Dinci-gerici-cinsiyetçi zihniyete karşı mücadele edelim!

Üniversiteler, cins ayrımı olmaksızın ifade özgürlüğünün olduğu, bilimsel temellere dayalı eğitimin verildiği ve kadın öğrencilerin bir nesne gibi “emanet” edilmediği, üniversite yaşamına herkesin özne olarak katıldığı özerk yapıda kurumlar olmalıdır. Oysa kapitalist düzende, kadın meta olarak görülmekte, nesneleştirilmekte ve çoğu zaman yok sayılmaktadır.

  • Haber
  • |
  • Kadın
  • |
  • 13 Haziran 2021
  • 18:15

Yükseköğretim Kurumu (YÖK) Başkanı Yekta Saraç, kadına karşı şiddetin sebeplerinin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nda yaptığı sunumda, “Üniversiteler, milletin kızlarını emanet ettiği, hocalarına ‘annelik, babalık yap, rehberlik yap’ diye emanet ettiği kurumlar. Burada öğrencilerimize herhangi bir şekilde yan gözle bakılmasına bile tahammül edemeyiz” demişti. 

Kadın katillerini, tecavüzcülerini kollayan, türlü indirimlerle aklayan ve şiddet faillerini adeta “alkışlayan” çürümüş düzen adına sahnelenen yeni bir ikiyüzlülükten başka bir anlamı yok bu sözlerin. Kadının evde, işte, toplumsal her alanda ikinci cins olarak görüldüğü, aşağılandığı kapitalist düzende, gelinen yerde kadınlara yaşam hakkı dahi tanınmamaktadır. Bunu yapanlarla aynı safta yer alan, aynı dinci-gerici zihniyete sahip olan YÖK Başkanı’nın kadın öğrencilere gösterdiklerini iddia ettiği “değer” tümüyle yalandır. Onların istediği kadın öğrenciler, itaat eden, dinci-gerici zihniyete köleliği kabullenen tiplerdir. Hakkını arayan, iktidara karşıt fikirlere sahip olan kadın öğrenciler ise rektörler, ÖGB ve polisler de dahil üniversitelerde beslenen gerici-faşist güruhların saldırısına uğramaktadır. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Üniversitesi, ODTÜ vb. üniversitelerde eylem yapmak isteyen öğrencilere ÖGB ve polisler saldırmıştı. Yakın zamanda Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanan AKP’li Melih Bulu’ya karşı eylem yapanlara yine azgın saldırılar gerçekleştirildi. Bunlar iktidarın istemediği öğrenci profilini oluşturanlara karşı yapılan saldırıların ilk akla gelen örnekleridir sadece. 

YÖK Başkanı, “(Üniversitelerde) öğrencilerimize herhangi bir şekilde yan gözle bakılmasına bile tahammül edemeyiz” dese de akademisyen ve dekanların öğrencilere yönelik tacizlerin haddi hesabı yoktur. Üstelik başta rektörler olmak üzere YÖK tarafından bunların çoğunun üstü kapatılmaktadır. Olaylar ne zaman ki toplumsal bir tepkiye neden olmuş, YÖK işte ancak o zaman tenezzül edip, “kılını kıpırdatabilmiştir”.  Öreklerden birinin adresi Gazi Üniversitesi idi. Geçtiğimiz sene, Gazi Üniversitesi’nde Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Orhan Acar, öğrenciler ile yaptığı video konferans görüşmesinde yayını açık unutup öğrencileri hakkında “Kızların resimlerini de görüyoruz böylece ha, çaktırma” demişti. Üniversite yönetimi ve YÖK olay karşısında başta tam anlamıyla üç maymunu oynadı. YÖK ancak sosyal medya üzerinden oluşan tepkiler sonucu, “göstermelik” bir açıklama yapmış, tepkiler sayesinde Dekan istifa ettirilebilmişti. 

YÖK Başkanı Saraç “Meclis Kadına Yönelik Şiddetin Araştırılması Komisyonu”nda yaptığı konuşmada, 2014’ten 2021 yılına kadar, 7 sene içinde 60 öğretim elemanının kadına yönelik taciz suçundan ihraç edildiğini söylemişti. Bu tür suçları elbette daha fazla “öğretim elemanı”nın işlediği, ancak faillerin aynı dinci-gerici-sapkın zihniyete sahip YÖK tarafından korunduğu, görmezden gelindiği biliniyor. 

Üniversiteler, cins ayrımı olmaksızın ifade özgürlüğünün olduğu, bilimsel temellere dayalı eğitimin verildiği ve kadın öğrencilerin bir nesne gibi “emanet” edilmediği, üniversite yaşamına herkesin özne olarak katıldığı özerk yapıda kurumlar olmalıdır. Oysa kapitalist düzende, kadın meta olarak görülmekte, nesneleştirilmekte ve çoğu zaman yok sayılmaktadır. Toplumda kadına yönelik olarak yaygınlaşan ayrımcılık ve aşağılama, sermayenin arka bahçeleri olarak kullanılan üniversitelerde de yaşanmaktadır. Dinci-gerici-cinsiyetçi zihniyetin taşıyıcısı iktidar ve düzenin kurumları, kadına yönelik dinci-gerici-cinsiyetçi bakışı yaptıkları açıklamalarla ayrıca meşrulaştırmaktadırlar. 

Kadın-erkek ayrımı olmadan herkesin birer özne olarak toplumsal yaşama ve üretime katıldığı, kadınların tacize, tecavüze ve şiddete maruz kalmadığı, kadınların kendi yaşamları üzerinde mutlak söz sahibi olduğu, özcesi kadınların özgür olduğu bir dünyanın yolu, dinci-gerici-cinsiyetçi zihniyeti döne döne yaratan kapitalist düzenin örgütlü mücadele ile yıkılmasından geçmektedir. 

P. Sevra