Çöküş sürecini geciktirmeye odaklanan AKP-MHP rejimi, kapitalistlerin sınıf çıkarlarına pervasızca hizmet devam etse de “olağan” yönetme yetisini yitirmiş görünüyor. Toplumun rızasını imal edemediği için meşruiyeti yerle yeksan olmuş, kaba şiddet dışında elinde “etkili bir araç” kalmamıştır. Rejimin ömrünü uzatmak için kaba şiddetin yeterli olmadığını bilen Saray rejiminin şefleri din istismarı, büyük yalanlar, sahte müjdeler gibi rezilliklere de baş vuruyorlar.
Diğer dinci-ırkçı emsalleri gibi yağma ve talana dayanan rejim, belli bir kapitalist azınlığın çıkarlarını korumak adına geniş işçi ve emekçi kitleleri sefalete mahkum etmiştir. Milyonlarca işçi yılın on ayında açlık sınırının altında kalan bir asgari ücretle çalışmak zorunda bırakılmış, 2023 yılı için belirlenen asgari ücretin de en geç şubat ayında açlık sınırının altına düşeceği hesaplanıyor. Bu ise, asgari ücretin açlık sınırının altında tutulmasının yeni yılın da ‘normali’ olacağı anlamına geliyor. Dengeli beslenme imkanından yoksunluk artık işçi ve emekçi çocuklarının sağlığını tehdit ediyor.
Kendileri saraylarda sefahat sürerken toplumsal serveti üreten emekçileri bu duruma mahkum edenler, seçimlere giderken topluma ne vaat edecekler? Her gün zam olurken, işçi ve emekçiler bir yana “orta sınıf” diye tabir edilen toplum kesimlerinin bile refahı düşerken, “enflasyonu kontrol altına alacağız”, “enflasyon iki ay sonra düşmeye başlayacak” türünde açıklamaların aldatmacadan öte bir anlam taşımadığını herkes biliyor. Zira pazar tezgahları ya da market raflarındaki fiyatlar tersini söylüyor.
Hal böyleyken, Saray beslemesi gazeteci kılıklılar korosu aynı anda “Müjde! Müjde!” diye bağırmaya başladı. Saray’ın beseleme takımı “büyük müjdeyi bekleyin” zırvalarını döne döne tekrarladıktan sonra, sahneye çıkan AKP şefi “müjdeyi patlattı!” Bir kez daha doğalgaz rezervi bulduğunu ilan etti. Adamlar takvime bağlamış gibi altı ayda bir ‘müjde’ veriyorlar. Tabii zam yağmuru dinmediği, yoksulluk/sefalet artmaya devam ettiği için kısa sürede müjdeyi hatırlayan kalmıyor.
Üç-beş maaşlı Saray danışmanları ne güne duruyor? Onlar imdada yetişiyorlar: Yeni bir çalışma başlıyor ve yine “büyük bir müjde” piyasaya sürülüyor. ‘Büyük şef’ yine sahneye çıkıyor, sahtekarlıktaki maharetini sergiliyor. Seçimlere doğru giderken altı aylık periyot uzun olacağından, önümüzdeki dönemde müjde verme periyodunun kısaltılması bekleniyor. Tayyip Erdoğan bunun da “müjdesini” verdi. Artık daha sık müjde vereceğini söyledi.
AKP şefi bu kez çıtayı yükseltti ve yerin binlerce metre altındaki doğalgazı sattıklarında elde edilecek “geliri” de açıkladı. Doğalgazın bulunup bulunmadığı belli değil; bulunmuşsa çıkarılma maliyetinin ne kadar olacağı hesaplanmamış; ‘astarı yüzünden pahalı olursa’ ne yapılacağı bilinmiyor; doğalgazın kim tarafından, ne zaman çıkarılacağı belli değil… Bu tür "ayrıntılar" Erdoğan’ı ilgilendirmiyor. O, ezici çoğunluğunu sefalete mahkum ettiği topluma “büyük müjdeler” veriyor:
“Fatih sondaj gemimiz ile Çaycuma 1 sondajında, denizin 3 bin 23 metre altında 58 milyar metreküplük doğalgaz rezervini keşfettik…Detaylı analiz neticesinde daha önce ilan ettiğimiz 540 milyar metreküp rezervimiz 653 milyar metreküp olarak rezerve edildi. Böylece 170 milyar metreküp artarak toplamda 710 milyar metreküpe ulaştı. Bugünkü rakamla uluslararası piyasalarda karşılığı 1 trilyon doları bulmaktadır…2023 ve sonrasında sürekli yeni müjdelerle kamuoyunun huzuruna çıkmayı ümit ediyoruz.”
Ortada "fol yok yumurta yok" ama AKP şefi piyasa değeri 1 trilyon dolar eden gazdan söz ediyor. Erdoğan hızını alamıyor, yeni yılda “müjde” vermeye devam edeceğini de “müjdeliyor.” Kim bilir daha neler keşfedecek bu arada. Ne de olsa 40 yıldır faaliyette olan havaalanını kendisinin yaptırdığını, kendisi başa geçmeden önce Türkiye’de buzdolabı olmadığını, tabelasında kuruluş tarihi 1990 yazan üniversiteyi kendisinin açtığını ve buna benzer daha pek çok yalanı kitleye hitap ederken söyleyen birinden söz ediyoruz.
Bu ve benzer “hasletler” taşıyan Tayyip Erdoğan’ın binlerce metre derinlikte bulunan doğalgaz için altı ayda bir müjde vermesi “fıtratına” uygundur. Zira onlar için gerçeklerin zerre kadar bir önemi yoktur. Toplumu ise “bir salaklar sürüsü” sanıyorlar. Herhangi bir ahlaki ilke ya da insani değer de taşımadıkları için büyük yalanlar, sahte vaatler onlar indinde “olağan” şeylerdir. Bu kadar pervasızlığın temel nedenlerinden biri, onlardan hesap soracak bir sınıf ya da kitle hareketinin henüz olmamasıdır.