Yoldaşların senin bıraktığın mirasa daha sıkı sarılacaklar!

Bir yerde konuşurken sen, Nazım Hikmet’in mısralarıyla şunları söylemiştin: “Gecelerinde aç yatılmayan ve gündüzlerinde sömürülmeyen bir dünya armağan ediyoruz.” Bundan böyle senin yoldaşların bu armağanını aynı onurla ve coşkuyla ileriye taşıyacaklar ve senin bıraktığın mirasa daha sıkı sarılarak devrim kavganı büyütecekler.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 13 Ekim 2018
  • 07:56

“Şimdi sen öldükten sonraki güzelliğindesin...” (Edip Cansever)

Ben ilk defa kavgayı ve ölümü bu kadar yakından izledim dün. Ölüm değildi gördüğüm aslında. Şairin dediği gibi, “Kavganın tüm güzelliğindeki” gürül gürül akan yaşamdı dün karşımızda duran.

Seni uğurladık dün... Kuşları bile ağlarken duydum sanki...

Biliyor musun, ben devrimcileri kahraman bilirdim. Almanya’da maden işçilerinin yaşadığı mahallede, her yıl memleketten getirdiğim romanlarda tanıdım önce Deniz’i ve ‘68 kuşağı devrimcilerini. Öyle güzel insanlar varmış dedim ve hayran oldum. Bu hayranlığım geçmişeydi sadece. Gelecekte ve o gün benim yetiştiğim yerlerde olabileceklerini hiç ama hiç düşünmedim.

Sonra Avrupa’da kendisine devrimciyim diyenleri tanıdım. Heyecanım çok kısa sürdü onları tanıyınca. Hiçbiri benim kahramanlarıma benzemiyordu. Söyledikleri ve yaptıkları arasında kocaman uçurumlar vardı. (Kuşkusuz benim tanımadığım emekçi ve onurlu devrimciler de vardı onların arasında, fakat ben tanık olamamıştım o istisna azınlığa.) Ve şaşkın şaşkın bakıp ürküyordum o çelişkiden. Giderek daha da erişilmez ve uzak kalıyordu devrim ve sosyalizm.

Sonra seninle ve partinle tanıştırdılar beni... O zaman anladım ki, her devrimci parti kendi insanını yaratırmış. Sen partinin, parti senin izdüşümünmüş meğer.

Seni en son ve en kısa tanıyanlardanım ben. Bu yüzden sana dair anlatacak çok anım yok, senden bahsedecek kadar çok şey paylaşamadık seninle. Sen yolunda koşar adım kendinden vazgeçerken, ben o yolun varlığına kaldırımdan şahit oldum. Üzerinde hep aynı ceket ve elinde hep aynı çanta... Bir de kırık dökük bir telefon... Ama mutluydun, umutluydun hep. Şimdi daha çok küçülüyor gözümde paraya pula değer verenler. Anladım seni, ama affet çok geç anladım...

Bana güzel insanı gösterdiğin için sana minnettarım. Sana büyük sözler verecek kadar aşamam haddimi, ama bil ki kalbimi kalbinin yanına koyarak inanıyorum tüm söylediklerine. İnanıyorum kavgana! Yaşamayı ölesiye seven SEN inanmışsan eğer, uğruna verdiğin mücadelede insanı bu kadar yüceltmişsen eğer, devrime inanmamak mümkün olamaz.

Şimdi seni ektikleri o toprağın üzerine, yıkmak için ömrünü adadığın kapitalizmin kirlettiği o bulutlardan yağmurlar yağacak. Buna rağmen sen toprağın altında yatan tüm yoldaşların gibi çiçekler açtıracaksın mezarında.

Biliyorum ki hiç üşümeyeceksin. Çünkü sen, yaktığınız devrim ateşiyle hem bizleri hem de kendini ısıtacaksın. Sımsıkı sarıldığın o kızıl bayrağın dalgalanırken, sana sıcak yeller esecek.

Bir yerde konuşurken sen, Nazım Hikmet’in mısralarıyla şunları söylemiştin: “Gecelerinde aç yatılmayan ve gündüzlerinde sömürülmeyen bir dünya armağan ediyoruz.” Bundan böyle senin yoldaşların bu armağanını aynı onurla ve coşkuyla ileriye taşıyacaklar ve senin bıraktığın mirasa daha sıkı sarılarak devrim kavganı büyütecekler. İnanıyorum! İnanıyorum, çünkü;

“Şimdi sen öldükten sonraki güzelliğindesin...”

G. Tanya