“Güzel günler sana gelmez, sen onlara yürüyeceksin...”
Bu yıl asgari ücret ve ocak zamlarının belirlenmesinin ön günlerinde ekonomik ve siyasi kriz ortamını yaşıyoruz. Doların önü alınmaz yükselişi işçi ve emekçilere her gün, her şeye yeni zamlar olarak yansıyor. Yükselmeyen tek şey ise ücretlerimiz... En temel ihtiyaçlarımızdan kiralara, faturalara bu zam yağmuru ücretlerimizi kuşa çevirdi. Neyden kısacağımızı şaşırır olduk. Aylardır fabrikada, evde, mahallede, dost sohbetinde en çok konuştuğumuz şey geçinemediğimiz oldu. Hızla yoksullaşıyoruz ve bunun yanında işyerinde baskı, tehdit, iş yükü artmaya devam ediyor. İşsizlik korkusu patronlar tarafından fırsata çevriliyor...
İşçi sınıfı olarak sermayenin demir yumruğu haline gelen AKP-MHP iktidarı tarafından hem ekonomik hem de sosyal bir kuşatma altındayız. Hem yaşam ve çalışma koşullarımızın çekilmez hale gelmesi hem de düşünce ve örgütlenme özgürlüğümüzün ayaklar altına alınması sadece bir avuç sermayedarın karını koruyabilmek için, bu her yönüyle kokuşmuş kapitalist sistemin bekası için yapılıyor. Öfkemizi başka yollara kanalize etmek için devlet başkanları mahalle delikanlısı gibi büyükelçilere racon kesiyor, AKP-MHP iktidarının da parçası olduğu savaş yüzünden ülkemize yerleşen Suriyeli emekçiler ırkçı politikalarla hedef gösteriliyor. Oysa algı yönetimiyle işsizlik azalmıyor. Ücretlerimiz yükselmiyor ya da Demir-Çelik fabrikalarında, Gemi Söküm’de iş cinayetleri durmuyor. Çocuklarımızın eğitim sorunu, sağlık sisteminin çöküşü çözülemiyor..
“Aynı gemideyiz” diyerek fedakarlık istemelerine karnımız tok!
Patronlar kâr rekorları kırarken ve de onların iktidarı saraylarda lüks ve şatafat içerisinde yaşıyorken biz işçi ve emekçiler yoksullaşıyoruz. Ama bugün bu tabloyu yaratan tek taraf sermaye sınıfı değil. Onların iştahını kabartan, onursuzca baskıyı artıran, krizi sırtımızda koca bir yüke dönüştüren biz işçilerin sessizliğidir. Medyasından hukuk sistemine, işçi düşmanı söylemlerden, ırkçı ve ayrıştırıcı politikalarına, sadece işçi sınıfına özgü “şükret” telkinlerine kadar hazırladıkları bu ortam sadece sömürü sisteminin dönmesi için. Yandaş şirketlerin milyon dolarlık vergi borcunu silerken bizlerin faturasını ödeyemediği için elektriğini-doğal gazını kesenler işçiye “aynı gemideyiz” diyor, bizden fedakarlıklar isteniyor. Bir yandan da ana muhalefet partileri tüm sorunları iktidarın gidişine endeksleyip seçimlere yönlendiriyor. Sanki CHP’li sermayedarlar aynı eziyeti işçiye yapmıyormuşcasına, sanki onlar gelince patronları korumayacaklarmış gibi, ekonomiyi düzeltme kılıfıyla bizlerin sosyal haklarına saldırmayacaklarmış gibi yalan söylüyorlar…
Ancak bu yalanlara karnımız tok! Sessizliğimizden, hareket etmememizden güç alan sermaye sınıfına karşı artık dur demek gerekiyor. Kurtuluş ne seçimde ne de bir kurtarıcı beklemekte. Kurtuluş işçi sınıfının yani bizlerin ellerinde. İşyerlerimizde güvensizliği dayanışma ile kıralım. Umutsuzluğu çözüm odaklı tartışarak, elimizi taşın altına koyarak aşalım. Bizi ayrıştırmak isteyenlere inat birbirimize yaslanarak adım atalım. Her arkadaşımızın söz hakkının olduğu, yetki ve karar mercii olduğu işçi demokrasisini hayata geçirelim. Sınıf hareketini boğan sendika bürokratlarına ve onların işçiden taviz veren uzlaşmacı anlayışlarına tabandan birlik olarak bu düzeni değiştirebiliriz.
Asgari ücreti sefalet ücreti olmaktan çıkartmak bizim ellerimizde!
Yıllardan beridir sefalet ücreti olarak gördüğümüz asgari ücreti insanca yaşamaya yetecek bir düzeye getirmek parlamento seçimleriyle değil, birkaç kişinin kendini öne atmasıyla değil, sessizce izleyerek hiç değil, ancak ve ancak mücadele ile mümkün! Birçok fabrikada yapılan Ocak Zamları doğrudan asgari ücret zammı oranının bir kaç puan yukarısı ya da aşağısı ama bizzat bu oran baz alınarak yapılıyor. Sendikalı yerlerdeki sözleşme görüşmeleri dahi bu oran çerçevesinde tartışılmakta. Tüm sınıfımızı kesen asgari ücret gündemi için bugünden bir şeyler yapmanın yollarını aramalı, yan yana gelmeliyiz. İşçiyi temsil ettikleri iddiasıyla masaya oturan sendika bürokratlarının her yıl ayrı repliklerle aynı tiyatroyu oynamasını da ancak böyle engelleyebiliriz. Fabrikalarımızda büyük ya da küçük, atılacak her adım bir sonraki hareket için birikim olacaktır. Yemekhanede çatal-kaşık vurmak, dar ve geniş işçi toplantıları yapmak, her fırsatta “nasıl yapmalı”yı tartışmak, servislerden alkışlarla tepki protestoları gerçekleştirmek, iş yavaşlatmak, üretimden gelen gücümüzü gösteren en etkili eylem olan iş bırakmak gibi yöntemlere yaratıcı ve fabrikaya özgü eylem biçimleri ile sesimizi yükseltelim. İzmir’de siyasi kurumların, sendikaların çağrısı ile yapılacak kitlesel eylemlerde yerimizi alalım. Güzel günler bekleyene değil, ona yürüyenlerin olacak, işçilerin birliği sermayeyi yenecek!
Ege İşçi Birliği