I
Direniş ateşinde tutuştu
sararan dalları Eylül’ün
Ve yaprakları yağdı geceye
Ekim’in kalbinde göveren
kızıl gülümün
Kuzguni yelelerini savurup da
o yağız atlar
süzüldüler dörtnala...
Geceydi
ve onlar
kara bir gecedeki
yıldızlar kadar çoktular
Gözleri
iki yürek
iki cenk
iki sevi...
Buruşan ruhunda zamanın
gün yüzlü çocuktular...
II
Bir civan yiğitti Habip
Yaşamın alnında uzayan
kalabalık bir çizgi
kararlı,
derin...
Ve cengaver bir proleter
köpüğünde
o şarabi düşlerin
Çakır gülüşü
Karakoçan göklerinden damıtılmış
ferah bir türkü
öylesine berrak,
coşkun,
sevecen...
Ekim’in saçlarında
kumral bir rüzgardı esen
Munzur eteklerinden
Ve özgürlük
saf,
tortusuz...
Parti’nin bayrağında
dalga dalga büyüyen
Tanıktır hücreler,
işkence tezgahları
Asla eğilmemişti başı
de ki, çelikten yoğrulmuştu gövdesi
Habip yoldaşın
Atıldı en öne
duvarlar
demir kapılar tanık
Kor çelikten bir ırmak gibi aktı
ateşinde kavganın
III
Her dem sevdalı
ve her an ayaklanmaya hazır
bir yorulmaz yürekti
Ümit yoldaşın yüreği
Sesinde yıldızlar terleyen
bir çatal yürek
zifiri mavi
Gözbebekleri
iki sıcak
iki güneş damlası
tanyerinin namlusuna sürülmüş
iki dal mermi...
Genç önderiydi Parti’nin
Kavganın güleç yüzlü militanı
Öfkesi
alnının altında
erimiş metalden bir okyanustu
ve bir yanardağın derinliklerinden gelirdi
kahkahaları
Aykırı çiçeklere benzerdi sonra
Kayanın yüzünde açan
inatçı
direngen
Bir top ateş dikeni kimi zaman
kimi zaman bir tutam çiğdem
ve en çok da
bir kızılca karanfildir o şimdi
zafer çelengini süsleyen
IV
Ankara’da uykular kıpır kıpır
Ankara’da
Spartaküs kışkırtıyor
rüyalarını uykuların
Ve yüreklerin tellerinde
kırılan parmakları dolaşıyor
Jara’nın
Ankara’da vakit gece yarısı
Ankara’da
Fuçik’in destanlaşan imgesi
kırıyor gecenin kilidini
Ve Robson’un şarkıları ayartıyor
kentin sessizliğini
Ankara’da sokaklar nefes nefese
Sağrıları ter içinde
kızıl atlılar geçiyor
sokaklarından Ankara’nın
Atlılar...
‘Atları rüzgar kanatlı’ atlıları
Nazım’ın
Ankara’da bir hayalet dolaşıyor
Yaşmakları kan oyalı anaların
puslu gözlerine
ışık üflüyor
yıldız tozlarından
Çiçeklerini suluyor
çoğul sevinçlerin(152)
Kızıl afişlerle donatıyor duvarları
Fabrika çıkışlarında
bildiri dağıtıyor işçilere
Gençliğin kanını tutuşturuyor
bir bakışıyla
Ekmek, gül ve hürriyet günlerini anlatıyor
otobüs duraklarında
insanlara
V
Neyi simgeliyor
sahneye düşen kırmızı ışık,
sinsice parlaması bir an
oyun boyunca duvarda asılı duran
kabzası yakut kakmalı bıçağın.
Birdenbire susuvermesi müziğin
ve karanlığın ağzında
derin bir mağara gibi
uzadıkça uzaması sessizliğin,
neyi anlatmaya çalışıyor?
Ya neyi haber veriyor
bu sirenler,
bu postallar,
telsiz sesleri,
ateş,
duman?
Ya bu kan?
Buruşturan kimdir
sevincini göklerin
Kimin kanlı elleridir
sabahın ak gerdanında
onursuzca dolanan?
Sorular
sorular...
Sorular
durgun sulara atılan
çakıl taşları
Kirpiklerin gölgesinde
mor halkalarla çoğalıyor
yanıtı soruların
Sorular duvarlara çarpıp geri dönüyor
kapısında Ulucanlar’ın
VI
Şafak söküyor
gökyüzünün gönderine çekilmiş
kızıl bir bayrak gibi
Saatler ileri alınıyor Ulucanlar’da
“İleri, hep ileri”
On’ların elleri kuruyor saatleri
Cesareti kamçılıyor rüzgar
Yoldaş merhabalarını taşıyor
barikatların
Şarkılarını söylüyor
omuz omuza savaşan
Komün’ün
İspanya’nın
Küba’nın
Duvarlarına Ulucanlar’ın(154)
-ki yıkılmaya mahkumdur onlar-
aydınlığı vuruyor şanlı Ekim’in
Ve koğuşlarında
çekik gözlerinde zafer parıltılarıyla
dolaşıyor Ulyanov yoldaş
“Buz kırılmıştır”
diyor
“Yol açılmıştır”
Herşey yeni Ekimler için!
Gün ağarıyor...
Ulucanlar’da
direnişi selamlıyor güneş
Hamburg’un
Liverpool’un
Viborg’un
ruhunu selamlıyor
Anısını selamlıyor
İbo’nun
Denizler’in
Kızıldere’nin
Ve bir kez daha
“Her şey devrim için”
diyor kavga dostları
“Her şey yeni Ekimler için”
“No passaran”
Bir şiirin en tutkulu dizelerinde akıyor
Ulucanlar’da zaman(155)
VII
On’lar on yeni ustası
devrime uzanan yolun
İnançla döşedikleri taşlar
mihenk taşları olacak
kavgamızın
Ve yüreğimizdeki umut
Sınırsız topraklara yol olan
ayak izleriyle çoğalacak
onların
On’lar on yeni yara göğsümüzde
Zaptettikleri şafak
zaferler takvimimizde
son yaprak
Acı içinde değil
gururla
kıskanarak
anımsayacağız yüzlerini
Ve seslerimize katıp gözlerini
aydınlık şarkılar söyleyeceğiz
yıldızlara bakarak
On’lar on yeni meşale ellerimizde
on yenilmez savaşçı
devrime adanmış on ömür
Yoldaşlarımız...
Adları;
Habip, Ümit
Adları;
Abuzer, Mahir, İsmet, Önder
Adları;
Halil, Aziz, Ahmet ve Zafer
Adlarını taşıyacak çocuklarımız
VIII
İncecik bir diken battı kalbimize
her ölüm haberinde
İçimizde usul usul kanadı
gülün kokusu
Kaldırıp başımızı
gözlerimizdeki uçurumlardan
baktık gökyüzüne
On yıldız yerinde yoktu
Taradık gecenin saçlarını
arasında kayıp yıldızları aradık
Her yıldız bir can
Göktaşları mıydı akan boşlukta
anaların göz yaşları mıydı
Gelinlerin ağıtları mıydı
kuşlar mıydı
güneye uçan
Eylül müydü
kirpiklerimize dolanan bulutlar mıydı hüzün
Yarım kalmış bir şiir miydi ay sondördün
Döktü yüzünü
kararan sularına ömrümüzün
Ömrümüz ki;
16 saattir kalkmamış
tezgah başından(157)
alnından damlayan ter
zehir gibi akıyor
kan kokan kadehlerine bezirganların
Ömrümüz ki;
çocuk gözlerinde uyku
tatili özlüyor
tornada
bakışında büyüyen çığlık
karabasan gibi çöküyor yarasaların uykusu kaçan gecelerine
Ömrümüz ki;
atölyede
nasırlı elleriyle
düşlerini çoğaltıyor
büyük sevincin,
fabrika bacalarından
gökyüzüne ağıyor kara bir duman gibi
sarayların üstüne
IX
Ömrümüz ki;
-her biri bir yıldızdı
karanlık aynasında gecenin-
devşirdik mendilimize suretlerini
Ve o mendil serilende güneşin sofrasına
gülümsedi cümle kainat
dinlendi yorulan kaslar(158)
açlık doydu
yoksulluk bitti
Ve o mendil serilende güneşin sofrasına
şarkılar söylendi
özgürlüğü yaşayan
acı sustu
kıvanç dillendi
Ve zamanın kızıl ötesi boyutunda
kızıl bayraklar dikilende
doruğuna en büyük aşkın,
başlayanda
büyük zaferlerin resmi geçidi
on yıldızlı bir sayfayı
tarihin uzun duvarına astı
mutluluğun resmini yapan eller
Ve o eller
göstererek duvarı
“İşte”
dediler
“Burada Ulucanlar’ın o kızıl yıldızları
Buradalar
Gökyüzünde aramayın onları”
Uzandık
Ateşin keşfinden
güneşin zaptına uzayan
o uzun duvara dokundu
parmaklarımız
Zafere on yıldız...
D. Can