Bazı durumlar vardır, eminsinizdir, ama gene de netleştirmek, ortaya çıkartmak için bir olayın gerçekleşmesi gerekir.
3 Kasım 1996’da Susurluk’ta gerçekleşen kaza da işte tam böyle bir örnek. Devletin derin ilişkileri bilinmiyor değildi elbet. Ama arabadan çıkan isimler devlet-mafya-polis/MİT ilişkisini görünür kıldı.
Susurluk’ta bir kamyon, Mercedes marka bir arabaya çarpar. Arabada 4 kişi vardır. Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak, Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us. Abdullah Çatlı’nın üzerinden Mehmet Özbay isimli kimlik çıkmıştır.
Mafyatik bir yaşamı olan, aynı zamanda devletin kontra güçlerinden bir tetikçidir, Abdullah Çatlı. Kazanın açığa çıkardığı isimlerden Hüseyin Kocadağ, İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısıdır. Sedat Bucak, DYP’den Şanlıurfa milletvekili ve aynı zamanda bölgenin korucubaşıdır. Abdullah Çatlı’nın sevgilisi Gonca Us ise dönemin mankenlerinden biri...
Sedat Bucak kazadan ağır yaralı bir şekilde çıkarken, diğerleri öldüler. Toplumsal yaşamda ise yeni bir evre aralandı. Kazadan saçılanlar, toplumun tepkisini açığa çıkardı. “Sürekli aydınlık için bir dakikalık karanlık” denilerek, tüm Türkiye’de aynı anda ışıkların kapanıp açılması, toplumun aydınlık ve şeffaf bir yönetime duyduğu özlemi gösteriyordu.
‘90’lı yıllar beyaz toroslar, işkenceler, gözaltında kaybetmeler, faili meçhuller, Kürt illerinde katliamlar ile hafızalara kazınmıştır. Doğrudan devletin, yer yer devletin “görünmez ellerinin” yaptıklarıdır tüm bunlar.
Susurluk kazasında ölen eli kanlı katil Abdullah Çatlı, 7 TİP’linin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı, Abdi İpekçi suikastı, Mehmet Ali Ağca’nın Maltepe Hapishanesi’nden kaçırılması, Doç. Dr. Bedrettin Cömert suikastı gibi olayların sorumlusu olarak aranan bir kişiydi. Devletin “kara kutusu” olduğu söyleniyordu.
Ve kazadaki çanta...
Kaza arabasında son sistem bir dinleme cihazı, MP5 silahlar, çeşitli silahlara uygun susturucular ve bir çanta vardır. Bulunan, daha doğrusu kaçırılan çanta yıllarca saklanmıştır. Abdullah Çatlı’ya ait olduğu söylenen çantada devlet sırları olduğu açıktır.
Yıllardır kimin kasalarında, dolaplarında saklandığı bilinmez bir şekilde kayıplardadır, ta ki olaydan 8 yıl sonraki bir dava duruşmasına kadar… Türkiye’nin karanlık bir döneminin ardından başka bir karanlığın devlete çöktüğü 2000’li yılların başıdır. 29 Eylül 2004 yılında yapılan mahkemede Sedat Bucak itiraf havasıyla davranıp çantayı mahkemeye sunmuştur.
Susurluk devlettir...
Zaman ilerlerken devletin haznesine yeni yeni olaylar, yeni Susurluklar yazılırken, eskileri deşifre etmek bir devlet geleneğidir. Yenilerin algılanmaması, yenilere ait hamleler konusunda insanların şaşırtılması için eskilerle hesaplaşma ortamı yaratılır. Bilinçlerde güncelleme yapmak yerine, hatırlatarak bir zamanaşımı yaratma taktiğidir bu.
Susurluk ile gerçek anlamda bir hesaplaşma olması için devletin masaya yatırılması, devletin yargılanması gerekmektedir. Bu olmadığı sürece iktidarın sahte temizlik operasyonları ile aldatmacalarından öte bir şey yaşanmamaktadır. “Ergenekon”, “FETÖ” gibi davalarla da iktidar “içindekileri temizleme” süreçleri başlatmış gibi davranmıştır. Fakat asıl gerçek şudur ki sermaye iktidarı işi biten ile, çıkarları çatışan ile yollarını ayırmıştır. Ve konumlandırdıkları yerlerden süpürmek için başlattığı süreçleri hukuki dayanaklara oturtarak göz boyama derdindedir.
Susurluk ve Susurluk gibi karanlıkları aydınlatmak için düzene ve devlete karşı işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin örgütlü gücünü büyütmeliyiz. Gerçekten aydınlık bir gelecek kurmak için işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler olarak karanlıkları yaratan sermayenin tepeden tırnağa örgütlü gücünü dağıtmalıyız.