Bugünün ve geleceğin ustası adına

“Eleştiri kökenini bunalımlardan alır ve bu bunalımları arttırır” diyen Brecht’in tiyatro anlayışı da emperyalist savaşların içinden, dönemin şiddetinden, gerçekliği görme/gösterme çabasından ama daha da önemlisi, var olana saldırarak bu gerçeği aşmaya, değiştirmeye yönelik çabadan ortaya çıkar.

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 14 Ağustos 2019
  • 11:32

Sınıf savaşımlarıyla şekillenen tarihte sömürücüler, egemenliklerini sürdürmek için her daim yalana başvurmuşlardır. Devrimci sınıf ise sömürüden kurtulabilmek için her daim gerçeğe ihtiyaç duyar. Bertolt Brecht, burjuvazinin egemenliğine yardım eden yalanları yıkmak için yaşamı, eylemi ve sanatsal pratiğiyle savaşım vermiş ve an’da dönemin egemen olan anlayışına, kurallarına, değerlerine karşı çıkıp aldatıcı görüşlerin ötesini görerek, değişen, gelişen ve olması gerekene yönelmiştir, gelişmekte olana...

Marksist dünya görüşünü benimseyen Bertolt Brecht, kendi sonuçlarını aşarak ilerleyen gerçeğin hareketinin izinden gitmiş ve geleceğin ellerine uzanabilmiş, bugüne ışık tutmayı başarabilmiştir. Ölümünün ardından geçen 63 yıla rağmen o bugünün ve geleceğin sanat ustasıdır.

Bertolt Brecht, benimsediği marksist felsefenin insanın nesnel koşulların ürünü olduğu anlayışında olduğu gibi, döneminin gelişen sınıf mücadelesinin, yükselen faşizm dalgasının ve Almanya’da zengin tiyatro ortamının bir ürünüdür.

Bertolt Brecht’in gençlik yıllarına denk gelen 1914’te Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı başlamış, dönemin güçlü Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) “vatan toprakları savunması” söylemleriyle bu kirli savaşta saf tutmuştur. Savaş karşısında SPD’nin sınıfa ihanet edip Alman burjuvazisinin peşinden gitmesi, öte taraftan 1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi ve Bolşevikler’in Almanya’da bir iç savaş beklentisi taşımaları, yani silahların burjuvaziye doğrultulmasına yönelik çabaları (ki Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht bu tutumun sahiplenicileri oldular) 1918’de Kasım Devrimi’ni koşulladı. Fakat bu ayaklanma Alman devleti tarafından kanla bastırıldı ve devrimin önderleri katledildi. Alman Kasım Devrimi’nin yenilgisine rağmen Rosa ve Karl’ların direnişi dönemin devrimcilerinde önemli etkiler bırakmıştır.

Savaşın sürdüğü 1917 yılında lisede öğrenim gören Bertolt Brecht, kirli savaşı meşrulaştırmaya yönelik yoğun propagandanın okullarında yaygınlaştığı bir süreçte “Anavatanı savunmak hoş ve onurludur” sözlerinin yalnızca boş kafalıların rağbet ettiği bir propaganda olduğunu dile getirir.

Dışarıda emperyalist savaş ve savaşın ağır yıkımı, içeride ise devrimci ayaklanmaların bastırılıp, devrimci öznelerin katledilmesi; Almanya’da savaşın sefaleti ve devrimin yenilgisini görmüş toplumun umutsuz bir kesimi vardır ve bunun sanat anlayışına yansıması gerçekçi görüşü yadsıyan dışavurumculuk olarak ortaya çıkar. Diğer taraftan dönemi sorgulayan ve yeniyi arayan bir anlayış olarak mücadeleci sanat anlayışı da bu aynı dönemden doğar. Kendinden önceki burjuva sanat anlayışı ve oyunlarını eleştiren, ilk olarak dışavurumculuktan etkilenen ve giderek marksizme, politik tiyatroya yönelen Bertolt Brecht, tiyatroda yeni bir anlayışın, epik, yani diyalektik tiyatronun temsilcilerinden olmuştur.

“Eleştiri kökenini bunalımlardan alır ve bu bunalımları arttırır” diyen Brecht’in tiyatro anlayışı da emperyalist savaşların içinden, dönemin şiddetinden, gerçekliği görme/gösterme çabasından ama daha da önemlisi, var olana saldırarak bu gerçeği aşmaya, değiştirmeye yönelik çabadan ortaya çıkar.

Epik tiyatroda da seyirciye toplumsal açıdan eleştiri yapma olanağı tanınır. Olağan içindeki olağanüstüyü gösterir ve seyirciyi uyandırmaya çalışır. Yaşanılan çağda sömürü olağandır, sıradandır. Sömürüyü hakim kılmak için olağanüstü bir çaba ortaya koyan burjuvaziye karşı koymak ve olağan hale gelen sömürüyü kanıksamamak gerekir. Hayatı değiştirmek için insanı değiştirmek gerekir ve bunu yapacak aynalardan biri de tiyatrodur. Brecht’in sanat anlayışı bunun üzerine şekillenir.

Rusya’daki Ekim Devrimi’nden ve devrimci sanattan etkilenen Almanya’da pek çok işçi tiyatrosu vardır. Fakat 1933’e gelindiğinde Alman Komünist Partisi üyesi binlerce ilerici-devrimci sanatçı toplama kamplarına gönderilir ve buralarda katledilir.

Alman polisi tarafından “tescilli bir komünist ve Alman Komünist Partisi adına yazan faal bir yazar” olarak adlandırılan Brecht, Almanya’yı terk etmek zorunda kalır. Fakat mücadeleden vazgeçmez, tiyatro salonları yerle bir olsa da liselerde, fabrikalarda gerçeğin hareketinin sürdüğü alanda Hitler’in faşist politikalarına karşı oynanacak oyunlar yazmaya devam eder.

Son olarak Brecht’in dizelerine kulak veriyoruz:

Hiçbir şey istediğim yok senden hayat.
Ama yine de ucuz olsun ekmek,
ve pahalı olsun insan hayatı.”

Böylesi bir dünya için savaşıma devam ediyoruz.

S. Gül