“Bir insan ömrünü neye vermeli?”

Sinan yoldaş ömrünü sadece mücadeleye adamadı. Emeğinin mücadelede en verimli şekilde karşılık bulacağı örgütlü mücadeleye adadı. Belki bir ev, bir araba sahibi olamadı ama yarınların sahiplerinden biri oldu. Bizden çaldıklarını bize satmalarına razı gelmedi. Bu ölüm ve meta düzenine boyun eğmedi. Adı mücadele bayraklarımızdan silinmeyecek. Burjuvazinin burçlarına asacağımız kızıl bayrakta onun da adı dalgalanacak.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Aralık 2018
  • 17:03

Kendini bildi bileli ve ölene kadar, hep devrimci!”

Sinan yoldaş için söylendi bu sözler, ölümsüzleşmesinin ardından... Bir ömrü mücadeleyle geçen bir devrimci, bir emektar, deyim yerindeyse bir devrim hamalı...

O, “Bir insan ömrünü neye vermeli?” sorusunun canlı cevabı, tarihsel ve bilimsel karşılığı... Yarınlara gidenlerden değil ama yarınlar için direnerek yarınlara kalanlardan...

Sinan yoldaşın ardından, adı geçmese de birçok konuşmamız ona çıkıyor. Bu ölüm ve meta düzeni işçi ve emekçilerin ömrünü tüketmeye devam ediyor. Bir ömür sermayedarları büyütmekle geçiyor. Yeri geliyor alınterimizi, yeri geliyor canımızı-kanımızı alıyorlar. Bir avuç kömür için bir ömür verenlerden canımız ve kanımız pahasına inşa edilen 3. havalimanına, çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden işçi kardeşimizden açlık ve yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm edilen milyonlara...

Şimdi herkes durup kendine sormalı. Ümit yoldaşın Nietzsche’den aktarımıyla, “Sınamalı insan kendini, bağımsızlığa mı yazgılı, boyun eğmeye mi; bunu da tam zamanında yapmalı.” Sınamalı insan kendini bir ömür nasıl geçmeli diye? Bir ömrü kanımızı emenlere mi vermeli, yoksa geleceğimize mi adamalı diye?

Bir işçi arkadaşla konuşuyoruz. Geçim sıkıntısından yakınıyor. Arabanın yolda kaldığından bahsediyor, oradan geçen bir arabayı göstererek, imkân olsa da alsak diyor. Hatta para biriktirmeye başladığını söylüyor. Karı-koca asgari ücretle çalışan bir aile için büyük cüret. Gerçekleri fark etmesi için oturup hesap yapıyoruz. Arabayı almak için 20 yıl aralıksız para biriktirmesi gerekiyor. Tabii bu 20 yıl içinde hiç hasta olmaz, hiç işsiz kalmaz ve kapitalistlerin krizinin faturasını ödemezlerse... Ancak bu işçi, ailesinin ve kendi çalışma ömrünün yarısını bu arabaya vermeye hazır. Hem de kendisi gibi işçilerin, işçi sınıfının emeğinin ürünü olan kendi ürettiğimiz bir arabaya... Daha da doğrusu ömrünü bu ölüm ve meta düzenine vermeye hazır.

Bir başka işçi arkadaş, kira ödemekten bıkmış. Kredi çekip ev almaya kalkmış. Yaşı otuz, kredinin vadesi de otuz yıl. Bir ömür kira ödememek için kredi ödemeye razı olmuş. Bir ömrü emeğimizin ürünlerine, bizden çaldıklarını bize satarak ayakta kalanlar uğruna vermeye hazır...

İster istemez aklımıza geliyorsun Sinan yoldaş. “Bir insan ömrünü neye vermeli” sorusunun cevabı oluyorsun, sıkılı yumruğun havada, umutlu ve onurlu ifadenle...

Bir liseli genç üniversite sınavına hazırlanıyor. Liseyi bitirmiş üniversiteyi kazanamamış. Bu düzen ona bu imkânı tanımamış. Ancak tekrar hazırlanıyor. En az bir sene daha emek harcamayı göze almış. Sabah akşam çalışıyor. Ne için? Diplomalı işsiz olmak için. Ne için? Zincirlerine bir kurdele takılması için. Sonra mücadeleden bahis açılıyor. “Abi ben varım, hadi devrim yapalım desen gelirim ama başka gelen olmaz” diyor. Aynı genç arkadaş soruları kestirme yoldan çözmenin, çözmeden şıkkı bulmanın yolunu da arıyor. Malum hayat bir bütün.

“Peki, hadi bırak çalışmayı üniversiteye girelim şimdi desem olur mu?” diyorum. “Çalışmadan olmaz ki. Şimdiki halime bakarsan, 1-2 yıl çalışmam gerekir” diyor. Puanı yüksek üniversiteler için ne yapmak gerekir, diye soruyorum. En az 3-4 yıl çalışmak gerekir, diyor. Ve nereye varmak istediğimi anlıyor. Emek vermeden devrim yapamayız diyor. Hatta üniversite için 3-4 yıl ise devrim için yılları vermek gerektiği gerçeğini görüyor.

Peki, şimdi tekrar sormanın zamanı gelmedi mi? Devrime ve sosyalizme adanmış bir ömür mü, yoksa ölüm ve meta düzenine harcanmış bir ömür mü? Hangisi sizin ömrünüzün layığı?

Konuştuğumuz birçok işçi, emekçi ve gençten duyduklarımız aynı. “Ama çok zor. Bu düzen değişmez. Çok güçlüler”... Kimse kolay olduğunu söylemedi ki. Kaldı ki emek harcamadan hiçbir şeyin başarılamayacağını en iyi işçiler bilir. Ve bu düzende emek harcayanların hiçbir şeyi olmadığı gerçeği karşımızdayken, bütün emeğimizi bu düzeni yıkmak için harcamaktan daha doğal, daha insani ne olabilir ki? Peki, bu düzen gerçekten değişmez mi? Gerçekten çok mu güçlüler? Elbette değiller. Her şeyi yaratan bizim ellerimiz, emeğimiz... Bu düzeni devam ettiren ise bizim suskunluğumuz, örgütsüzlüğümüz...

Sinan yoldaş ömrünü sadece mücadeleye adamadı. Emeğinin mücadelede en verimli şekilde karşılık bulacağı örgütlü mücadeleye adadı. Belki bir ev, bir araba sahibi olamadı ama yarınların sahiplerinden biri oldu. Bizden çaldıklarını bize satmalarına razı gelmedi. Bu ölüm ve meta düzenine boyun eğmedi. Adı mücadele bayraklarımızdan silinmeyecek. Burjuvazinin burçlarına asacağımız kızıl bayrakta onun da adı dalgalanacak.