Yine kendini kıskandırdın Habip yoldaş
Eylemin üçüncü gecesi...
Her insanın yaşamında yönünü tayin etmesini sağlayan bir kutup yıldızı vardır. Gökyüzünde sallantısız durarak çekim merkezi olur. Devrimcilerin kutup yıldızı ise kendi yoldaşlarıdır. Benim için de sen öyleydin Habip yoldaş. Benim sadece yönümü tayin etmemi sağlamadın, aynı zamanda, yeniden devrime doğuşuma ebelik ettin, o becerikli proleter ellerinle. Beni gün ışığına, partinin aydınlığına, partili olmanın tarifsiz onuruna taşıyan oldun.
Son konuşmamızda bana, “güvenimizi boşa çıkarmadın” demiştin. Benim için dünyanın en güzel(186)anıydı, bu sözleri senden duymak. Şimdi ise en güzel anısı... Bunları, senden duyacağım son sözler olacağını bilemediğim için, beynime kazımıştım ilk duyduğumda. Şimdi ise oya oya yüreğime nakşediyorum ve yüreğim çarptıkça bu sözleri duyacağım senden.
Güvenini boşa çıkarmayacağım. Benden daha iyi biliyorsundur, ama ben yine de söyleyeyim, bütün yoldaşlar güvenini boşa çıkarmayacak.
Tuhaf, anlatılmaz bir duygu şu an yaşadıklarım. Garip bir suçluluk psikolojisi içindeyim. Sen şehit düşmüşken yaşıyor olmak, nasıl anlatayım, garip bir suçluluk psikolojisi yüklüyor bana. Yaşamalıydın...
Yine beni hep olduğu gibi duygusallıkla suçlayacaksın. Hatta şehit düştüğünü duyduğun ilk anda tutamadığım gözyaşlarımı gördüğünde kimbilir nasıl kızdın. Haklı olduğunun farkındayım. Ama sen de biliyorsun ki aşmakta en çok zorlandığım zaafım bu duygusallığım. Üstelik sana onurlu bir yaşam borçluyken nasıl tutabilirdim ki gözyaşlarımı. Bu kez olsun beni bağışla yoldaş.
Ama şimdi ilk anın duygusallığını aştım. Artık gözyaşlarıma izin vermiyor öfkem. Şimdi hesap sormanın zamanı. Bütün enerjimi buna hasrediyorum. İçin rahat olsun yoldaş, sizin Ulucanlar’da başlattığınız direniş burada ve birçok zindanda sürüyor. Sizler gibi olacağız, kazanacağız.
Yine de sözünü ettiğim suçluluk psikolojisini atamadım. İnanmayacaksın ama, keşke uzlaşma olmasa, keşke saldırsalar, diye düşünüyorum. Saldırsalar da, hemen, sıcaklığını yitirmeden hesabını sorsak birkaçından. Ölüm mü? Yoldaş, sen ve Ümit yoldaş ölümü bu denli küçültmüşken, bedenlerinizde açan bir çiçeğe dönüştürmüşken, biz nasıl ölümü aklımıza(187)getirelim.
Yaşamalıydın derken, bunu tüm yüreğimle söylüyorum. O halde yaşamalısın yoldaş, sen ve Ümit yoldaş yaşamalı. Bak barikatımızı birlikte kurduk. Diğer siper yoldaşları da yanımızda. Sen ve Ümit yoldaş en önde yine. Düşman gelse yine ilk sizi bulacak karşılarında. Ve bizler sizin gibi komutanlara layık askerler olarak savaşacağız. Bak elimdeki demir çubuğu senin yüreğinle tutuyorum. Beynimde de Ümit yoldaşın düşüncesinin berraklığı.
Sizi yaşatıyoruz yoldaşlar. Bir Habip, bir Ümit yaratmış partimiz, Habipler’i, Ümitler’i çoğaltacak. Partimizi ikiniz de benden çok iyi tanıyorsunuz. Bu yüzden çoğalacağımızı bildiğiniz için ölümü çekincesizce ektiniz verimli bedeninize.
Sana bir şey itiraf edeyim yoldaş. Seni hep kıskandım. Sana olan sevgim arttıkça daha fazla kıskandım. Kıskançlıkla takipçin oldum, daha doğrusu olmaya çalışıyorum. Yiğitliğini, baş eğmezliğini, olaylara ve kişilere proleter sezgilerinle sağlam bakışını, kavrayışını ve yansıtışını kıskandım.
Hala kıskanıyorum seni. Partimizin ilk şehitlerinden biri olmanı kıskanıyorum. Böyle bir onura ilk ulaşanlardan biri olmanı kıskanıyorum. Ama bu onuru en çok hak edenler de sizlerdiniz. Garip geliyor belki bunları söylemem. Sizlerin şehit düşmesi partimiz adına önemli bir kayıp, ama bir o kadar da büyük bir onur.
Çünkü yoldaş, samimi her devrimci kendine şehitleri örnek alır. Onları aşmaktır onun devrimcileşmesinin adı. Sizin gibi önder yoldaşları aşmak zor olacak. Çünkü ikiniz de örnek komünistlerdiniz. Sizin takipçileriniz olarak, bizler sizi aştığımız oranda sizleri yaşatacak ve partimizi güçlendireceğiz.
Hergün kendinde devrim yapmanın adı: Habip Gül
Şehitlerin ardından hep iyi sözler vurur dudaklara. Çünkü hatırlarda onların hep iyi yanları kalır. Çünkü en iyiler, en önde düşerler bereketler toprağına.
Ümit yoldaşı sınırlı sayıdaki mektuplarından ve Kızıl Bayrak'ımızdaki yazılarından tanıyorum. Ama bu bile yetiyor onun en iyilerden biri olduğunu bilmeme. Seni ise neredeyse yaşamımın her anında örnek alacak kadar yakından tanıyorum. Bu yüzden ancak seni anlatabileceğim.
Söze nereden başlasam. Örnek aldığım yoldaştın. Bir partili nasıl olmalı sorusunun yanıtını sana bakarak veriyordum. Görüşe gelen yoldaşlara hep senden örnek veriyordum. Hayır, seni hiçbir zaman mükemmelleştirmedim. Zaten böyle bir şey yapsaydım, buna ilk karşı çıkan sen olurdun. Ama mükemmeli kovalayan ve buna en yakın olan bir önder yoldaştın. Devrimcilik hergün kendinde devrim yapmaktır. Bunun en iyi örneği de şendin.
“Ancak sınıf kini olanlar ayakta kalabildi” diyordun bir mektubunda. Ama kimimiz sadece ayakta kalırken, kimimiz de kendisiyle birlikte birçoklarını ayakta tuttu. Benim tanıdığım yoldaşlar içinde böylelerinin başında sen geliyorsun. Benim de ayakta kalanlardan biri olduğumu söylüyordun. Ama inan yoldaş, benim ayakta kalmamda senin payın oldukça büyük.
Bunun için sana teşekkür ettiğimde, tüm mütevaziliğinle, “bunun için bana teşekkür etmene gerek yok” diyordun. “Sen de, ben de, herkes de emeğinin karşılığını alıyor.” Doğru, herkes emeğinin karşılığını alıyor. Ama bir düşünsene, göz ne kadar emektar olursa(189)olsun, cılız bile olsa bir ışık yoksa onun emektarlığı ne işe yarar. Ancak bir ışık olduğunda göz emeğinin karşılığını alır ve görür. İşte yoldaş sen ışığınla görmemi sağladın. Öyle cılız da değildi ışığın, göz kamaştırıcıydı. İkimiz de biliyoruz ki, senin ışığın olmasaydı gözlerim karanlıkta çürüyecekti, yüreğim de öyle...
Nerede inançlı bir yürek görsen, teklifsizce uzatıyordun elini. Varsın yarı beline kadar bataklığa gömülmüş olsun. Devrimci bir sezgiyle ondaki inancı görüyor ve çekip çıkarıyordun bataklıktan. İnançsız yürekler ise senin hışmından hep sakınmış, ama yine de kurtulamamıştır. Devrime kan olacak biri için yorulmak bilmeden emek harcarken, inançsız yüreklere emek harcamak bir yana, onlara değer verilmesini bile kabul edemezdin. Bu yüzden inanmış tüm yüreklerin sevgilisiyken, inanmayanların haklı nefretini çekiyordun üzerine.
Bugün seni yaşatacağına söz veren birçok yoldaşına bire bir emeğin geçmiştir. Hele ki benim üzerimdeki emeğinin karşılığı ancak mücadeleyi devrimle taçlandırmakla ödenebilir.
İlk kez zindanda tanışmıştık seninle. Kötü bir durumdaydık, saflarımızda tasfiyeci dönekliğin kendini göstermeye başladığı bir sürecin içindeydik. Zorlu bir süreçti ve hareketi sahiplenmenin apayrı bir önemi vardı. Çokları devrimin dışına düştü bu süreçte. Bense işin kolayına kaçıp, başka bir hareket saflarında mücadele etme yolunu seçmiş, açık ifadesiyle güçlüklerden kaçmıştım. Sen ise zorluklara teslim olmadan, kaçmadan hareketin saflarında kalmıştın. Tüm emeğini ve çabanı partili düzeye ulaşmaya hasretmiştin. Daha o günden, bugünün Habip Gül’ünün ipuçlarını veriyordun.
O günlerde tanıdığım Nevzat Çiftçi de benim gibi(190)hareketle henüz yeni tanışmıştı. Hiç değilse benden eski değildi. Deneyimsizdi, teorik olarak geriydi. Ama ihtilalci sınıf partisi olan partimizin ihtiyaç duyduğu sağlam duruşlu bir proleterdi. Güçlüklerle mücadele etti, kendi eksiklerini aşmakta gösterdiği çaba gerçekten görülmeye değerdi.
Yoldaşların, özellikle genç yoldaşların senin bu pratiğinden öğrenecekleri o kadar çok şey var ki. Zaman zaman faaliyet yürüttüğü alanda yaşadığı güçlüklerden söz eden ve içten içe oradan kaçma eğiliminde olan yoldaşları gördüğümde, hep senin pratiğini örnek veriyordum. Ancak güçlü ağaçlar fırtınalara karşı ayakta durabilir. Bunun için de köklerini senin gibi devrim toprağının derinlerine salmalı. Aksi takdirde, rüzgarla birlikte oradan oraya savrulur ve en sonu devrimin dışına düşer.
Yine kendi pratiğinden çıkardığın bir sözün çalınmıştı kulağıma; “yoldaşlarıyla mücadele etmesini bilmeyen düşmanla mücadele etmesini de beceremez.” Seni tanıdığım için bu sözün anlamını biliyorum. “Yoldaşlarıyla” derken, yoldaşlarının zaaflarını kastediyordun. Eğer zaafında ayak diriyorsa bizzat kendisiyle de mücadele edilmeliydi. Yaşanan sorunlar karşısında küsmek, kırılmak değil, savaşmaktır aslolan. Çünkü savaşımız dışarıdan çok içteki düşmana karşıdır, öncelikli olarak.
İçindeki düşmana karşı acımasız bir kişiliğin vardı. Eksiklerin senin için bir süre sonra aşılacak şeylerdi. Seninle tanıştığımız yıllarda teorik olarak eksikliğin vardı. Ama her anını okumaya ayırıyordun. Akademik bilgi olsun diye değil, pratiğe dökmek içindi okuyordun. Çünkü sen eylem adamıydın.
Yıllar sonra seninle yeniden karşılaştığımda, teoriyle(191)pratiğini örtüştürmüş Habip Gül vardı karşımda. Ve Habip Gül de Nevzat Çiftçi gibi hergün kendinde devrim yapıyordu. Bana sorsalar, partimiz seninle yeni bir Dimitrov kazandıracaktı devrim tarihine. Tıpkı Dimitrov gibi proleter, tıpkı Dimitrov gibi yorulmadan, usanmadan çalışan, sürekli kendini geliştiren bir komünisttin.
Akademik eğitim almış, belli bir birikimi olan niceleri iki satır yazı yazmakta zorlanırken, daha doğrusu yazmamak için türlü engeller çıkarırken, sen bir sürü işinin olmasına karşın, sürekli olarak yazı yazardın yayın organlarımıza. İmkansızlıklar içinde bile olanaklar yaratan, olmazı hiç değilse oldurmaya çalışan bir hedefe kilitlenmişlikti seninki. Kuşkusuz insan üstü biri değildin. Böylesine başarılı olmanın temelli nedeni inanmışlığın ve partiyi sahiplenmendi. Parti sendin, sen partiydin. “Herşey parti için!” sloganı, tam da senin pratiğinle karşılığını buluyor. Sendeki yetkinliği, örnek komünist kişiliği kavramak isteyenler, öncelikle senin partiyi sahiplenişini kavramalıdır. Ve bu yıllar öncesindeki Nevzat Çiftçi’nin temel karakteristliklerinin başında geliyordu.
Tahliye olmana 11 ay kalmışken, özgürlük eylemi gerçekleştirerek sıcak mücadeleye koşman bile, senin partiye ve devrime adanmışlığını, sahiplenişini göstermeye yeterlidir.
Kibir ve kariyerizmden uzak alçakgönüllü bir komünist
Birçok eksikliğimi ve zaafımı, senin kişiliğini ölçüt alarak gördüğümü söylemem hiç de abartı olmayacaktır. Eksiklik ve zaaflarımla mücadele ederken seni hep yanımda buldum. Hiçbir zaman yardımını esirgemedin benden.
Çokları senin yerinde olsaydı bana üstten bakar ve sürekli karşıma konumunu ya da benim yapamayıp da kendi yaptıklarını çıkararak, bir anlamda beni aşağılardı. Ama senin kendine güvenen, kompleksiz dost kişiliğin hiçbir zaman böyle yapmadı. Zaaflarıma yönelttiğin en sert eleştirin bile dostçaydı. Hiyerarşik konumunla değil, kendini sevdirerek, saydırarak eleştiriyor, eleştirdiğin kişiden yardımını da eksik etmiyordun. Dedim ya, hemen her yoldaşın dostuydun.
İnsanlara üstten bakmaktan, kibirden, kariyerizmden nefret ederdin. Böyle birini anlatıyordun. Randevusuna geç geldiği için kendisini eleştiren alt ilişkisine neredeyse “sen de kim oluyorsun da, beni eleştiriyorsun” diyen birini... Bunu anlatırken gözlerin öfkeyle doluyordu, sanki düşmanından söz ediyormuşsun gibi. Öyleydi de. Çünkü bu anlayış en tehlikeli iç düşmandı. Eleştirinin kimden geldiğini değil, eleştirinin kendini esas alırdın. Aslolan ise eleştirilmemekti, yani görev ve sorumluluklarının hakkını vermek.
Teorik olarak kendini yetkinleştirmene karşın, ne yazarken, ne de konuşurken sınıfın dilinden uzaklaşmadın. Birçok sınıf kökenli devrimci teorik olarak geliştikçe sınıfın dilinden, yani sınıftan uzaklaşır. Sende böyle bir zaafiyetin izi bile yoktu.
Sınıftan hiçbir zaman uzaklaşmadın, yabancılaşmadın. Kelimenin tam anlamıyla bir sınıf devrimcisiydin.
Zaten sınıfa yabancılaşma da kariyerizmin, kibirin ve küçük-burjuva ukalalığın bir sonucu değil mi? Bir devrimciyi öldüren, devrimci olmaktan çıkaran bu zaafların sende izi olmadığı için sınıfa yabancılaşmadın. Böyle olduğu için her yoldaşın dostu, partimizin sevgili Habip’i oldun.
“Her birimiz yapının birer tuğlalarıyız”
Sensiz düşünmek, sensiz cümleler kurmak istemiyoruz. Düşman senli düşüncelerimizi ve cümlelerimizi katletmeyi denedi. Başaramadı. Şimdi düşüncelerimiz daha çok senle dolu. Sohbetlerimiz hep sende kesişiyor, sende ve Ümit yoldaşta...
Düşmana inat, senin ve Ümit yoldaşın ismiyle dolu cümlelerimiz, ölümsüzleştiğiniz andan beri savaş çağrısıdır. Kazanmanın, düşmana diz çöktürmenin adıdır. Savaşmayı ve kazanmayı öğrendik sizden. Hala da öğrenmeye devam ediyoruz. Sizleri aşmayı önüne hedef olarak koymuş öğrencileriniz olmaktan büyük bir onur ve gurur duyuyoruz.
“Önemli olan partili kimliğin neferi olmaktır” diyordun bir mektubunda. Senin öğrencilerin olarak partili kimliğin neferi olacağız. Ve başka bir mektubunda yazdığın şu sözlerin bilincimize ve yüreğimize işlenmiştir artık:
“Düşünsene, daha ‘87’de ‘bir elin beş parmağını bile geçmiyorken’ bugün yapının öngünündeyiz. Evet, hangi koşullarda olursa olsun her birimiz yapının birer tuğlalarıyız. Aynı zamanda her birimiz tuğlaları yerli yerine yerleştirerek yapının yükselmesini sağlayacak olan yapıcılarız/olmak zorundayız.”
“Yükseliyor yapı, yükseliyor...”