İşçi sınıfı, sanat ve Greif Direnişi*

İşçi sınıfının belleğinde direnişin kalıcılığı, kuşkusuz doğrudan sınıf kavgasındaki konumlanışla gerçekleşir. Sanat bunu kendi diliyle gerçekleştirmeye çalışır.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 01 Mart 2015
  • 09:02

İşçi sınıfının sanatının ya da dar anlamda edebiyatının yaratılması kendi başına bir sorun alanıdır. Nesnel zorluklar öznel yetersizlikleri tetiklediği gibi, o alandaki başarısızlık bir bahaneye de dönüşebilir; diğer yandan, öncelikler sıralamasında ötelemenin zorunlulukları da sıralanabilir.

Nesnel yönü ne olabilir bu alandaki yetersizliğin? Ayrıntılandırmak gerekmiyor ama genel geçer birkaç şey söylenebilir: Sınıf hareketinin düzeyi! Eğer işçi sınıfı kendi hareketliliği içerisinde “öncülerini” yaratabilir deniyorsa, canlı bir mücadele süreci, kısa vadede, “kendiliğinden”, kendi içinden sanatçılar çıkaramasa dahi, bunun maddi zeminin oluşturur; ya da başka bir ifadeyle “alımlayıcı”sını açık hale getirir. Bunu sadece pasif alımlayıcı olacakları anlamında söylemiyorum. Sanatsal üretime doğrudan, istekli bir şekilde katılımlarını da kapsayan...

İşçilerin çalışma koşulları ya da zamanlarının önemli bir kısmını fabrika ve işletmelerde geçirme zorunluluğu, sanatsal etkinliklere aktif katılımlarının en büyük engeli (mi?). Diğer yandan, iş yaşamı dışında kalan vakitlerini değerlendirmelerindeki öncelikleri. Kuşkusuz bunda burjuvazinin ideolojik hegemonyasının özel bir yeri var. Gerçekçi olmak gerekirse, mevcut koşullarda, işçilerin sanat etkinliklerinde aktif rol oynaması, sözle yada yazıyla ifade etmek kadar “kolay” başarılacak bir şey değil. İşçi sınıfının birçok alana dönük yaratıcılığı, ne yazık ki yaşam koşullarının zorlukları nedeniyle, ya açığa çıkmıyor yada var olanlar körelip gidiyor.

Diğer yandan politik öznenin öncelikleri ya da bu alana dönük yaklaşımları... Öncelikler sıralamasında öznenin, işçi sınıfının bu alana aktif katılımı konusunda ne düşündüğü? Bunun araçlarının yaratılması, planlanması? Öncelikler sorunu sadece bu katılımla ilgili değil. Daha doğrusu, dolayımlı oluşu nedeniyle öyle söylüyorum. Ama asıl mesele, “özneleri” buna hazır mı? Eğiticinin de eğitilmesi, ancak alana dönük pratik içinde gelişebilir. Kuşkusuz bakışıyla da ilgili yanı var bunun.

İşçi dernekleri, yayınlar üzerinden izlenebildiği kadarıyla çeşitli atölye çalışmaları yapıyor. Fakat bu çalışmalarını kurumsallaştırması gerekmektedir. Kendisini yıldönümleri, festivaller ve kimi etkinliklerle sınırlayan, üretimlerini yalnızca buralara sunan bir çalışma, çoğunlukla kendisini “tekrarlar.” Kurumsallaşma, amatör ruhla, profesyonel bir düzey yaratma sorunudur. Eğiticinin eğitimi de burada anlam kazanmaktadır.

Var olanla yetinilme; onu güdüleyecek, tetikleyecek, zorlayacak, ihtiyaç haline getirecek nesnel koşulların yetersizliğinden kaynaklanabileceği gibi “var olan yeterlidir” bakışı ve anlayışından da... Kalıcılık sürekli bir ilerleme sağlanabiliyorsa, kalıcılık hiçbir koşulda yetmemelidir. Bu bakış açısı, alana dönük profesyonelleşme çabasını zorunlu kılar. Kendisini yalnızca üretmeyen, çoğaltan, çekim merkezi haline getiren bir...

Sanatsal üretimin ve ürünlerin hedef kitleye ulaştırılmasında kuşkusuz sanatın “araçsal” bir yönü vardır. Ama bu durum bir “iş”e dönüştüğü vakit, yaratıcılığı da zedeleyebilir. Zorunluluk ve keyif alma iç içe geçmelidir.

İşçi sınıfının sanatı ya da edebiyatı olur mu? Bu tartışmalar Ekim Devrimi’nden hemen sonra, zafer boyunca sürmüş, farklı ekoller ortaya çıkmış. Proleter kültür tartışmaları... İşçi sınıfının bir sınıf olarak geçiciliği nedeniyle, sanatının ve edebiyatının olamayacağı... ‘30’lu yıllardaki tartışmalara ise girmek gereksiz. Yazının konusu da bu değil zaten.

İşçi sınıfının politik bilincinin geliştirilmesinde, sanat disiplininin kendi diliyle ve olanaklarıyla müdahalesi... Ama burada söylemek istenen, tümüyle sanatı gündelik, pratik ihtiyaçlara indirgemek değil. Böyle bir yanı kaçınılmaz olarak var. Fakat sanatsal yaratıların sabun köpüğü gibi, anlık ihtiyaçların doyumuyla ortadan kalkması değil, kalıcılığının sağlanmasıdır aslolan.

İşçi sınıfının estetik düzeyinin ve bilincinin geliştirilmesinin, “doğrudan” olmasa dahi, dolaylı yönden politikaya ilişkisi kuşkusuz var. Zaten her “araç”, kendine uygun bir dille müdahalede bulunur hayata.

Sanatsal yaratı ve bunun hedef kitleye taşınması tümüyle bir “iş” haline geldiğinde, bu alandaki öznelerin üretimlerinde de “darlaşma” eğilimi baş gösterir. Kalıcı, estetik düzeyi “yüksek” ürünler vermesini sağlar.

Bir öteleme ya da sanat alanına “üvey evlat” muamelesi gösterilmiyorsa eğer daha pratik bir alan üzerinden, asıl soruna gelmek istiyorum.

Uzun yıllardır sınıf çalışmasında deneyimlerin biriktirildiğinden kuşku yok. Grevler, direnişler yada bunların yaratılması için yapılan çalışmalar. Nihayetinde, sanırım “kalıcı” birikim açısından Greif’in yeri başka. Daha doğrusu, birikimin bir taçlanması. Buradaki direnişin kazanımla bitip bitmemesi “tali” bir sorun. Ayları bulan bir direniş ve işgal. Bu süreci hazırlayan çalışmalar, asıl öznelerin bu pratik sorun alanında kazandığı deneyim... Yani, iç içe geçmiş, pratik plandaki sorunların çözümüne dönük öncü işçilerin kendi gelişimleri.

Direniş ve işgal süreci “basında” haklı olarak sürekli değerlendirmelere tabi tutuldu. Sonrasında çeşitli etkinliklerle sınıfın “geniş” kesimlerine deneyimin aktarılması için çaba gösterildi.

Benim sorum şu: Bu “muazzam” deneyimin” hem de bizzat içerisinde ve tüm süreçlerinde olunan bir direnişin, işgalin sanat cephesinde ne yapıldı? Tiyatro oyunları yazıldı mı? Film senaryoları? Öyküleri? Romanları? (Böyle bir çabanın olup olmadığını bilmeden soruyorum.)

Derneklerde, sendikalarda, çeşitli kitle örgütlerinde bu direnişin anlatılması ne kadar gerekliyse, sanatın araçlarıyla aktarılması bir o kadar önemlidir. Hatta, daha “kılıcı” olma özelliği de vardır.

Bu fabrika komiteleri nasıl kuruldu? İşçiler nasıl yaklaştı? Günlük işbölümünün sorunları, işçilerin değişim süreçleri, kendilerini ifade etme biçimleri, dönüşümdeki zorlanmalar ve daha ayrıntılandırılacak birçok durumun sanata konu edilmesi. Mesela basında direnişin güncesi her hafta yayınlandı. “Bugün işçiler şuraya gitti.” İşte sanat, bu tek cümleyi tek tek işçi bireylerinde ete kemiğe büründürerek anlatabilmeli. Tek tek biriken öyküler, farklı pencerelerden bakan romanlar, kısa ve uzun metrajlı film senaryoları, tiyatro oyunları... Bu kuşkusuz doğrudan direnişi yaşan öznelerin yapabileceği birşey. Sanat üretimi konusunda zaman ya da ilgi eksikliği de olabilir. Fakat bu birikimleri atölye çalışmalarının konusu olabilmeli.

Greif çok somut bir örnek olduğu için söyledim. Mesele kuşkusuz orayla sınırlı değil. Tek tek, birçok fabrikaya dönük çalışmalar sanat alanına aktarılabilmeli.

İşçi sınıfının belleğinde direnişin kalıcılığı, kuşkusuz doğrudan sınıf kavgasındaki konumlanışla gerçekleşir. Sanat bunu kendi diliyle gerçekleştirmeye çalışır.

Haydar Demir

Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi

C12 / 02

Ankara

(* Yazının başlığı tarafımızca konulmuştur – Kızıl Bayrak)