçiyi kapsayan grev 93 gün sürdü. Grev, Ümraniye’deki ana fabrikanın yanı sıra diğer şehirlerdeki montaj tesislerinde çalışan işçileri de kapsadı. Tabanda örgütlenen Netaş işçileri, 88 maddelik taslak hazırladılar. Mücadele kararlığı ve coşkusuyla sadece ücrette değil, sosyal haklarda da kazanım elde ettiler. Örneğin 12 Eylül yasalarındaki 4 ikramiye sınırlandırmasını aşıp, kendi fabrikalarında ikramiye sayısını 6’ya çıkardılar.
Karanlığı yırtan Netaş grevi, işçi hareketinin üzerindeki ölü toprağı atan bir silkinme oldu. Hareket ‘89 bahar eylemlilikleriyle taçlanarak ilerledi.
Netaş grevinden öğrenmek
2019 yılındayız. 12 Eylül ürünü olan AKP karanlığı işçi sınıfına nefes aldırmıyor. En insani talepler uğruna mücadele etmeyi bile terörist yaftası için yeterli bulan iktidar, işçi sınıfını kuru ücrete mahkum ediyor. İşsizlik, yoksulluk, kölece çalışma koşulları işçi sınıfının halihazırdaki tablosunu oluşturuyor.
“Milli güvenliği tehdit ettiği” gerekçesiyle TİS süreçlerinde grevlerin yasaklanması, hakları gasp edilen işçilere polis sopası gösterilmesi, sendikalaşmanın önüne geçilmesi vb. saldırılar, işçi sınıfının örgütsüzlüğünden ve dağınık tablosundan güç alıyor. Bu sayede sermaye düzeni ve devleti, sendikal bürokrasiyle işçi sınıfını denetim altında tutabiliyor, kirli çıkarları uğruna güttüğü savaş politikalarına yedekleyip, şovenizm zehriyle sersemletebiliyor. İşsizlik ve yoksulluktan kaynaklı çıkış yolu bulamayan işçileri ise intihara sürüklüyor.
Sermaye sınıfının ayakta kalmasını sağlayan bir diğer özelliği de her deneyimi ve birikimi sınıfsal hafızasına kaydetmesidir. Deneyimlerinden ve tarihsel birikimlerinden öğrenmek işçi sınıfı için çok daha yaşamsal önemdedir. İşçi sınıfının içine hapsedildiği bu ağır sömürü koşullarından kurtulmasının yolu öncelikle örgütlenmekten ve mücadeleden, başarılı bir örgütlenme ve mücadelenin yolu ise sınıf mücadelesi deneyimlerinden öğrenmekten geçiyor. Yeni 15-16 Haziranlar, Netaşlar, Greifler işçi sınıfını bekliyor.
N. Kaya