İstanbul Fatih’te bir aile kaldıkları evde öldürüldü. Kapıya içeride siyanür olduğuna dair bir uyarı yazısı yazdılar. Ölü bedenleri bulunduktan sonra BEDAŞ ise iki aydır ödenmeyen 607 liralık elektrik faturası nedeniyle kesime gelmekte gecikmedi. Cüneyt (48), Oya (54), Kamuran (60), Yaşar (56) Yetişkin kardeşlerin bakkaldaki veresiye defterinde 2 bin 260 lira borç olduğu sonrasında haberlere yansıdı. Bir öğretmen, bir kurye, iki tanesi işsiz. Maaşlarına haciz gelmiş, borçlar birikmiş, icra dosyaları üst üste gelmiş...
Medyada ailenin yaşadıklarının her boyutu, kişilerin sosyal bozuklukları incelendi, neden sosyal yardım istemedikleri tartışıldı vb. Sonra bir arkadaşları dedi ki “Çok gururlulardı, hiçbir yardım istemediler.” Mesele hiç de onların yardım isteyip, istememeleri değil. İnsanları bu koşullarda yaşatan bir sistem var. Sorgulanması, eleştirilmesi, değiştirilmesi gereken vahşi kapitalizmdir.
Yetişkin ailesinin öldürülmesini “melankoli”, “depresyon”, “bireysel tercih” derekesinde tartışanlar da var. Milyonlarca insan benzer ve daha da kötü koşullarda yaşıyor. Bunları salt psikolojik rahatsızlık olarak adlandırmak, münferitleştirmek devletin işi. Ancak durum hiç de bundan ibaret durmuyor. Resmi rakamlarla 11 milyon insan aynı yoksulluk ve borç sarmalında. Her 100 kişiden 74’ü borçlu, icralık olanlar 2002’de 8 milyonken bugün 20 milyona çıkmış. 8 milyon işsiz var. Asgari ücret alan on milyon işçi var. Ne zaman bir emekçi böylesi bir şey yaşasa, iktidardakiler “münferit” ya da “psikolojik rahatsızlık” dedi. Eve yiyecek götüremediği için, ataması yapılmadığı için, kirasını veremediği için, yoksulluktan “ölümümden kimse sorumlu değildir. Çocuğuma kitap ve okul önlüğü alamadım” notu yazan, ısınamadığı için kamyon lastiği yakan ve “intihar eden”ler oldu. Bunlar sadece basına yansıyanlar. Bu kadarı bile durumun salt “psikolojik” olmadığını göstermektedir. TÜİK’in verilerine göre ise AKP’nin iktidarda olduğu 2002-2018 yılları arasında 4 bin 418 kişi “intihar” etmiş. Bu veri bu durumun arkasında ekonomik, siyasal ve sosyal boyutlar olduğunu göstermektedir.
Kapitalizmde insan tek ve yalnız olarak yaşamaya mecbur bırakılmakta. Orman kanunlarının geçerli olduğu bu sistem emekçiler için açlık, yoksulluk ve ölüm dışında bir şey getirmemektedir. İnsanlar kendilerini çaresiz ve umutsuz hissetmekte, dini sömürüye maruz bırakılmaktadır. Sömürü arttığında, örgütlülük çoğalmıyorsa, ölüm çoğalmaktadır. “Toplu intihar”ların en fazla gündeme geldiği ülkelerden biri Hindistan’dır. Kapitalizmin krizlerinden biri olan 2008 krizi sırasında 16 bin çiftçi “intihar etmiştir.” Tarım şirketlerinin çiftçilere ait geleneksel ve melez tohumları ortadan kaldırarak, çiftçiyi suni tohumları almaya mecbur bırakması... ‘98’de Dünya Bankası’nın “yapısal uyum politikaları” kapsamında Hindistan, tohumlarını şirketlere açmaya zorlandı. Kapitalist sömürünün arttığı, yabancı şirketlerin insafına bırakılan tarım sektörü ülke ekonomisini berbat duruma getirdi. İnsafsız, sınırsız yağma ve talan düzeni eğitimi, sağlığı daha da paralı hale getirdi. Emekçiler ellerinde ne var ne yok sattılar, böbreklerini bile sattılar. Borçlandılar, topraklarında bir şey üretemediler, pamuk ya da vanilya dışında bir şey üretmeye izin yoktu, aç bırakıldılar. Sonucu ise 16 bin çiftçinin öldürülmesi oldu.
İnsanlığı yıkıma sürükleyen kapitalizmin ilk gelişme yıllarında Engels ‘İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’ eserinde şöyle tanımlıyor yaşananları:
“Bir insan, bir başkasına ölüme yol açan bedensel bir zarar verdiği zaman buna adam öldürme diyoruz; saldırgan, vereceği zararın öldürücü olduğunu önceden biliyorsa o zaman buna cinayet diyoruz. Ama toplum, yüzlerce proleteri, çok erken yaşta doğal olmayan bir ölümle yani kılıç ya da kurşunla ölüm gibi zorba yollardan ölümle karşı karşıya geleceği bir konuma koyduğu zaman, toplumun o yaptığı bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikle cinayettir; toplum binlerce insanı yaşamın gereklerinden yoksun bıraktığı, içinde yaşayamayacakları konumlara soktuğu -kaçınılmaz sonuç olan ölüm gelinceye dek o koşullarda kalmaya yasanın güçlü eliyle zorladığı- bu binlerce mağdurun yok olacağını bildiği ve gene de bu koşulların sürmesine izin verdiği zaman, toplumun o yaptığı, bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikte cinayettir; örtülü, kasıtlı cinayettir; hiç kimsenin kendisini savunamadığı bir cinayettir; kimse katili görmediği için, mağdurun ölümü doğal göründüğü için cinayet gibi olmayan cinayettir; çünkü suç bir şeyi yapmaktan çok yapmamanın sonucudur. Ama cinayettir.”
Çaresizliğin ve çıkışsızılığın içerisine itilen emekçiler, örgütsüz bırakılarak bu sistem tarafından öldürülmektedirler. Yaşananlar bundan kaynaklı ölme durumu değil, öldürülmedir. “İntiharların” nedeni ise tek başına depresyon değil kapitalizmdir.
* Şili’de bir duvar yazısı