Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 1 Mayıs öncesi yayınlanan genelge ile “Ses ve görüntü kaydı almak” yasaklandı. Genelgeye dönük pek çok kurum tepki gösterdi. Son olarak Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) açıklama yayınlayarak genelgenin işkence ve kötü muamele suçlarının üzerini örteceği gerekçesiyle geri çekilmesi gerektiğini belirtti.
İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi sitelerine söz konusu genelgeye maalesef ulaşılamadığı belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“İlk bakışta temel hak ve özgürlüklerden olan ‘kişisel verilerin ve özel hayatın gizliliği’ ni korumayı amaçladığı izlenimi veren genelgenin bütünü incelendiğinde asli amacın Anayasa’da güvence altına alınan barışçıl toplantı ve gösteri yapma özgürlüğüne yönelik kolluk güçlerinin keyfi ve yasa/hukuk dışı müdahalelerini meşrulaştırmak ve cezasız bırakmak olduğu görülmektedir.
Genelgenin son iki paragrafında 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun (PVSK) ilgili maddesine gönderme yapılarak “polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri, görev yapmasını engelleyenleri… eylemin veya durumun niteliğine göre koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işleri yapar” denilmekte, daha sonra ise “Personelimizin görevini ifa ederken bu tür ses ve görüntü alınmasına tevessül edecek davranışlara fırsat vermemeleri, kayıt yapan kişileri engellemeleri, kanuni şartlar oluştuğunda adli işlem yapmaları gerektiği…” ifadelerine yer verilmektedir. Şimdi bu ifadeler üzerine soruyoruz: Kolluk güçlerinin (polisin) görevi nedir? Genelgede yer alan ifadelere bakarsak bu görevler “kanunlara uygun olarak alınan tedbirler” oluyor. Peki, kolluk güçlerinin aldığı tüm tedbirler, her zaman ve her koşulda kanunlara, dahası hukuk devletinin gereklerine uygun oluyor mu? Maalesef bu soruya olumlu yanıt veremiyoruz. TİHV, olarak yıllardır başta işkence ve diğer kötü muamele yasağı ihlali olmak üzere yaşanan hak ihlallerini belgeliyoruz. Kayda geçirdiğimiz verilerden çok iyi biliyoruz ki, bu ülkede kolluk güçlerinin kanunlara ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olarak aldığı tedbirler gerçekten kaygı verici boyuttadır.
Örneğin, yıllardır her fırsatta toplanma ve gösteri yapma özgürlüğünün fiilen kullanılmasının önündeki en önemli engelin kolluk güçlerinin keyfi, aşırı ve orantısız zor kullanımı olduğunu söylüyoruz. Öyle ki, kolluk güçlerinin bu tutumu son yıllarda evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçerek, kural dışı ve denetimsiz, işkence ve diğer kötü muamele düzeyine ulaşan bir şiddet boyutuna varmıştır. Dokümantasyon merkezimizin tespitlerine göre kolluk güçleri sadece 2020 yılında 745 barışçıl toplantı ve gösteriye zor/şiddet kullanarak müdahale etmiştir. Bunun sonucunda en az 2014 kişi işkence ve kötü muamele niteliğindeki uygulamalara maruz kalarak gözaltına alınmış, en az 65 kişi de yaralanmıştır.
Bilindiği gibi işkence ve diğer kötü muamele gerek uluslararası gerekse ulusal mevzuat tarafında mutlak olarak yasaklanmıştır. Devlet, güç kullanma yetkisini elinde bulundururken, bu yetkiyi gelecekteki kanunsuzluğu teşkil ya da teşvik edecek şekilde kullanamaz. Devlet, “işkence, kötü muamele ve eziyet yasağını” ihlal edilmesinin önüne geçmek üzere her türlü tedbiri almak zorundadır. Bu nedenle de kapsam ve sınırı yasayla belirlenmiş biçimde zor kullanma yetkisi tanınan kolluk güçlerinin sürekli denetlenmeleri ve hesap verebilir olmaları gerekmektedir.
Evrensel hukuk tarafından geliştirilen pek çok denetim örneklerinden birini konumuzla ilgisi olduğu için hatırlatmak istiyoruz. Toplantı ve gösteri özgürlüklerinin kullanımı sırasında görev yapan kolluk görevlilerinin giydikleri üniforma, kullandıkları kalkan, kask ve maske gibi kişisel tanınmayı zorlaştıran etkenlerden dolayı her birinin sicil numarası en az üç metre öteden okunabilecek görünürlükte olmak zorundadır. Bundan amaç kuralların dışına çıkan, işkence ve kötü muamele yapan failin sicil numarası yoluyla tespit edilebilmesidir. Dolayısıyla sicil numaralarının görünür olması kolluk güçlerinin suç işlemesini önlemede caydırıcı etkiye sahiptir.
Kaldı ki kamu adına güç kullanan görevlilerin hesap verilebilirliği ve cezasızlıkla mücadele açısından ihlallerin görünürlük kazanması, yani suçun tespiti önem arz etmektedir. Özellikle kolluk güçlerinin yasaları ihlal eden davranışları suç işleme kapsamında olup aynı zamanda delil niteliğindedir. Dolayısıyla ihlallerin belgelenmesi, delilerin toplanması bakımında yurttaşların ve medyanın demokratik denetim ve gözetiminin rolü de çok önemlidir.
Öte yandan kamu adına güç ve yetki kullanan kişilerin görevlerini icra ederken gerçekleştirdikleri fiiller, bilhassa da kamusal denetim zorunluluğu nedeniyle kamuya açıktır ve özel hayat kapsamına alınamaz.
Sonuç olarak özel hayatın gizliliği ilkesinin arkasına sığınarak genelge yayınlanmak kolluk güçlerinin kanuna aykırı davranışlarını gizlemek hatta teşvik etmek anlamına gelmektedir. Daha açık ifade etmek gerekirse barışçıl toplantı ve gösterilere kolluk güçlerinin yasa/hukuk dışı müdahaleleri sırasında işlenen işkence ve kötü muamele, yaralama ve hatta öldürme suçlarının üstünün örtülmesi ve suçun görünmez kılınması sonucunu doğuracaktır. Aynı zamanda yurttaşların ve medyanın ihlallere görünürlük kazandırma ve demokratik denetim hak ve sorumluluklarını da ortadan kaldıracaktır.
Tüm bu sıraladığımız nedenlerden dolayı temel hak ve özgürlüklerle bağdaşmayan, Anayasaya, yasalara ve uluslararası sözleşme ve belgelere tümüyle aykırı bu genelge derhal geri çekilmelidir. Ayrıca genelgenin geri çekilmesi (ulusal ve uluslararası adalet ilkelerine aykırılığı) yönünde gerekli hukuki girişimleri başlattığımız bilgisini kamuoyu ile paylaşırız.”