TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, hakkında açılan davanın ilk duruşmasında savunmasını yaptı. Şebnem Korur Fincancı savunmasında ilk olarak avukatlarına teşekkür etti ve “hakikat bükücülük” diye ifade ettiği yargılama sürecindeki usulsüzlüklere değindi. TTB’ye dönük saldırılara tepki gösteren Fincancı Haffner’in “Bir Alman’ın Hikayesi” isimli kitabına, Sokrates’in savunmasına, Kant’a atıf yaptı ve şunları dedi:
“Aklımı bir tahakküm aracı olarak kullanmayı değil, özgürlüklerin kaybedildiği, insan onurunun yok edildiği sınırsız iktidara, her türlü değere sahip olarak yok eden katıksız bir güç düzenine boyun eğmeden, tam da Sokrates’in benzetmesiyle “devletin başına musallat olan at sineği” olmaya çalışıyorum. “Hak yolunda çalışan bir kimsenin devlet adamı değil, sadece yurttaş olarak kalması gerektiği” uyarısına katılıyor ve bu yaşıma kadar da elimden geldiğince bir yurttaş, bir hekim, bir adli tıp uzmanı, bir bilim insanı ve insan hakları savunucusu olarak ödevlerimi olabildiğince eksiksiz yerine getirdiğime, üzerinde düşünmeye değer bir hayatım olduğuna kanaat getiriyorum.”
Virchow’un hekimlik tanımını aktaran Fincancı, Talia Bali Aykan’a saygılarını sundu ve hekimlik sürecini, adli tıppın gelişimini Adli Tıp Uzmanları Derneği’ni, Adli Tıp Bülteni’ni ve iç içe geçen insan hakları mücadelesi sürecini anlattı.
Yunanistanlı Maria Kalli’ye, Veli Lök’e, Fikri Öztop’a, PHR (Physicians for Human Rights- İnsan Hakları için Hekimler) ile Bosna’da toplu mezarlarda çalışıp ıstırabı görünür kılma çabasında Bob Kirsher’a, Vincent İacapino’ya atıflarda bulunarak işkence üzerine çalışmalarını aktardı. “İşkencenin Etkili Soruşturması ve Belgelenmesi El Kitabı- İstanbul Protokolü” broşürünün, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın gelişim süreçlerini aktardı. Çalışmalarını aktarırken şunları ifade etti:
“İsrail’de gözaltında ölen bir gencin defin için hazırlanırken çekilen fotoğrafları ve otopsi raporunun karşılaştırması ile hazırladığım tıbbi değerlendirme, yüksek mahkemece dikkate alınıp, Adli Tıp Kurumu başkanının görevden el çektirilmesini sağladı. Bahreyn’de bir gencin yeniden yaptığım “gayrı resmi” otopsisinde ve aldığım doku örneklerinin incelenmesinde, elektrik işkencesini görüp görünür kılıp, yargıda karşılık bulmasa da, ailesinin ıstırabını bir nebze olsun dindirebilecek öteki göz oldum.
Yaşadığım topraklarda, kendi memleketimde ise ilk cezalandırma girişimini gene bir video ile yaşadım. Gözaltında fenalaşıp, hastaneye kolluk tarafından yolda bulunduğu iddiasıyla getirilen, ölümünün ardından bir veteriner patolog tarafından yapılan otopsisinde “darp cebir izi” görülmeyen gencin, defin için hazırlanırken ailesi tarafından çektirilen videosu yol gösterdi olmayan “darp cebir izi”ni görmemizde, ön tanıya ulaşmamızda. Hastane kayıtları ile işkenceyi tanımlayabildik, tanı koyabildik.”
Savunmasında kimyasal silahlar ve gazlarla ilgili çalışmalarını aktaran Fincancı şunları dedi:
“Adli tıbbı bildiğini iddia eden savcıdan, kabul edersiniz ki, epeyce fazla vakıf olduğum aşikarken, bilimsel bir tartışma yerine linç girişiminde bulunanlara, tıbbi değerlendirmeye katılmadığını ifade eden tıp dışı insanlara bir çift sözüm var.
O zaman önce bilim felsefesi, bilimsel bilginin oluşum süreci ile adli tıbba dair bazı konuları da açıklığa kavuşturmak gerekiyor.
Nesnel gerçeklerin bilimsel analizinde, bilimsel önermelerle başlayan süreç, bu önermeler bizden çıksa da bilimsel yöntemle yadsıma çabasıyla sürer. Ancak tüm yadsıma adımları sonuçsuz kaldığında, o önermemiz artık bir bilimsel hakikate dönüşür.”
Soruşturmanın ve iddiaların araştırılmasının bilimsel ölçütlerini sıralayan Fincancı hekimliğin önemine değindi ve Adli Tıp Polikliniklere vurgu yaptı.
“Söylediklerimin ardında 45 yılı bulan hekimlik bilgi birikimim var”
Suçlamanın dayanağı haline getirilen konuşmasına değinen Fincancı, “bilgi kaynağı olarak sunulan türde bir videonun insan hakları ihlalleri üzerine uzmanlaşmış bir adli tıp uzmanı olarak tarafımdan yapılan adli tıbbi değerlendirmesi”dir dedi.
Yayın kuruluşuna dair şunları ifade etti:
“Bir insan hakları savunucusu olarak Arendt’in çok yerinde bir biçimde ifade ettiği “haklara sahip olma hakkı” temel ilkesiyle, yayın organlarının “kim, ne” olarak tanımlandığından bağımsız, ifade özgürlüğü ve toplumun haber alma hakkını gözetme sorumluluğum bulunmaktadır. Bu nedenle de kimin aradığıyla, yayının politik çizgisiyle ve hangi yayına bağlandığımla ilgilenmiyorum.”
Türk Tabipleri Birliği savunusu yapılan savunmasında Fincancı şunları vurguladı:
“Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey Başkanlığı kimliğini, tek kimlikmiş gibi sunmak, diğer kimliklerimi susturmak, varoluşumu sınırlamak anlamına gelecektir. Brecht’i anmadan olmaz bu beyanda. Hele ki söz konusu olan “suç” ise: “Nasıl bir zamanda yaşıyoruz ki, suskunlukla geçiştirilen pek çok suçu içinde barındırdığı için ağaçlardan söz etmek neredeyse suç sayılıyor”
“Duruşumuzu suça dönüştürme çabaları ise beyhudedir”
Fincancı savunmasında son olarak şunların altını çizdi:
“Hekimlik insana dair, insanı tüm zararlı etkenlerden koruma ve bu etkilerden arındırma çabası olarak insanlığa karşı suçların karşısında durmaktan, insanlık onuruna yönelik ihlallerle örselenmekten korumaya, zehir akıtan fabrikaları durdurmaktan, zeytinimize, arımıza, börtü böceğimize sahip çıkmaya, savaşların iklim değişikliğine etkisini bugünlerde sıkça gördüğümüz, duyduğumuz ve basit yöntemlerle önlenebilecek kolera salgınlarıyla karşımıza diken her türden halk sağlığına zararlı duruma karşı duruşa, bu yaşam biçimine verilen addır. Bu yaşam biçimini, duruşumuzu suça dönüştürme çabaları ise beyhudedir. Nazım Hikmet’in dediği gibi “Yaşamak ciddi bir iştir”.