AKP-MHP rejiminin “kaynağı belirsiz para” konusundaki düşkünlüğü, Türkiye’yi uluslararası mafyanın yuvası haline getirdi. Konu üzerine çalışan gazeteciler, dünyanın dört bir yanından gelen mafya şeflerinin Türkiye’ye nasıl yerleşip faaliyetlerine devam ettiklerini ortaya koyan sayısız haber ve makale yayınlandı. Mafya şeflerinin Interpol tarafından kırmızı bültenle aranıyor olmaları Türkiye vatandaşlığı satın almalarının önünde bir engel teşkil etmiyor. Zira bir şey satılık olduktan sonra geriye sadece “fiyat pazarlığı” kalıyor.
Kapitalist ekonomide kara para aklama mekanizması aralıksız işler. Ancak her şeye rağmen bunun bir ölçüsü olur. Zira kimse “kara paranın üssü” unvanını taşımak istemez. AKP-MHP koalisyonu iş başına gelmeden önce de kara paraya belli bir alan açılıyordu. Ancak bu “yerli/milli” rejimde bütün sınırlar alt üst edildi. Birgün.com’dan Mustafa Bildirici’nin Merkez Bankası verilerinden aktardıkları, AKP öncesi ve sonrası dönemler arasında derin bir uçurum olduğunu gözler önüne seriyor. Buna göre Türkiye’ye 1984-2001 yılları arasında 1 milyar 778 milyon dolar olan “kaynağı belirsiz” para girişi kaydedilmiş. AKP döneminde bu oran 76 milyar 719 milyon dolara ulaşmış. Son iki yılda ise, ülkeye kara para girişi 10 milyar dolara ulaşmış. Diğer bir ifadeyle, 17 yılda giren paranın beş katından fazlası sadece bir yılda ülkeye getirilmiş. Belirtelim ki, bunlar resmi veriler. Gayrı resmi verileri ise ancak Saray rejiminin tepesinde oturan “yerli/milli” şefler bilebilir.
İşte ülkenin üzerine bir kabus gibi çöken bu “yerli/milli” rejim Türkiye’yi “mafyanın cenneti” haline getirerek, derin “vatan sevdasını” kanıtlamıştır.
***
Başını AKP-MHP ikilisinin çektiği şeriatçı-faşist koalisyonun marifetleri kara para ithal etmekten ibaret değil. AKP’nin koltuk değneği olan Devlet Bahçeli, “yerli/milli” mafya şeflerinin şefi rolüyle sahnede duruyor. Faşistlerin dincilere tutunduğu, dincilerin faşistleri koltuk değneği olarak kullandığı bu rejim, mafya şeflerini hapisten çıkartıyor. Gerçekleri dile getiren gazetecileri, emekçileri ya da devrimcileri düzen mahkemelerinde savunan avukatlar zindanlara kapatılırken, mafyacılar “özel yasalar” çıkartılarak sokaklara salınıyor.
Türkiye’de adları farklı olsa da mafya örgütlerinin çoğunun “ülkücü” önadı vardır. Bu tesadüf değil elbette. Bir dönem NATO’nun Gladio örgütü tarafından devrimcileri, ilerici yazarları, sendikacıları, akademisyenleri öldürmek için tetikçi olarak kullanılan bu tipler, kullanım süreleri bitince “yerli/milli” mafya örgütleri kurmaya başladılar. Bunların mahkeme tutanaklarındaki suç çetelelerine bakıldığında şöyle bir liste ortaya çıkıyor: “suç örgütü kurmak, yönetmek, cinayet işlemek, adam yaralamak, adam kaçırmak, tecavüz, gasp, soygun, haraç…”
Bu tipler Devlet Bahçeli’ye göre birer “vatan sevdalısı kahraman.” Vatana o kadar sevdalılar ki, paçalarından kan ve irin akıyor. Bu yaklaşımla hareket eden gerici-faşist rejim ülkeyi uluslararası mafyanın bataklığına çevirdi. Tüm bunların başında ise Tayyip Erdoğan’ın vazgeçilmez ortağı Devlet Bahçeli var. Alaattin Çakıcı’dan Kürşat Yılmaz’a ve diğerlerine kadar hapisten çıkarılan suç örgütü şefleri soluğu Devlet Bahçeli’nin huzurunda alıyorlar. Zira mafya şefleri hapisten çıkmayı, Tayyip Erdoğan’a özel yasalar çıkarttıran Devlet Bahçeli’ye borçlular. Birkaç gün önce salıverilen Sedat Şahin de “rajona” uyarak Devlet Bahçeli’yi “makamında” ziyaret etti. Mafya şefleri, Saray rejiminin tepesinde oturan şeflerine sadık görünüyorlar.
***
Bütün kapitalist devletler mafyayla ilişkilidir. Zira mafya da kapitalist sistemin vazgeçilmez bir parçasıdır. Ancak bu işi zıvanadan çıkaran AKP-MHP rejimi türünden olanlara pek rastlanmaz. Bütün mafya şeflerinin şefi rolünü oynayan bir kişinin devlet yönetiminde belirleyici söz sahibi kişilerden biri olması, düzen hukukuna göre bile büyük bir skandaldır. Ancak bunu kimsenin sorun ettiği yok. Yani bu “olağan/teamüllere uygun” bir ilişki olarak kabul edilmiş görünüyor. Sadece Saray rejimi değil, güya bu rejime muhalefet eden düzen partileri için de ortada bir sorun görünmüyor. Bu ise, dinci-faşist rejimin mafya şeflerinin şefi olmasının yanı sıra, bizzat kendisinin de bir tür mafya niteliğine büründüğünü gösteriyor. Böyle bir rejimin sermaye ve emperyalistler tarafından tercih edilmesi ise, emperyalist/kapitalist sistemin nasıl hastalık yayan bir bataklığa dönüştüğünü göstermesi bakımından çarpıcıdır.