İnsanlık tarihinden sınıf mücadelelerini çıkardığımızda geriye pek bir şey kalmaz. Sınıf mücadeleleri, insanlık tarihinin ve başlı başına tarih disiplinin oluşumunda tayin edici bir öneme sahiptir. Tarih bu anlamıyla, iki kampa ayrılmış sınıfların bir mücadele alanı olduğu gibi, ortaya çıkardığı tarihsel olgular üzerinden de bir “a priori” belirlenim olarak niceliğe etki etmiştir. Bu dinamik ilişki, tarihi, mekanik bir kuruluktan çıkartıp organik bir yapı haline getirir. Bir dip dalga olarak ortaya çıkan işçi sınıfının tarih sahnesindeki varlığı, bu sınıfın niteliğini de hesaba kattığımızda, tarihte birçok alt-üst oluşun da failini yaratır. Bu açıdan işçi sınıfının tarihsel bağlamda bir momenti ve hafızası oluşur. Bu hafızanın son dönemlerde yaşanan hak kayıplarına karşı neler yapılacağı noktasında sürekli yoklanması gerekir.
İstanbul havaalanı inşaatında yaşananlar, TİS sürecinde “milli güvenliği tehdit ettiği” gerekçesiyle grevleri yasaklanan işçiler, hükümetin yap-işlet-devret kapsamında devralınan projelerde kaybolan işçi hayatları… Tüm bunlar ve daha nicesi bu hafızaya ulanarak katılır. Tarihin öznelerinin bu hafızada kötürüm bir rol almaları kuşkusuz onların geri bilince sahip olmalarının ve örgütsüzlüğün neticesidir. Ancak bu karanlık tabloyu dağıtacak olan ışığı da yine işçi sınıfı kendi tarihinde aramalıdır.
Örgütsüzlüğün ve korku imparatorluğunun hakim olduğu bir dönemde, işçi sınıfı kendi tarihine altın harflerle bir direniş yazmıştı: Netaş Grevi. 1986 yılında yaşanan bu görkemli grev, direnişin öznelerinden biri olan Nazım Alpman (darbe öncesi Netaş’ın baş temsilcisi) tarafından kitaplaştırıldı ve Ekim 2018’de “işçiler okusun diye” yayınlandı. Bu kitap bugün haksızlığa, yoğun sömürüye, sendika düşmanlığına ve geleceksizleştirmeye uğrayan Netaş işçilerinin 1986’da sermayeye, sarı sendikalara ve devlete vermiş olduğu ileri bir cevap niteliğindedir. Darbe döneminin sonrasında “bu zamana kadar siz güldünüz gülme sırası bizde” diyen patronlara, onların kalem tutan temsilcilerine verilen uzun soluklu bir direniştir.
Bugünkü karanlık tablo tanıdık. İşçi sınıfımızın tam da bu tabloya karşı çemberi dağıtacak deneyimleri var. Nazım Alpman’ın “Emeğin Şövalyeleri” ile anlatmış olduğu Netaş deneyimi bunlardan biridir.
Emeğin şövalyelerinden öğrenmek
Seksen öncesi kuşağı yaşamış, bugün bunu bir kitap ile anlatma gayesi taşıyıp bir kitap armağan eden birçok yazarda hakim bir devrimci romantizm görülür. Bir kahraman vardır ve her şey onun hissettiği ve gördüğü ölçüdedir. Bu kitapta ise özne Netaş işçileri olduğu için çok da yazarın serüvenine alan açan bir içerik oluşmuyor.
1967 yılında kurulan söz konusu fabrika 1969 yılında yüzde 49’u Kanada sermayeli Nordhern Electric ve yüzde 51 PTT ortaklığıyla üretime başlamıştı. Telefon ve telefon santralleri üreten Netaş’ta yönetim, o dönemde “işyeri sendikası” olarak bilinen tek işyerinde örgütlü olan Tek Met-İş sendikasını kurdu. Genel başkanlığını polis emeklisi Muzaffer Gökçeoğlu’nun yaptığı bu sendika, patronların ihtiyaç duyulduğunda bir telefon ile işleri istedikleri gibi halletmelerinin aracı olarak düşünülmüştü. Ancak bu sendikanın ömrü iki kere üst üste 3 yıllık sözleşme yapana kadar sürdü. O dönemde diğer sendikalar 2 yıllık sözleşme yaparken Tek Met-İş’in yeni bir 3 yıllık sözleşme öne sürmesi işçiler için bardağı taşıran son damla olmuştu. Bundan sonra Tek Met-İş’ten istifa edenler ertesi gün DİSK/Maden İş üyesi olarak fabrikaya dönüyorlardı.
Netaş işçisinin işveren ile ilk büyük karşı karşıya gelişi bu sendika değişikliği üzerinden olmuştu. Dört öncü işçinin de bulunduğu on yedi işçinin atılması ile 35 günlük bir direniş başlamıştı. İşveren arabulucu marifetiyle iki sendikadan da vazgeçmeleri halinde kendilerine bin lira zam (o dönemde maaşları altı yüz lira) yapılacağını belirtiyor. Ancak Netaş işçileri direnişten vazgeçmiyorlar ve Kanadalı işçi kardeşlerinin Nordhern Electric’te “24 bin işçi 24 saat dayanışma grevi” diyerek başlattıkları grevin basıncı ile Netaş işvereni işçilerin sendika seçimlerini kabul ediyor ve işten atılanlar geri alınıyor. Bu direniş ve kazanım Netaş işçileri için bir moral üstünlük sağlıyor.
Netaş işçileri 1976 yılından itibaren Maden-İş’te sendika seminerlerine katılıp ünite temsilcileri ile taban inisiyatifini güçlendirmeye çalışıyorlar. Maden-İş o dönemde var olan sendikalar içerisinde görece daha ileride hareket ediyor. Bu durumu, okurun sabrına sığınarak, kitaptan bir alıntıyla Maden-İş Eğitim Sekreteri Süleyman Üstün’ün sözleri ile aktaralım: “Urfa’da ki Balıklı Göl’ün balıkları kutsal olduğu için tutulması dinen yasaktır. O yüzden balık popülasyonu çok fazladır. Bu balıklar hantallıkları yüzünden hiç kıpırdayamaz hale geliyorlar. Balıkları kurtarmak için çeşitli çalışmalar yapılıyor. Sonunda Balıklı Göl’e kaya balıkları atılıyor. Yeni misafirler o kadar hareketli ki, hantallaşmış olanları da harekete geçirmeyi başarıyorlar. Böylece Balıklı Göl’ün balıkları hareketsiz yaşam yüzünden ölmekten kurtuluyorlar… Maden İş, işçi sınıfının kaya balığıdır.” (Nazım Alpman, Emeğin Şövalyeleri, s.24, A7 Kitap.) Bu erken tespit, bir on yıl sonra, dönem göz önüne alındığında Netaş işçilerinin işçi sınıfının kaya balığı olarak ortaya çıkmasıyla bir bakıma teyit olmuştur.
Netaş işçilerinin örgütlülüğü Netaş patronunun işçilerin taleplerini tıpış tıpış kabul etmelerini sağlıyordu. Öyle ki sözleşmede belirtilen gıda çeklerinde verilecek ürünlerin ismi değiştirilecekse bile bu işçilere sorularak değiştiriliyordu. 1980 darbesine kadar geçen sürede Netaş deneyimi işçi demokrasisinin yarattığı öğreticilik ve pratiğin işçilere sağladığı güvenin önemini göstermişti. Bu cüretle sıkılı bir yumruk gibi hareket ediyorlardı.
12 Eylül ve sonrası
12 Eylül öncesi dönem Netaş işçilerinin Maden-İş ile birlikte öğrendikleri, aynı zamanda birliklerini güçlendirdikleri bir dönemdi. Patrona karşı bir şey elde edilecekse minnet ve yakarış ile değil, birliklerinin gücü ile elde edebileceklerini çok iyi kavramışlardı.
Turgut Özal ve Süleyman Demirel, biri müsteşar biri başbakan iki kafadar dünya kapitalizminin içinde yaşadığı tıkanıklığa Türkiye üzerinden neo-liberal çözüm kanalları açmak üzere meşhur 24 Ocak kararlarını ilan ettiler. Bu kararlar, sermaye sınıfının siyasal temsilcileri tarafından işçi sınıfına karşı açılmış en hararetli savaştı. Nitekim ağır bir zam furyası ile emekçilerin hayatına yansıtıldı. Netaş işçileri bu saldırıya kendi fabrikaları ile sınırlı bir karşılık vermiş, bu saldırıyı Netaş kapitalistine karşı bir mücadele olarak ortaya koyabilmişlerdi. Ancak uygulanabilir bir neo-liberal dönüşüm için sermaye “gül bahçesi” istiyordu. Nitekim 12 Eylül askeri darbesi sermayenin beklediği gülistanı kendilerine sunmuş oldu.
Darbe ile birlikte 1477 sanıklı ünlü DİSK davası görülür. Maden-İş’li yöneticilerini de kapsayan davada 50 idam istenmektedir. Netaş işçileri bağımsız sendika Otomobil-İş’e geçerler. Bu sendika ile birlikte türlü ayak oyunlarına, sendikal bürokrasiye vb. hepsine tanık olurlar. Maden-İş’e geçmek için ortaya koydukları direnişten bu tarafa kendi taban örgütlülüklerini her gün daha güçlendiren, taban inisiyatifine bağlı karar alan Netaş işçileri koltuk oyunlarını burada görmüşlerdir. Son sözleşmeleri 1978-1980 arasında yapılan Netaş işçileri darbe sonrasındaki ilk sözleşmelerini Yüksek Hakem Kurulu tarafından birçok hakları budanmış olarak yapıyorlar.
Netaş grevi başlıyor
Askeri darbenin sermaye sınıfında yarattığı moral güç her alanda kendisini iyiden iyiye hissettirmektedir. Netaş işçilerinin örgütlülüğü karşısında kedi olan Netaş genel müdürü bile kendisini kaplan gibi görmeye başlamıştır. Toplumsal muhalefet paralize edilmiş, her türlü direniş unsuru ezilmeye çalışılmaktadır.
Bu koşullarda toplu iş sözleşmesine çıkabilmek için devletin “yetki” bahanesi kullanılmış, Netaş’ın sözleşme süreci uzatılmıştı. Netaş işçileri toplantılar yapıp taleplerini belirtiyor ve bu talepleri Netaş yönetimine de iletiyorlardı. Ancak 12 Eylül rüzgarını arkasına alan Netaş patronu önceden verdiği hakları da geri almayı düşünüyor, bir anlaşma noktasına yanaşmıyordu. Bu durum Netaş işçileri arasında bir grev hazırlığını biliyordu.
Sonunda tarih Netaş işçilerini greve çağırdı. Yasalarla grev hakları adeta yasaklanan işçileri maceracılıkla suçlayan birçok kesim çıktı. İşçilere güvensizliğin muazzam örneklerini çeşitli çevrelerden dinlemiş oldu Netaş işçileri. Hatta dönemin Türk Metal Başkanı Mustafa Özbek “bu yasalarla grev yapmak enayiliktir” diyebilmişti. Birçok işçi temsilcisinin ve sendikaların göze alamadığını Netaş işçileri cüretle yükseltiyordu. Aynı cüreti Amerikalı işçi kardeşleri bir asır öncesinde, 1869’da 8 saatlik işgünü talebi üzerinden, kendilerini ‘Emek Şövalyeleri’ olarak tanıtarak göstermişlerdi.
Netaş grevi dar anlamda bir ekonomik hak alma mücadelesinden çıkıp sınıf mücadelesinin 12 Eylül’den sonra en açıktan seyreden veçhesini oluşturmuştur. 93 gün süren bu mücadele Netaş işçilerinin zaferi ile sonuçlanmış, Netaş patronunun grev öncesindeki umursamazlıkları telaşa dönmüş, 93 günü bulan fabrika işgali yaşanmıştır. 12 Eylül sonrasında moral erozyonuna uğrayan işçi sınıfı ve çeşitli sendikalar Netaş ile umutlanmış ve kendileri için bir hareket kaynağı yaratmışlardır. İşçiler sınıf mücadelesi tarihimize aşılması gereken yeni bir sınırı da koymuşlardır.
Sonuç yerine
12 Eylül darbesinin yaratmak istediği sermaye refahı bugüne gelene kadar tüm sermaye partileri tarafından titizlikle gözetildi. 1970’lerden itibaren ısıtılan, adına “refah devleti” dedikleri zoka, emekçiler için günden güne derinleşen sefaletin karşılığı oldu. Bugün de aynı kriz dönemlerinde sermaye sınıfı hemen kriz tamtamlarını çalıp “sermayenin refahını” garantiye almaya çalışıyor. Sermaye adına iktidarda olanlar krizin faturalarını emekçilere yükleyip, sefalet koşullarında patronların gemilerini yürütmek istiyorlar. İnşaat işçilerinin taleplerine tutuklama ile saldırıp, en ufak hak arama eylemlerini polis terörü ile savuşturuyorlar. 12 Eylül’de üniformalı korku rejimi bugün kendisini sivil surette gösteriyor, azgınlıkta o günlerle yarışıyor.
İşçi sınıfı bu döneme dair ablukanın nasıl dağıtılacağının cevabını vermiştir. Fiili meşru mücadele yolunu tutarak, sendikalarından işçi kurumlarına kadar hakim bir güvensizlik havasında kendi birliğine güvenen işçiler kazanmanın da yolunu göstermişlerdir. Bugün krizin faturasını bizlere ödetmek isteyen sermaye partisine karşı vereceğimiz cevap tam da buradan, fiili meşru mücadele yolundan doğmaktadır.
Netaş bize öğrettirmiştir ki işçiler örgütlü, kararlı ve bilinçli olursa en karanlık tablodan bile zafer çıkabilmektedir. Kavel’in açtığı yol Netaş’a ilham olmuştur, Netaş’ın cüreti Greif’i yaratabilmiştir. İşçi sınıfının hafızası birikerek ilerler. Sınıf kendi tarihinin hafızasını zorladığında ise Greif’i de aşar. Bu sefer de aşılmayı bekleyen bir diğer sınırı yaratır. Ve tüm bu olan bitenler Lenin’in o veciz sözünü ispatlar:
“İşçi sınıfı ya örgütsüzdür hiçbir şeydir ya da örgütlüdür ve her şeydir!”