Belirsizlik, algı bozukluğu, gelecek kaygısı, gıdaya erişememek, barınamamak, yoksulluk ve yoksunluk insanları depresyona sürüklemekte. İşçi ve emekçilerin yoksulluk ve yoksunluk cenderesi içinde nefes alamaz hale gelmesi psikolojik olarak da kendi sonuçlarını yaratmaktadır. Bir tarafta burjuvazi servetine servet katarken diğer tarafta işçi ve emekçiler fiziksel ve psikolojik olarak derin ve ağır yaralar almaktadır.
“Kaygı/anksiyete bozukluğu” günümüzde en yaygın psikolojik rahatsızlık olarak yaşanmaktadır. Psikolojik rahatsızlıklar her geçen gün artmakta, korku yaygınlaşmakta, intihar çoğalmaktadır.
DSÖ’nün verilerine göre akıl sağlığı problemleri 14 yaşından önce başlıyor. Depresyon kapitalizm koşullarında çocuklardan yaşlılara her yaş kuşağında görülebilen bir rahatsızlık halini aldı. Dünya çapında artan rahatsızlıkların tedavisi için ayrılan bütçe çok sınırlı. Ayrılan bütçenin yanı sıra kapitalizm bu alanı muazzam bir kâr alanına çevirmiş durumdadır. Anti-depresan ilaçları peynir-ekmek gibi satılmaktadır. Türkiye’de ise bu rakam korkunç durumdadır. CHP Adana Milletvekili eczacı Burhanettin Bulut’un, anti-depresan satışları konusunda hazırladığı rapora göre, 2017 yılında 48 milyon kutu anti-depresan satılırken 2021 yılında bu sayı 60 milyona ulaşmış bulunuyor. Sağlık Bakanlığı verileri ile bu veriler örtüşüyor. Zira bakanlık tarafından 2009-2020 arasında anti-depresan kullanımının yüzde 70 arttığı ifade ediliyor. Bunun yanı sıra Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın 2017 ile 2020 yılları arasında 15 milyon 405 bin kişinin psikiyatri polikliniklerine başvurduğunu açıklamıştı.
Bu rakamların artmasının gerisinde ülkenin içinde bulunduğu mevcut tablonun payı çok büyük. Temel ihtiyaç maddelerine ulaşmanın zorlaşması, artan ev kiraları, eğitim masraflarının çoğalması, beslenememek; kadın cinayetlerinin, şiddetin, intiharların artması, dini duyguların istismarı, kaderciliğin yayılması, kültür-sanat-spor aktivitelerine ulaşılamaması… İnsanların yaşadığı ruhsal çıkışsızlık tek başına kişinin psikolojisi ile açıklanamaz. Bunun en büyük kanıtı ise ekonomik kriz dönemlerinde insanların yaşadığı psikolojik sorunların artmasıdır. İstatistiklere göre depresyon kadınlar arasında erkeklerden iki kat daha fazla görülüyor. Bu durumun da kadının toplumsal ve ekonomik yaşama katılımı ile doğrudan bağlantılı olduğu açık.
İnsanların içinde bulundukları dünyayı anlaması, sorunların ve sıkıntıların arka planı üzerine düşünmesi bir bilinçlenme ve sorumluluk sürecidir. Oysa kapitalizm düşünen ve sorgulayan insan yerine itaat eden, uyum sağlayan insan tipini kendi bekasını sürdürebilmek için tercih eder. Bir kurtarıcı bekleyen, biat eden insan elbette ki “öbür dünyada” ödüllendirecektir! Emekçiler yoksulluk ve çaresizlik girdabı içinde daha fazla istismara açık hale gelmekte ve dini duyguları sömürülmektedir. Tarikatların-cemaatlerin ve her türlü gerici yapılanmanın beslendiği bu alan işçi ve emekçiler için bir “çaresizlik” alanına dönüşmektedir.
Topluma güvensizlik ve güvencesizlik dayatan sömürü düzeni, işçi ve emekçilerin boğazına çökerek nefessiz bırakmaktadır. Kapitalizmin insanlığa sunduğu yaşam ve gelecek; krizler, işsizlik, yoksulluk, sefalet ve savaşlarla dolu bir cehennemdir.
İnsanın akıl sağlığını koruyabilmesi için sorunlarını, kendisini, dünyayı anlaması ve sorumluluk alması gerekmektedir. Var olan gerçeği tüm yönleriyle anlayabilmek ve değiştirebilmek, irade oluşturabilmek ne yazık ki ne ilaçlarla ne de bireysel çabalarla mümkündür. Elbette patolojik boyutlarda olan rahatsızlıklar için psikolojik ilaçların kullanımı, bilimi esas alan tıbbi müdahaleler vb. bir nevi “önleyici” ve “zaruri” olabilir. Psikolojik sorunların arka planına işaret ederken bu sorunlar yok sayılamaz. Lakin, psikolojik sorunlar silsilesini her adımında derinleştiren/toplumsallaştıran kapitalist sistem ve çözüm adı altında dayattığı “kâr odaklı” yaklaşım mutlaka eleştirilmeli, dahası buna karşı mücadele edilmelidir.
Son kertede, yabancılaşmış, bu boyutta tahribata uğramış “insan” gerçekliğinde kaynağı toplumsal ve ekonomik olan bu sorunlara karşı “bireysel” çözümler ne yazık ki mümkün değildir.
Krizlerin, sınıfların, sınırların, sömürünün, yoksulluğun, yoksunluğun olmadığı bir dünyada “insan” kendini yeniden mutlaka üretecektir. Bu gerçekleşene kadar sorunları toplumsal ilişkiler bağlamında anlamak, bu sorunları döne döne üreten kapitalist sisteme karşı mücadele etmek, toplumun emekçi kesimleri olarak “bireysel kurtuluş” arayışından vaz geçip dayanışma içinde olmak, bu temelde güçlenmek, örgütlenmek, bilinç ve sorumluluk ekseninde irade geliştirmek ilk hareket noktaları olmalıdır.