Yer Ankara'nın göbeği, çatışmanın adresi “Ulucanlar Merkez Kapalı Hapishanesi”
Kaç kez tekrarlanan bu irade savaşında sermaye iktidarı, bir kez daha yenik başlıyordu mücadeleye. Fakat işçi ve emekçilerin henüz kendisini tarihin karanlık sayfalarına gönderecek yetkinlikten uzak oluşu cesaretlendiriyordu onu. İstediği zaferi elde edemeyeceğini bilmesine rağmen tüm cephaneliğini boşaltmaktan da geri durmuyordu.
Bu savaşta zindanları, dört duvarları, tel örgüleri vardı. Emrine amade her türlü teknolojik donanıma sahip katil sürüleri vardı. Yalanlara dayalı propagandalarıyla işçi ve emekçileri kandıracak burjuva medyası vardı. Katliamları aklayacak, katliamcıları ödüllendirecek bir yargı sistemine sahipti.
Devrimci tutsakların ise işçi ve emekçilerin haklı davalarına duydukları inanç ve bu uğurda tereddütsüzce vermeye hazır oldukları canları, bedenleri vardı.
Yani bir tarafta haksızlığını sahip olduğu şiddet araçlarıyla kapatmaya çalışan zor aygıtı, diğer tarafta tutsak edilmelerine karşı tarihsel haklılıktan gelen bir irade vardı. Geleceğe ait olan ile çürümekte olan geçmişin mücadelesiydi söz konusu olan.
İşçi ve emekçilere ölüm kusan kapitalist düzenin efendileri tam da kendilerine yaraşır bir şekilde başlattılar saldırıyı. Gecenin üçünde tüm kentin “derin bir uykuya” daldığı vakitte devreye soktular hain planlarını. Korkaklara özgü acizlikle, sinsice, ani bir baskınla teslim almak istediler, devrimci tutsakları. Biliyorlardı ki sonuç vermeyecekti bu nafile çabaları. Fakat yapabilecekleri başkaca bir şey yoktu.
Bu yüzden çekinmeden döktüler oluk oluk devrimci kanını. Hitler zulmüne rahmet okutacak bir kudurganlıkla saldırdılar. Akıttıkları kan deryasından giderdiler dinmek bilmeyen kana susamışlıklarını. “İçerisi teslim alınmadan dışarıya hakim olunamaz” diye buyurmuştu, Amerikalı efendilerinin huzuruna çıkmadan önce sözde “dürüst”, “işçi dostu” başbakanları.
Elbette gafil avlanmadı devrimci tutsaklar. Zira tanıyorlardı sınıf düşmanlarını, biliyorlardı tarihi katliamlarla dolu sermaye iktidarının yeni bir katliam planı yaptığını. Teslim alınmak istenen onların şahsında işçi ve emekçi sınıflardı. “Gecelerinde aç yatılmayan”, “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşanılacak güzel günlerin özlemiydi...
Ne “teslim ol” çağrıları ne de “biz yokuz binbaşım” yanıtları, ne aralıksız ölüm yağdıran uzun namlulu silahlar ne de envayi çesit sinir gazları, göz yaşartıcı bombalar, kimyasal maddeler, ne falakalar, joplu, kalaslı, tekmeli saldırılar ne de saatler boyu hamamda süren işkence seansları, hiçbiri devrimci iradeyi teslim almaya yetmedi.
“Yaşamı köleleştirilen milyonlarca emekçi” için direnen devrimci tutsaklar, “eğilmektense kırılmayı” yeğlediler. Bu yüzden de koğuş koğuş, havalandırma havalandırma bulundukları her mevziyi bedenleriyle göğüs göğüse çarpışarak akacak son damla kanlarına kadar savundular. Bir direniş türküsü olmuştu dillerindeki sloganlar. “Kanla yazılan tarihin silinmezliğini” haykırıyorlardı. Başeğdirilemeyen bu devrimci irade cellatların kabusu oluyor, korkularından sıyrılmak için daha da azgınca saldırıyorlardı.
Ve sonunda On’ları sonsuzluğa uğurlarken, teslim olan bir kez daha sermaye iktidarı oluyordu. Ölümü yenenler, devrim sosyalizm davasında şehit düşenler arasına adlarını altın harflerle yazdırırken, On’lardan geriye bir kez daha direniş çizgisinin başeğmezliği, devrimci iradenin teslim alınamayacağı gerçeği kalıyordu.
Habip Gül (TKİP), Ümit Altıntaş (TKİP), Abuzer Çat (MLKP), Halil Türker (TKP/ML), Aziz Dönmez (DHKP-C), Ahmet Savran (DHKP-C), Mahir Emsalsiz (TKP(ML)), Önder Gençaslan (TKP(ML)), Zafer Kırbıyık (TİKB) ve İsmet Kavaklıoğlu (DHKP-C) ölümsüzlük kervanına katıldılar.
Ulucanlar Katliamı ile sermaye iktidarı hedeflerine fiziki açıdan ulaşmış olsa da politik ve moral açıdan büyük bir yenilgi ve hezimete uğradı. Devrimci kanı dökmek de vardı hedefinde ve de bunda başarılı da oldu. Fakat karşısında geleceğe miras kalan şanlı bir direniş bulmuş oldu.
Siper yoldaşlığının en güzel örneklerinden biri sergilenerek gerçekleştirilmişti bu direniş. Dahası adım adım hazırlanan hücre saldırısının bir ön provası niteliğinde olan katliama karşı devrimci tutsaklardan verilmiş tok ve net bir yanıttı. Bedeller ödenmişti ama bu bedeller karşılığında devrimci hareketi, anlayışı ve iradeyi tasfiye etmeye yönelik bir saldırı girişimi de püskürtülmüştü. “Devrimcilerin ölümsüzlüğü, devrim davasının yenilmezliği” şanlı bir direnişle birlikte bir kez daha kanıtlanmıştı.
Nitekim bu gelenek 19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonlarında da sürdürülmüştür. Sermaye iktidarının zindanlarda uyguladığı katliamcı politika hiçbir zaman ulaşmak istediği politik zaferi elde etmesini sağlamadı. Bu açıdan elinde sadece yenilgilerle dolu bir tarih kaldı. “Ulucanlar Direnişi” sermaye iktidarına “armağan edilen” bu ağır yenilgilerden tarihi önemdeki bir aşamaydı.
Komünist hareket, tüm direniş mevzisinde olduğu gibi Ulucanlar Direnişi'nde de direniş çizgisinin yükseltilmesinde ön saflarda yer aldı. Habip Gül, Ümit Altıntaş gibi iki önder kadrosunu kaybederek bu önemli bedeli ödemekten geri durmadı. “Partimizin özü ve özeti” olan bu iki seçkin komünist, bir kez daha ve son kez partinin kızıl bayrağını en yükseklerde dalgalandırma onuruna eriştiler. Yaşamları boyunca işçi ve emekçilerin kurtuluş davasında sergilemiş oldukları örnek pratiği, şehit düşerken de yol göstererek sürdürmüş oldular.
On’ların bizlere bıraktığı miras, parti ve devrim davası üzerinden komünistler tarafından sahiplenilmekte ve sürdürülmektedir. Proleter kitle hareketlerinin ve halk isyanlarının dünya çapında yaygınlaştığı, “bunalımlar, krizler ve devrimler çağı”na girilen bu dönemde parti ve devrim davası komünistler tarafından yükseltilecektir.
Onur Kara
TKİP dava tutsağı
Sincan F Tipi Hapishanesi