Rejimin saldırılarına karşı birleşik mücadeleye!

Tüm baskı ve zorbalığa rağmen ilerici-devrimci dinamikler teslim alınmış değil. Alanları daralsa da direnmeye çalışıyorlar. Saldırı altındaki Kürt hareketi ve halkı da teslim olmayacağını, direneceğini hem söylemi hem eylemi ile ifade ediyor. Toplumsal muhalefetin verili zayıflığının yanı sıra ilerici-devrimci dinamiklerin temel sorunlarından biri çoğu zaman birbirinden yalıtık hareket etmeleridir. Diğer bir sorun alanı ise, bazı istisnalar dışında işçi sınıfı ve emekçileri harekete geçirecek sınıf eksenli bir çalışmanın esas alınmamasıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 03 Ekim 2020
  • 10:45

İnsanın insan tarafından sömürüsüne dayanan kapitalizm, gayrimeşru bir sistemdir. Zira bu sistemde toplumsal zenginliği üretenler, insanca yaşamaya yetecek bir ücret bile alamazlar. Bir kısmı çalışma imkanından yoksun bırakılır. Çalışma ve yaşam koşullarını daha insani bir hale getirmek için örgütlenip mücadele ettiklerinde ise hem kapitalistlerin hem devletin saldırılarına maruz kalırlar. Doğası gereği krizlere giren bu sistem, krizlerin faturasını ise emekçilere ödetir. Elbette bu kirli işleri organize eden güç, büyük oranda sermaye adına ülkeyi yöneten iktidar aygıtıdır.

İktidar aygıtını ele geçirenlerin esas görevi, kapitalizmin ücretli kölelik ve sömürü çarkının kesintisiz bir şekilde dönmesini sağlamaktır. Covid-19 pandemisine rağmen AKP şefinin iki de bir “çarklar dönmeye devam edecek” diye açıklama yapması rastlantı değil. O, kendi misyonunun bilincinde olduğu, işçilerin ölümü pahasına da olsa sömürü çarklarının dönmeye devam edeceği konusunda temsil ettiği kapitalist sınıfları temin ediyor.

Siyasal iktidarlar, temel misyonları gayrimeşru bir sistemin çarklarını döndürmek olsa da seçim oyunlarıyla halktan bir tür ‘meşruluk sertifikası’ alırlar. “Milli irade” palavrasının dillerden düşürülmemesi, bu ‘sertifikayı’ ele geçirmek içindir. Ancak bu ‘sertifika’ çoğu zaman geçici bir süre için verilir. Zira halk adına yöneteceğini vaat eden ancak kapitalistler için çalışan hükümetler/iktidarlar çoğu zaman kısa sürede halk nezdinde yıpranırlar. Çünkü söylem ile eylem arasındaki bariz çelişkiyi uzun süre gizlemek olası değildir. 

Seçimler, halka deşifre olan figüranları değiştirme şansı verir, ama sömürü çarkları dönmeye devam eder. Devrimci bir alternatif arayışına başlayana kadar, kitleler bu kısır döngüden kurtulamazlar. İcazet sertifikasını birinden alır ama aynı anda sermayenin bir başka temsilcisine verirler. Dolayısıyla burjuvazinin iktidarı “meşru” bir görünüm altında işine devam eder.

Bu sistemde seçimler, en genel anlamda sermayenin yıpranan temsilcilerinin yenileriyle değiştirilmesine yarayan bir tür mizansen halini alır. ‘Olağan’ zamanlarda işleyiş iyi-kötü bu minvalde devam etse de, kriz koşullarında durum değişir. Halk ‘sertifika’ vermese de faşizan rejimler iktidarı terk etmezler. Rıza imal edemedikleri için sopayla, kamçıyla, postalla kısacası ‘resmi’ ya da ‘sivil’ terörle bekalarını korumaya çalışırlar. Bu dönemlerde sahte vaatler de tedavülden kaldırılır. Rejim artık sahte bir vaatte bile bulunmaz. Havucun yerini sopa almıştır. “İyi polis” sahneden kovulur, işkenceci polis tüm iğrençliği ve acımasızlığıyla sahneyi işgal eder. 

*** 

7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimete uğrayan AKP rejimi, burjuva hukukuna göre o günden bu yana gayrimeşru konumdadır. Buna rağmen ayaktaysa, bu başarısını, acımasızca kan dökecek kadar gözü dönmüş bir rejim olmasına borçludur. Yanına MHP’yi alan AKP dinci-faşist rejimi tahkim ederek yola devam ediyor. Rejim, resmi-sivil şiddet araçlarının yanı sıra devasa bir sermaye, devletin kurumları, medya, Diyanet gibi kritik araçları da ele geçirmiş durumda. ‘Burjuva demokrasisi’nin medarı iftiharı olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesini ayaklar altında çiğneyen rejim, düzen muhalefetine bile artık tahammül edemiyor. Toplumu ‘saraya biat edenler’ ile ‘hainler/teröristler/bozguncular’ şeklinde kodlayan, “ya saltanatım devam eder ya ülkeyi cehenneme çeviririm” tehditlerini savuran rejim, bir kâbus gibi ülkenin üzerine çökmüş durumda.

Bunda AKP şefi T. Erdoğan’ın yayılmacı-fetihçi “sultanlık” saplantısının önemli bir payı olsa da, bu histerinin kapitalistlerin sınıfsal çıkarlarıyla çatışmadığını da vurgulamak gerek. Fetihçi saldırganlığın kapitalistlerin iştahlarını kabarttığını göz ardı etmemek gerek. Kapitalistlerin tek adam diktasına razı olmaları sistemin açmazlarından kaynaklandığı gibi, AKP şefi için fetihçilik bir saplantı halini alsa da, burjuvazinin bundan rahatsız olduğuna dair bir emare de bulunmuyor.

Ekonomik kriz, kontrolden çıkmış Covid-19 pandemisi ve derinleşen meşruiyet krizi sarmalında olan rejim, ancak faşist zorbalıkla ayakta duruyor. Son dönemde HDP’ye ve Kürt halkına karşı yürüttüğü saldırıyı doruğuna çıkarması, ilerici-devrimci güçleri hedef alması, burjuva muhalefeti bile bin-bir türlü kirli yöntemle etkisizleştirmeye çalışması, faşist rejimi tahkim etme histerisinin tezahürleridir. Bu arada medyanın %90’dan fazlasına el koyan rejim, sınırlı sayıda muhalif gazeteciği ya susturmak ya da hapse atmak için de sık sık saldırıya geçiyor.

***

Dinci-faşist ideolojiye dayanan rejimin histerik saldırıları ile, hem Kürt hareketini zayıflatmaya hem de dinci-ırkçı zehri yutmaya yakın olan tabanının dağılmasını durdurmaya çalışıyor. Yine de rejimin en büyük korkusu ‘işsizlik, yoksulluk, sefalet, pandemi’ kıskacına aldığı işçi ve emekçilerin mayalanan öfkesinin toplumsal bir patlamaya dönüşme ihtimalidir. Bunu önlemek, ya da vuku bulduğunda önderlikten yoksun bırakmak için her muhalif sesi bastırmaya, ilerici-devrimci güçlerin hareket alanını kısıtlamaya, hatta etkisiz bırakmaya çalışıyor.

Tüm baskı ve zorbalığa rağmen ilerici-devrimci dinamikler teslim alınmış değil. Alanları daralsa da direnmeye çalışıyorlar. Saldırı altındaki Kürt hareketi ve halkı da teslim olmayacağını, direneceğini hem söylemi hem eylemi ile ifade ediyor. Toplumsal muhalefetin verili zayıflığının yanı sıra ilerici-devrimci dinamiklerin temel sorunlarından biri çoğu zaman birbirinden yalıtık hareket etmeleridir. Diğer bir sorun alanı ise, bazı istisnalar dışında işçi sınıfı ve emekçileri harekete geçirecek sınıf eksenli bir çalışmanın esas alınmamasıdır.

Veriler, rejimin saldırı dozunu arttıracağına işaret ediyor. Kürt hareketi ile ilerici-devrimci güçlerin, mümkün olduğunca birleşik eylemlerle saldırıya karşı direnmelerinin önemi aşikâr. Birlikte direniş hem faşist saldırının yaratacağı tahribatı bir yerde durdurabilmek hem zaten sınırlı olan ilerici-demokratik mevzileri koruyabilmek açısından gereklidir.

Sınıf devrimcileri başta olmak üzere, devrim ve sosyalizm iddiasını samimiyetle taşıyanların güncel görevi ise ilerici-demokratik kazanımları korumanın yanı sıra güçlerini, imkanlarını, araçlarını işçi sınıfını bu mücadeleye kazanmak için seferber etmektir.