15 Temmuz darbe girişiminin ortaya çıkardığı gerçeklerden biri, “Devlet iktidarını ele geçirdiği ve hemen tüm kurumlarda dizginleri elde tuttuğu sanılan dinci gericilik odağı Tayyip Erdoğan AKP’sinin bu alandaki gücünün gerçek sınırlarını da ortaya koymuş” olmasıdır. Görülmüştür ki T. Erdoğan ve AKP’si o kadar da güçlü değildir. Darbe girişiminin bastırılmış olması bu gerçeği değiştirmez. İlkinde çok net olarak Gezi/Haziran Direnişi onun büyüsünü bozmuştu. Şimdi bir başka yönden 15 Temmuz’daki darbe girişimi T. Erdoğan ve AKP’sinin durumuna ayna tutmuştur.
Söz konusu darbe girişiminin teyit ettiği bir diğer gerçek de dinci-gerici iktidarın, ama en çok da şefi T. Erdoğan’ın vazgeçilmez olmadığıdır. 15 Temmuz gecesi dinci-gericiliğin AKP kanadına ve T. Erdoğan’a bu mesaj da verilmiştir. ABD ve Avrupalı emperyalistlerin darbeye karşı tutumlarını ancak saatler sonra belirtmeleri tam da bunun ifadesi olmuştur.
Bu iki gerçek, Türkiye’nin egemen sınıfının da ABD ve AB emperyalistlerinin de dinci-gerici iktidardan epeydir rahatsız olduklarına yeniden ışık tutmuştur. Özellikle T. Erdoğan’ın kişisel hırslarından, haddini bilmezliğinden ve bunun dolaysız sonucu olan “dengesizliklerinden” ve “ölçüsüzlüklerinden” adeta bıkmışlardır. Kaldı ki, yeri geldiğinde onu “güvenilmez” bulduklarını da açıklamaktadırlar.
Öte yandan ABD ve doğal olarak da NATO’nun, tüm kapsamıyla olmasa da bu darbe girişiminden kesin olarak haberlerinin olduğu da bir gerçektir. Birkaç saatliğine de olsa, ne olacağını, olayların ne yönde seyredeceğini bekledikten, darbe girişiminin başarıya ulaşmayacağını gördükten sonra, açıklama yapmaları bunun ifadesidir.
Bunların tümü de inkar edilemez gerçeklerse eğer, 15 Temmuz darbe girişimi neden başarısız olmuştur, denilebilir.
Tarih hiçbir zaman kimilerinin kişisel hırslarına, isteklerine, keyiflerine göre ve kendi seçtikleri koşullar içinde yapılmamıştır, yapılamaz. Onun belirli koşulları vardır. Bu aynı şey darbe girişimi için de aynen geçerlidir. 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığının temel nedeni, kendi başına şu ya da bu ayrıntının hesaplanmaması, askeri, teknik ve taktik yetersizlikleri değildir. Darbe girişimini başarısızlığa mahkum eden temel olgu, başarılı olmasını mümkün kılacak en esaslı koşulların tümüyle ve tam olarak oluşmamasıdır. Onun egemen sınıf, emperyalistler ve bu arada da bilinçli-bilinçsiz, hiç değilse toplumun bir kesimi için henüz bir ihtiyaç haline gelmemesidir.
Tayyip Erdoğan ve AKP’sinin hayalleri ve engelleri
AKP şefi, darbe girişiminin ardından oluşan özel ortamdan yararlanarak, düzen solu CHP’nin de katkısıyla, Yenikapı mitinginde olduğu gibi kalabalıkları meydanlara toplamakta, bir “milli mutabakat” tablosu oluşturma eşliğinde adeta kendi liderliğini onaylatmaktadır. Bu arada, kabadayılık gösterisi yapmayı, esip gürlemeyi, içe ve dışa dönük mesajlar vermeyi de ihmal etmemektedir. Nedir ki bütün bunlar bir şovdan ibarettir.
Dinci-gerici AKP iktidarı, egemen sınıf ve efendileri nezdinde sanıldığından da çok yıpranmıştır. O kadar ki efendileri şimdiden alternatif arayışlarına girmiştir. Henüz alternatifsizdirler. Her şeye rağmen R.T. Erdoğan’a bir süre daha katlanmayı göze almaları da bundandır. Ancak, kendisine verilen bu şans belki de son şansıdır. Dinci-gerici iktidara dayatılan, kendi istedikleri çizgiye gelmesidir.
Tayyip Erdoğan (ve AKP’si) kısa süreliğine bir rüzgar estirse de bu dayatmaya fazla direnemeyecektir ve direnmeyecektir. Nitekim dinci-gerici iktidar darbe ile oluşan özel ortamdan yararlanarak en önce efendileriyle barışmak, Erdoğan da bu imkanı en iyi biçimde kullanarak kendisini, hem de ulusun tartışmasız ve meşru lideri olarak pazarlamak ve kabul ettirmek için çabalıyor. Gerçekte efendilerinin kendisine vermek istediği ayarı kabule hazırdır. Uluslararası ilişkilerde yaşadığı tecrit konumunun sona ermesi için efendilerinin yardımlarını elzem görmektedir.
Dinci-gerici “reisin” ve partisinin içe dönük güç gösterileri ve esip gürlemeleri de yanıltıcıdır. AKP iktidarı ve dümenini tuttuğu sermaye devleti günümüzde tam bir çözülme ve dağılmayı yaşamaktadır. Başta düzenin ve devletin temel kurumu ordu olmak üzere devlet yerlerde sürünmektedir. Erdoğan’ın kişisel hırslarının da tetiklemesi ile darbeci temizliği adı altında, günlerdir sınırları belli olmayan bir temizlik harekatı yürütülmektedir. Erdoğan’ın elbette ki gerçek hedefi bir rejim krizi olarak başlayan, darbe ile birlikte açık bir devlet krizine dönüşen koşulları, nihayet kendi arzuladığı devlet düzenini kurmanın fırsatına çevirmektir. Fakat “milli mutabakat” dedikleri şey çok da fazla sürmeyecektir. Nihayetinde bu çok özel ve geçici bir ihtiyaçtan kaynaklı bir durumdur ve esası itibarı ile Erdoğan ve AKP’sinin öznel ihtiyaçlarına karşılık gelmektedir.
Devlet ve düzen krizini, darbe sonrası ortam ve koşulları kendi çıkarları temelinde ve kurmak istedikleri yeni düzenin fırsatına çevirmek isteyen, sadece Erdoğan ve AKP iktidarı değildir. Özellikle TÜSİAD burjuvazisi de kendi yönünden bir çabanın içindedir. O da 7 Haziran seçimleri sonrası bir imkan haline gelen, ama T. Erdoğan’ın özel çabası ile boşa çıkartılan “CHP-AKP” bileşenli “büyük koalisyon” benzeri bir fırsatın şimdi daha mümkün olduğunu düşünmekte, Yenikapı mitingi ile tüm unsurları ile oluşan tabloyu bunun ifadesi olarak görmektedir. Bu kez de CHP ve AKP’nin omurgasını oluşturduğu bir “milli mutabakat” hükümetini arzulamaktadır. AKP iktidarının ve hatta T. Erdoğan’ın buna açık olduğunu düşünmektedir.
Biliniyor ki despot şefin yönetimi altında AKP hükümeti, izlediği maceracı ve saldırgan politikalarının dolaysız sonucu olarak, 14 yılı bulan iktidarının hem içeride hem de dışarıda en zayıf ve en sıkışık dönemini yaşamaktadır. Darbe sonrasında iç ve dış politikadaki tüm manevralar, aynı zamanda bir zayıflığın, bir çaresizliğin ve uzlaşmaya açıklığın da ifadesidir. Emperyalistlerin ve TÜSİAD burjuvazisinin bu birleşik çabalarının sonuç verip vermeyeceği, ayar tutup tutmayacağı ya da hangi yönde seyredeceği ise önümüzdeki dönemde netleşecektir.
Devrimci perspektif yaşamsaldır
15 Temmuz darbesi ile ortaya çıkan devlet krizi, dağılma ve çözülme önümüzdeki dönem daha da derinleşecektir. Devrimci bir parti bundan yararlanır. Ancak düzenin/devletin kurumlarından birine yaslanarak mücadele etmek ya da kurumlar arasında baş gösteren çatlaklara oynamak bizim işimiz değildir.
“Dün olduğu gibi bugün de en hayati ve çözücü halka devrimci sınıf yönelimidir, devrimci bir sınıf hareketinin gelişimi için varını yoğunu ortaya koyabilmektir. Bugünün Türkiye’sinde devrimci bir programın ve stratejinin anlam bulabileceği, devrimciliğin tutunabileceği, kendini üretebileceği, güç yaratabileceği ve dolayısıyla olayların gidişatını etkileme olanağı kazanabileceği biricik alan burasıdır. Sınıflar mücadelesi buradan geliştirilebilir, devrimci sınıf mücadelesi zemini ancak ve ancak buradan kazanılabilir. Bunun dışındaki tüm diğer alanlar sizi yalnızca toplumun modern eğilimli ara burjuva katmanlarına, onların bu düzeninin temelleri ve temel kabulleriyle kolayca bağdaşabilecek hassasiyetlerine götürür. Bundan da reformizmin her biçimi çıkar, ama devrimcilik asla.” (15 Temmuz darbe girişimi ve sonrası, EKİM, Sayı: 303, Ağustos 2016)
Tam da bu nedenle, AKP’ye karşı “en geniş demokrasi cephelerinin” kurulduğu, acil mücadele çağrılarının birbirini izlediği günümüzde, dinci-gerici AKP iktidarına ve dümeninde bulunduğu sermaye devletine karşı mücadelede devrimci perspektif ve ancak bununla olanaklı olabilecek olan bağımsız devrimci sınıf tutumu yaşamsaldır.