Emperyalist kapitalist sistem, kendi temelleri üzerinde kan ve sömürü içinde yükselirken etrafında ne varsa girdabına katarak büyüyen bir hortum gibi toplumsal ilişkileri, kültür-sanatı, sosyal bilimleri, teknik-teknolojik ilerlemeyi yani kısacası insanlığın yüzyıllardır kendi hanesinde biriktirdiklerini de kendi doğası uğruna insafsızca kurban eder. Bilim ve sanatı bu birikimin iki öğesine indirgersek eğer, bu ikiliyi kapitalist sistemin hayatta kalabilmek adına devreye soktuğu birer silaha çevirdiğini söylemek yanlış olmaz. Kapitalist sistem kendi sınıfına hizmet edecek bilimi, sanatı, bunu uygulayacak sanatçıları, bilim insanlarını yaratır. Tarih boyunca insanlığa tattırdığı tüm acılara rağmen halen daha nefes alabiliyorsa bunu biraz da bu alandaki başarısına borçludur.
Kapitalist sistemin “değer” dediği...
Bunlardan biri geçtiğimiz haftalarda gündeme gelen “dışkı yemek işkence değildir” sözlerinin sahibi “Prof. Dr.” Celal Şengör. Basında bu sözler bir hayli tartışıldı, ders verdiği İstanbul Teknik Üniversitesi’nde odasının önüne bir kap dışkı bırakılması gibi çeşitli “eylemliliklere” de konu oldu. Yalnız sarf ettiği bu cümlenin, röportajın tamamına bakıldığında “sayın” profesörümüzün kirli beyninin türettiği düşüncelerin sonucunda varılan bir çıkarsama olduğu kolayca anlaşılır. Zira röportajın devamında cahillerin oy kullanmaması gerektiğini de vurgulayan ve otokrasi ile yönetilmeyi özleyen bu zatın, bu vurguları hiç tartışılmadı. Medya “haber değeri” olarak gördüğü “dışkı yemek işkence değildir” sözünü alıp öne çıkardı. Ancak görünenin arka planında yatan tablo; 12 Eylül faşist darbesinin destekleyicisi olduğunu, yaşadığımız topraklarda yediden yetmişe insanların adını nefretle andığı Kenan Evren'in bir nevi hayranı olduğunu ifade eden, Deniz Gezmiş gibi yiğit devrimcilerin adını “haydut” diye anan bu zatın böylesi bir cümleyi “bilimsel gerçekler” diyerek sarf etmiş olmasının ve ardında yine bu gerekçeyle savunmasının bilimin bir kez daha kapitalizmin ideolojisine kurban edildiği gerçeğidir.
Bu tabloyu tamamlayan ise yaptığı açıklamayla Ali Nesin oldu. Şengör'ün Amerikan Bilim Akademisi'nden atılması için başlatılan imza kampanyasına tepki gösteren Nesin, imza için kendisine gelen bir doktora öğrencisine “haddiniz değil” dediğini açıklayarak Şengör için “değerimizdir” dedi. Ve aslında belki de konuyu farkında olmadan medyatik tartışmalardan “bilimsel” tartışmalara getirdi. Elbette kendi durduğu yerden, kendi durduğu zeminden. Nesin, Şengör'ün kendi tabiri ile “gereksiz ve saçma sözleri” yüzünden Akademiden atılamayacağını ifade etti ve Şengör'ün bilimsel başarılarının uzun bir çetelesini kamuoyuna sunarak, onun ne denli “değerli” olduğunu da kendince kanıtlamış oldu. Tabloya attığı son fırça darbeleri ile Nesin, insanlığın değerleri ile kapitalist sistemin “değer”lerinin nasıl da apayrı şeyler olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Bunu yaparken de had bilmezlere “yedirtmem” ünlemini çağrıştırırcasına “ayar çekmeyi” de ihmal etmedi.
Bu ülkede 15 yaşında katledilen Berkin'i ve annesini yuhalatanları öven Yavuz Bingöl'ün “sanatsal başarıları” onun “değerini” nasıl ki yansıtmıyorsa, Şengör'ün “bilimsel başarıları” da onun “değerini” yansıtmamaktadır. Yansıyan yalnızca sanatçısından yazarına, bilim insanından siyasetçisine “unvan” sahibi zatlarımızın ruhlarını şeytana satmış olmaları, yani sistemin bekasına giden yolu düzlemeleridir.
Gerçek, özgür bir bilim için....
Nesin'in açıklamasında örnek olarak verdiği Şengör'e göre muhalif çizgide bulunan Orhan Pamuk ve Fazıl Say'ın da yaptıkları açıklamalardan ötürü “değer”lerinin kaybedilmemesi gerekliliği vurgusu da sınıflar üstü “sanatçı-bilim insanı” yanılsamasını doğurmaktadır. Ancak her ne kadar bu yanılsama yaratılmaya çalışılsa da sanatçı ya da bilim insanı sınıfsal konumları üzerinden toplumdaki yerlerini almaktadırlar. Ve bu sınıfsal konum üzerinden şekillenen siyasal bakışlarını topluma “ünvan”larının arkasından empoze etmektedirler. Burjuvalarımız bunu fütursuzca gazete sayfalarından, televizyon ekranlarından yaparken, proleter ideolojiye yakın, en azından salt var olan hükümete muhalif dahi olsa konumunu insanlıktan yana koyanlar ise yalnızca baskı görmüşlerdir. Bu basit gerçek bile sınıflar üstü bilim insanı-sanatçı olamayacağının kanıtıdır.
Bırakalım “profesör” unvanlı zatımız insanlık dışı açıklamalarını yapa dursun, kimileri de onu “bilimsel başarılar” uğruna savunsun. Bir diğer yandan muhalif sanat ve bilim tüm baskılar arasında boy atsın. İşçi sınıfı, devrimci sanatçımız Nazım'ın dediği gibi ağır ellerini toprağa basarak doğrulduğu anda, işte o anda bilim de, sanat da, değerler de yeni bir kapta şekillenecektir. Kartlar yeniden karılacak, insanlık “sanat” ve “bilimi” sınıfların olmadığı komünist toplumda özgürce üretecektir.
Z. Kaya