Türkiye’de 114 emekçiye mezar olan Ege depreminin molozları henüz kaldırılmadan ve Saray hükümetinin deprem bölgesine gönderdiği yardımların, İzmir Belediyesi’nin topladığı yardımların bile gerisinde kaldığının ortaya çıktığı günlerde haber sitelerine Somali ile ilgili bir haber düştü.
Bu habere göre, Somali’nin IMF’ye olan vadesi geçmiş borçlarının 3 milyon 487 bin dolarını Türkiye’nin karşıladığı bildiriliyor. Dış borçların haddini aştığı, ekonominin tepetaklak gittiği bir dönemde gündeme gelen Somali “yardımı”, bir kez daha dinci-gerici AKP’nin, “Müslüman ülkelere yardım” adı altıda yürüttüğü lobi faaliyetleri ile el ele yürüyen ekonomik hedefler ve vurgunlara ışık tuttu.
AKP, belgelerle de sabit olduğu üzere, bir ABD/İsrail projesi olarak ortaya çıktı. 18 yıllık iktidarı boyunca aldığı bu emperyalist icazetin hakkını vererek, onlara sadakatte kusur etmedi. Fakat takiyecilik ve riyakarlıkta oldukça maharetli olan AKP, “mazlumdan yana-müslüman” kisvesi altında din tacirliğini de elden hiç bırakmadı.
Erdoğan, Filistinlilerin hamiliğine soyunduğu, Davos’taki “one minute” şovuyla başlayan süreçten sonra, yaşanan her gelişmeyi, sözüm ona dünya Müslümanlarının lideri imajını güçlendirmek için kullanmaya başladı. AKP gericiliği, özellikle son on yılda, iktidarını pekiştirmek, dinci ideolojiyi yaymak ve en önemlisi ekonomik çıkar sağlamak amacıyla gündeme getirdiği “yardımlara” hız vermeye başladı.
AKP’den önce bu işler, ortakları olan Gülen cemaati tarafından yürütülüyordu. Cemaat, “eğitim hizmeti” adı altında dünyanın dört bir yanında binlerce okul işletiyordu. Bu okullar aracılığıyla hem misyonerlik yapılıyor ve hem de ciddi kazançlar elde ediliyordu. AKP, Gülen cemaatini saf dışı bıraktıktan sonra, ondan geriye kalan ne kadar kirli, kanlı veya akçeli iş varsa kendisi devraldı.
Gülenciler okul açıyordu, AKP cami açmaya başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak kurulan, Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) dünyanın tam 145 ülkesinde faaliyet yürütüyor. Bu vakıf, ağırlıklı bir kısmı AKP döneminde olmak üzere, dünyanın çeşitli ülkelerinde 103 cami inşa etti. ABD’den Avrupa’ya, Rusya’dan Filipinler’e, oradan Somali ve Haiti’ye kadar dünyanın dört bir yanında yapılan bu camilere 493 milyon dolar harcandığı belirtiliyor. Bunlardan en büyüğü olan, Erdoğan, Putin ve Mahmud Abbas tarafından 2015’te açılan Moskova Merkez Cami için 170 milyon dolar harcandı. Bu camiler aynı zamanda lobi faaliyeti, istihbarat ve ticaret amacıyla suistimal ediliyor. Gelirinin bağışlardan oluştuğu iddia edilen TDV’nin bugün yaklaşık 1 milyar TL’lik bir bütçeye sahip olduğu biliniyor.
AKP şahsında, Türkiye’deki dinci gericiliğin dünyanın çeşitli yerlerinde yürüttüğü “yardım” veya “ hayır işlerinin” ne menem bir şey olduğu, IMF’nin Somali ile ilgili yaptığı son açıklama ile bir kez daha ortaya serildi. Somali ile ilişkiler, 2011 yılında yaşanan kıtlık üzerine, Erdoğan’ın bu ülkeyi ziyaretiyle başladı. Bu ziyaret o zaman, “Ankara’nın yardıma muhtaç din kardeşine yardım eli” olarak yansıtıldı. Daha sonra bu adımlar, Kızılay ve İHH gibi dinci kurumların gönderdiği yardım tırları ve Cuma hutbelerinde Somali’ye yardım çağrılarıyla pekiştiriliyordu. Hatta Emine Erdoğan eşliğinde Saray yardakçısı birtakım sanatçılar Somali’ye gönderilerek, çocuklarla fotoğraflar çektiriliyordu. Nasılsa yapılan bu “insani” yardımların karşılığının fazlasıyla alınacağı günler gelecekti. O yüzden de kaz gelecek yerden tavuk esirgenmiyordu.
Nihayet, Eylül 2017’de Somali’nin başkenti Mogadişu’da Somali Türk Görev Kuvveti Komutanlığı kuruldu. 400 dönümlük arazi üzerine kurulan bu üs, aynı zamanda Ankara’nın yurtdışındaki en büyük askeri üssü konumunda. Üs, bir yandan da Somalili subayların eğitilmesinde kullanılıyor. Türk sermaye devleti aynı yıl Suudi Arabistan ve BAE’nin tehditlerine karşı Katar’da da bir askeri üs kurdu.
AKP, ideolojik birtakım hedeflerle attığı bu türden adımların, zamanla ticari ve ekonomik boyutunu da keşfederek değerlendirmeye başladı. İdeolojik motivasyonun gerisinde İhvancılık geliyordu. AKP, bir ara Mısır’da iktidara gelecek kadar güçlenen Müslüman Kardeşler’le (İhvan-ı Müslimin) aynı ideolojik eksende hareket ediyor. Katar’ın ezelden beri İhvancıların finansörü olduğu ise biliniyor. Mısır’ın ardından, “Arap Baharı”nı fırsata çevirmeye çalışan İhvancılar’ın bir dizi başka ülkede de iktidara gelme ve “sünni müslümanlığın ekseni” olma çabaları oldu.
Bu durum, kendisini “sünni Müslümanlığın” ekseni olarak gören, selefi vahhabi Suudi Arabistan ve BAE’yi rahatsız etmeye başladı. Bu yüzden vahhabiler, Mısır’da İhvancıları iktidardan uzaklaştıran askeri darbeye tam destek verirken, Türkiye ve Katar ise bu darbeyi şiddetle protesto ettiler.
AKP’nin bu ideolojik planları çerçevesinde Somali önemli bir coğrafi konuma sahipti. Ülkenin kuzeyinde 1989 darbesinde iktidara gelen Ömer el Beşir’in başında bulunduğu Sudan vardı. Ömer el Beşir’in iktidara gelirken yine Müslüman Kardeşler’in Sudan kolunun lideri Hasan el Turabi tarafından desteklenmesi de dikkate değerdi. Erdoğan’la yakın ilişkisi bilinen El Beşir, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklama kararı bulunduğu dönemde Sudan Devlet Başkanı sıfatıyla Türkiye’de ağırlanabiliyordu. Hakeza Türkiye’nin, Ömer El Beşir yönetimindeki Sudan’dan Sevakin Adası’nı talep ederek, bölgede askeri olarak konuşlanmak istediği de biliniyor.
Yine Somali’nin doğusu Körfez coğrafyasını güneyden çevreleyen Yemen Denizi’ne çıkıyor. Bu haliyle Suudi Arabistan, BAE ve Somali, aslında aynı coğrafyayı paylaşıyorlar.
Selefi Vahhabiler, Türk sermaye devletinin İhvancılara verdiği askeri ve mali desteğe tepki vermekte gecikmediler. Başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere, bir dizi Arap ülkesinin, AKP Türkiye’sine karşı aldığı son ambargo kararı, bütün bu yaşananlar bağlamında ele alındığında bugün daha iyi anlaşılıyor. Aynı ülkelerin 2017’de Katar’la yaşadıkları gerilimin gerisinde de bu aynı sebepler vardı. Yine Doğu Akdeniz meselesinde çok ihtiyaç duyduğu halde, Türkiye’nin Mısır’la iyi ilişkiler geliştirememesinin gerisinde de bu aynı olgu yatmaktadır.
Bütün bu masum “insani” yardımların bir de ekonomik boyutu var kuşkusuz. Somali’nin başkenti Mogadişu’nun Hint Okyanusu’na açılan kapısı Mogadişu Limanı, 2014’ten bu yana Yeni Şafak’ın da sahibi olan yandaş Albayrak Grubu tarafından işletiliyor. Geçen 8 Ekim’de Mogadişu Limanı’nın 14 yıl daha Albayrak Grubu tarafından işletilmesine ilişkin anlaşma imzalandığı Somali Başbakanlığı tarafından duyurulmuştu. Öte yandan Mogadişu’da Türkiye’nin bir de hastanesi bulunuyor. “Mogadişu Recep Tayyip Erdoğan Eğitim ve Araştırma Hastanesi” adlı bu hastaneye her yıl milyonlarca dolar para Sağlık Bakanlığı bütçesinden aktarılıyor. Bakanlık’ın verilerine göre sadece bu yılın ilk 9 ayında bu hastaneye aktarılan para 17 milyon 327 bin 634 lira. AKP, bolca nemalandığı bu “insani” yatırımların faturasını da işçi ve emekçilere çıkarıyor.
Ancak Somali’nin bir başka dincisi, El Kaide uzantılı, Eş Şebab adlı radikal İslamcı örgüt, AKP gericiliği eliyle ülkede yürütülen faaliyetler için ciddi bir tehlike arz ediyor. 2019 sonunda örgütün bombalı saldırısında 2’si Türkiye vatandaşı olan en az 80 kişi öldü. Eş Şebab ise sivil ölümler için özür dileyerek, hedefinin Türkiye’den gelenleri taşıyan konvoy olduğunu belirtti. Örgütün yayınladığı sesli mesajda Türkiye’nin Somali kaynaklarını sömürdüğü vurgulandı ve “Dinden dönen Türk yönetimi için çalışan Türkler bizim düşmanımızdır ve daha önce söylediğimiz gibi, topraklarımızdan çekilene kadar onlarla savaşmaya devam edeceğiz. Ancak masum Müslüman Türk vatandaşlarına karşı değiliz” dendi.
AKP’nin Somali’de giriştiği bu maceranın, silahlı çatışmalara varan gerilimlere yol açması, bölgeye yeni silah ve mühimmat sevkiyatını da beraberinde getiriyor. Nitekim geçtiğimiz Ağustos ayında Ethem Sancak’ın Katarlı ortağıyla sahibi olduğu BMC’nin 12 adet Kirpi aracını bölgeye sevk ettiği basına yansıyan haberler arasında. Somali’nin ödenen IMF borçları da, girilen bu kirli ilişkilerin devamını sağlamaya dönük bir adımdır.
Türkiye’deki dinci-faşistlerin, Somali örneğinde olduğu gibi, bir dizi başka bölgede giriştikleri gerici, yayılmacı ve fetihçi her türden maceranın akıbeti AKP’ninkiyle aynı olmaya mahkum olsa bile, bunun bedeli her türlü emekçilere ödetilmeye devam ediliyor. Bu bedel, Somalı madencilere kurulan barikat, İzmir’li emekçilere mezar olan deprem yıkımı, işçilerin gasp edilen kıdem tazminatı ve “deprem vergileri harcanması gereken yere harcanmıştır” aymazlığıyla karşımıza çıkmaya devam ediyor.
Kaynak: Ozan Gündoğdu-BirGün