‘Evet, biz işçiler... kaldırılamaz bir baskı ve acılarla dolu bir yaşam sürdürüyoruz. Bizim kuşağın karşı karşıya oldukları güçlükler, babalarımızın çektiklerinden daha da zordur. Ama bir yönden, biz, babalarımızdan daha şanslı sayılırız. Biz dövüşmeyi öğrenmeye başladık ve hızla öğreniyoruz, hem de en iyisini. Babalarımızın yaptığı gibi, birey olarak dövüşmek değil, ... burjuva lafebelerinin sloganları için değil, kendi sloganlarımız için, sınıfımızın sloganları için dövüşmeyi öğrendik. Babalarımızdan daha iyi dövüşüyoruz. Çocuklarımız bizden daha iyi dövüşecekler ve zafer onların olacaktır.’ (İşçi Sınıfı ve Yeni Maltusçuluk - Lenin)
Türkiye’de kapitalizm ‘50’li yıllardan itibaren dünya ölçeğindeki gelişmelere de bağlı olarak güçlenmeye başladı. Kapitalizmin ‘50’li yıllarda başlayan gelişmişliği ‘60’lı yıllarda sıçrama noktasına ulaştı. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan güçlü bir şekilde çıkan ABD emperyalizmi, ekonomisi ve politikasıyla Türkiye’ye hızlı bir akış sağladı. Kapitalizmin güçlendiği aşama, aynı zamanda işçi sınıfı hareketinin de açığa çıktığı ve güçlenme potansiyeli taşıdığı bir dönemeçti. Emperyalizmin ideologlarının da telkiniyle işçi sınıfı mücadelesini dizginlemek amaçlı Türk-İş kuruldu. Türk-İş sarı sendikal anlayışın en önemli isimlerindendir. Ancak işçi sınıfının mücadelesi gittikçe güçleniyordu.
‘60’lı yıllardan başlayan güçlü işçi eylemleri o döneme güçlü bir şekilde damgasını vurur. ‘61 yılında gerçekleşen büyük Saraçhane Mitingi ile dalga dalga yayılan süreç, ‘63 yılında Kavel fiili greviyle sürdü. ‘65’te Zonguldak ve Kozlu maden işçilerinin direnişi, ‘66’da Paşabahçe, ‘68’de Derby, ‘69’da Singer ve Demirdöküm işçilerinin direnişleri başta olmak üzere pek çok eylemle devam etti. İşçi eylemleri ‘69-70 yıllarında zirvesine ulaştı. 15-16 Haziran şanlı işçi direnişi bu eylemlerin birikimi ve deneyimi üzerinden yükseldi. Sermayeyi en çok korkutan bir işçi direnişi olarak tarihte hak ettiği yeri aldı...
Türkiye işçi sınıfının mücadelesi açısından ‘80 sonrası önemli bir dönemeci işaretliyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile başlayan ve dünya ölçeğinde belirgin hale gelen tasfiyecilik en uç boyutlarıyla yaşanıyordu. İşçi sınıfının kazanmış olduğu tüm mevziler birer birer kaybedilmişti. ‘60’lı ve ‘70’li yıllara egemen iyimser havadan eser kalmamıştı. Zira o dönemler sınıf mücadeleleri tarihi açısından son derece önemli süreçlerdi. İşçi sınıfı kabına sığmıyordu.
Türkiye’de siyasal arenada ‘80 sonrası süreçte tasfiyecilik cereyanı bütün derinliği ile kendini gösteriyordu. Zira emperyalist merkezlerce burjuvaziye bir kurtuluş reçetesi olarak sunulan 24 Ocak Kararları’nın uygulanabilmesi için toplumsal muhalefetin tüm diri unsurlarının ezilmesi, moral olarak çöküntüye uğratılması gerekiyordu. Ordu devreye girdi ve 12 Eylül askeri faşist darbesi gerçekleştirildi. Cunta, işçi sınıfı ve emekçilerin üzerinden adeta bir silindir gibi geçti. Mücadeleyle kazanılmış tüm haklara el konuldu. Örgütlülükler dağıtıldı. Öncü işçi ve emekçiler ile devrimciler işkencelerden geçirildi. Öncüler zindanlara dolduruldu. Devrimciler ya işkencehanelerde ya da darağaçlarında katledildi. Tüm yasalar burjuvazinin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden şekillendirildi.
Tüm olumsuzluklara rağmen, ‘80 sonrası dönemde ilk hareketlenen yine işçi sınıfı oldu. Cunta tehdidi altında grevler gerçekleştiriliyordu. İlk grevler Tuzla tersanelerinde 1984 yılında Dok Gemi-İş Sendikası’nda örgütlü Yıldırım ve Desan tersaneleri tarafından gerçekleştirildi. 1985 yılında Nur Suni Deri’de kazanılan grev bu coğrafyada her şeye rağmen mücadelenin sürdüğünün kanıtıydı. 1986 yılında NETAŞ’ta başlayan grev, gerek kitlesellik, gerekse de nitelik anlamında 12 Eylül sonrası en önemli grevdir. Ümraniye’de Kurulu bulunan NETAŞ Fabrikası işçileri, 12 Eylül’de kapatılan Maden-İş Sendikası’ndan sonra açılan Otomobil-İş Sendikası’nda örgütlüydü. TİS sürecinin tıkanmasıyla beraber grev başlar. 3150 işçi 93 gün direnir.
Grev sürecinde163 grev gözcüsü vardı ve her gün en az 500 işçi aktif bir görev üstleniyordu. İşçiler 88 maddelik toplu sözleşme taslağını kendileri hazırlayarak NETAŞ sermayesine dayattılar. İstedikleri ücret artışını sağlayabildikleri gibi bazı sosyal hakları da kazanabildiler. Örneğin 12 Eylül yasalarında yer alan yıllık 4 ikramiye hakkını 6 ikramiyeye çıkardılar. Ayrıca işten atılan işçiye 3 maaş tutarında işsizlik parası ödenecekti. Disiplin kurullarında işçi ve patron eşit sayıda temsil edilecek, başkanlık dönüşümlü olacaktı.
Yıllar sonra bugün NETAŞ grevinden deneyimler çıkarmak ve pratikte yaşama geçirmek sorumluluğuyla yüz yüzeyiz. NETAŞ grevi, faşist 12 Eylül yasalarının işçi sınıfı tarafından tanınmadığını açıkça göstermiştir. Bugün de gördüğümüz üzere sendikaların döneme ilişkin havası “bu yasalarla grev olmaz” havasıdır. Bu anlayış NETAŞ grevcileri tarafından tuzla buz edilmiştir. Yasalara saplanmayan, fiili bir mücadele anlayışıyla hareket eden NETAŞ işçisi, sendikanın pasif çizgisini aşarak, yönetimi önüne katarak 93 gün boyunca gerçekleştirdiği grevle tarih sahnesindeki onurlu yerini almıştır. İşçi sınıfının taban iradesinin açığa çıktığı ve grevi başarıyla yönettiği gerçekliği tüm yönleriyle önümüzde durmakta, günümüz mücadelelerine esin kaynağı olmaktadır.
Görüldüğü üzere işçi sınıfı cuntanın karanlığına rağmen, inisiyatif kullanabiliyor ve başarılı olabiliyor. ‘80 sonrası mücadele cılız olmasına rağmen böylesi işçi grev ve direnişleri, gelişebilecek önemli sınıf hareketlerinin işaretidir. NETAŞ grevinin ardından 1987 yılında Kazlıçeşme Deri işçilerinin grevi de başarıyla sonuçlanmıştır. Tüm baskı ve tehditlere rağmen Bayrampaşa’da kitlesel bir miting yapılmış, patron masaya çekilmiş ve toplu sözleşme sürecinde %214 zam alınmıştır. Dahası toplu sözleşme taslağına “1 Mayıs’ın resmi tatil olması” maddesi de eklenmiştir. Sonrası ‘89 büyük bahar eylemleridir. Sınıf mücadelesi 12 Eylül sonrası yeniden boy vermeye başlamıştır. Bahar Eylemleri, ‘91 yılında kendini madenci yürüyüşüne bırakmıştır.
Kuşkusuz ‘60’lı yıllardan itibaren gelişip güçlenen sınıf hareketi, ‘80 faşist cuntasıyla sekteye uğrasa da kendi varlığını hep hissettirmiştir. Hissettirmeye de devam edecektir. Sınıf hareketi gerek sermayenin saldırılarını, gerek sarı sendikal anlayışı, gerekse de icazetçi-uzlaşmacı sendikal anlayışı aşarak tarih sahnesinde değiştirici bir güç olduğunu sayısız örnekle ortaya koymuştur. NETAŞ grevi de bu sürecin önemli bir parçası olarak tarihteki yerini almıştır.